Helin Anahit, Londra'da yaşayan Türkiyeli Ermeni bir sanatçı. Akademik alanı transkültürel çalışmalar ve kavramsal güncel sanat. Yani, teori ve sanat arasındaki ilişki ve bu ilişkinin günlük hayat ile güncel kültürel ve sosyo-politik zemine bağdaştırılması ilgi odaklarının başında geliyor.
Türkiyeli Ermeniler üzerine uzun zamandır çalışmalar yapan Anahit, 2005 ile 2011 yılları arasında İstanbul, Diyarbakır, Batman, Bitlis, Muş, Bingöl, Dersim ve Erzincan'da 500'ü aşkın kişiyle görüştü. Sadece Türkiyeli Ermeniler'le görüşmekle yetinmeyen Anahit, Londra, Michigan ve Boston'da da çok sayıda kişiyle konuştu. Saha çalışmalarının bulgularındaki gözlemlerini de, 2010'da Tütün Depo'sunda "Açık açık konuşmak" sergisinde paylaştı. Anahit, Hrant Dink Vakfı'nın düzenlediği Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler Konferansı için Türkiye'deydi. Anahit'le 1915 soykırımı, Ermüs kavramı üzerine söyleştik.
Konferansa katılanlar, “Müslümanlaştırılmış Ermenilerin Sesi Üzerinden Kolektif Hafıza ve Kültürel Varsayımların Peşinden Gitmek” sunumunuzu ilgiyle dinledi. Gözleri yaşaranlar oldu ve bittiğinde çok yoğun alkış aldınız. Dinlemeyenler için, sunumunuzun içeriğinden söz eder misiniz?
Sunumuma benim kişisel hikayemden, yani hem kendi ailemden, hem de çocukluk ve öğrencilik yıllarımdaki sosyal iletişimlerimin etkileşimlerinden yola çıkarak başladım. 2005-2011 arası saha çalışmalarımdan derlediğim arşivlerin, psikanalitik metodolojiyle tahlillerinden edindiğim izlenimlerimi, politik teorist Hannah Arendt’in tecrit edilme ve ötekileştirilme kavramlarını, filozof Hegel’in korku ve endişe kavramları bitişiğinde, psikanalist filozof Franz Fanon’la karşılaştırmalı bir eksende tahayyül etmeye çalıştım.
Amacım gerek devlet, gerek sivil toplum nazarında var olmaması gerekiyormuş gibi algılananların seslerine bir araç olmaktı. Sunumumun başlığındaki “ırmaklar”ı, sivil toplum çerçevesinde sosyo-etnik ve sosyo-politik alanda işaret ettiği akıcı ve çok katmanlı doku kavramını, süregelen bir metafor olarak resmettim. Ayrıca, Türkiye’de toplumsal değerlerin, uygarlıkları ilerleten kültürel öğeler yerine, baskın ırk, din ve mezhep öğeleriyle temelleştirilmişliğine dikkat çekmek istedim.
1915'in kuşaklar boyunca birbirlerine aktarıldığını ve bunun bir trawmaya dönüştürüldüğünü söyleyebilir miyiz?
1915, dünyada değişik toplumlarda tarihteki tüm diger travmalar gibi etkilerini zincirleme olarak hala günümüze kadar göstermektedir. Zira bu zincirlerin inkar ve ört bas edilme politikaları, reaktif dış etkenler teşkil edip durumu süregelen kilitleyici bir senteze dönüştürmüştür.
"İsmim bir zamanlar yasaklıydı" İsmim Helin, taşıdığım güzel bir miras. Bu estetik bir güzellikten ziyade, bir zamanlar yasaklanan değerlerin yaşayan amblemi olmasından. Anlamındaki değeri, öğrencilik yıllarımda sonradan öğrenmiştim. Anadolu'da nineler ismimi duyunca gözleri hem sevinç, hem hüzünlü bir nostaljiyle ışıldıyor. Birçok bebek Helin'le fotografımı çektiler. Tabii hoşuma giden, ismim aracılığıyla kültürel paylaşım ve kaymalara bir şekilde yol açmam. Artık Ermeni Helinler de var. Tanıdığım bazı arkadaşlarım kızlarına Helin ismini koydular. |
Daha somut örnekle anlatırsak, atalarının (dedelerinin, babannenelerinin) 1915'de katledildiğini öğrenen torunlar, ne hissediyorlar, hissedecekler? Karşılaştıkları durumla nasıl başedilebilirler?
1915 ertesi süreçte -şayet paranteze alarak bir genelleme yapacak olursak- Ermeni toplumunda, aile ve bireyler arası duygusal kopukluklar yaşanmış olduğunu kavrayabiliyoruz. Bu 1915-16’da yaşanılmış şok ertesinde, yerinden yurdundan koparılıp atılma, sevdiklerini kaybetme, vahşete maruz kalma ve/veya tanık olmanın yol açtığı acının, gerçek anlamda paylaşılmasının imkansızlığına işaret eder. Ayrıca kurtulmuş olmanın verdiği psikolojik erozyon, sağ kalanları susmaya yöneltmiştir. İkinci dünya savaşı ertesinde kurtulanlarla beraber yapılan sözlü tarih anlatımlı, psikoterapik atölye çalışmaların, 1915 sonrası mevcut olmadığını göze alırsak, bunu anlamamız daha netleşebiliyor. Geçmişteki travmaların açık açık konuşulamayıp, inkar edildiği bir toplumda, uzun bir zaman geçtikten sonra atalarının katledilmiş olduğunu öğrenenlerin bu konuyu özümseyebilmesi etaplar halinde olur.
Sunumunda Er-Müs / Ermeni-Müslüman terimine yer verdin. Bunu biraz açıklar mısın?
Toplumun bir takım kitleleri arasında, özellikle Anadolu’da, Ermenilik bir ırk yerine, bir din olarak görülmekte. Bunun esasta eğitimdeki yetersizliğe ve ufak yaşta edinilen çarpıtılmış bilgilere dayanan bir sorunsaldan geldiği söylenebilir. Zira Osmanlı döneminde Ermeniler din üzerinden ötekileştirilmiş ve ayrıca din değişimi bir asimilasyon tekniği olarak 1915’te ve sonrasında kullanılmış.
Saha çalışmalarımda beraber çalıştığım kişiler ve sunumumda da belirttiğim gibi bazı çocukluk arkadaşlarım arasında kendilerini Er-Müs olarak görenler var. Bu bir yerde kendilerini Müslümanlaş(tırıl)mış atalarından psikolojik olarak sıyırıp bir özne olarak toplumda yer almalarının bir işareti. Yani ırksal açıdan Ermeniliklerini tamamıyla içselleştirmiş, kültürel açıdan Ermeniliği de kapsayan Türkiyeli ve dinsel açıdan Müslüman veya kimlik kartı üzerinde Müslüman olup aslen Ateist olan ve kendilerini Hıristiyanlıkla özdeştirmeyenler. Hiçbir şekilde Ermeni veya Türk olarak benimsenmiş etnik değerler ekseninde “tek tip” modeline uymayıp, güncel anlamda “kaygan kimlik” tabirine bir soru işareti yerine, bir ışık tutanlar.
Bu unsuru melezlik veya katmanlı kimlik pekiştirmeleri üzerinde okumak isteyenler olabilir. Oysa bu, kimlik ekseninde dinin, dil gibi, değişen ve değişebilen unsurlarından biri olması. Ayrıca bu ikilemede Ermeninin ilk Müslümanın ikinci sıfat oluşu, vurgunun baskın kültüre verilmesinin işareti olabilir. Beraber çalıştığım kişiler arasında Hıristiyanlığa geri dönmüş olup kendini hala arafta kalmış hissedenler olduğu gibi, genel toplumun dokusunda milliyetçi, faşizan veya koyu Müslüman bazı öznelerin ataları üzerinden gizlenmiş Ermeni kimliği taşıdığına dikkat çekebilirim.
"Kendisine benzemeyen ötekileştirildi"
Peki sistem bu anlamda nasıl şekillendi sizce?
Sünni-Müslüman ve Türk asıllı birey modeli üzerine inşa edilmiş bir sistemden bahsediyoruz. Osmanlı İmparatorluğu zamanında, bu modele uymayan ötekiler’e verilmiş toleransa dayanan millet sisteminin, halklar arasında tecritleşmeye yol açmış olduğunu biliyoruz. Cumhuriyet sonrası, bu model üzerinden sistematik taktik ve işlemlerle tek tip yaratma politikalarının, Türkiye’nin çok katmanlı ve çok kültürlü özünü her açıdan cılızlaştırdığı da âşikâr. Dolayısıyla baskın kültürün kendine benzemeyeni ötekileştirdiği Türkiye’nin, kendi özünden uzak yapay bir yapıya dönüştürülmeye maruz bırakıldığını gözlemleyebiliriz.
1915 sadece Ermeniler için değil, Türkiye'deki Türk olmayan başka halklar için de devam ediyor mu sizce?
1915’i “Ermeni Meselesi” olarak adlandıran bir sistemden bahsediyoruz. Zira 1915, Türkiye’de yaşayanların karşı karşıya bırakıldığı bir enkazdır. Somut bir örnek olarak, Anadolu’nun kadim halklarından olan Ermeniler’den boşaltılmasının, Birinci Dünya savaşı sonrası kurulan Cumhuriyet’in ertesinde yol açtığı sosyo-ekonomik çöküntüyü gösterebilirim. Dolayısıyla, 1915 ve onun ardından oluşup, devam eden süreç Türkiyeli herkese aittir.
Son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersiniz?
Saha çalışmalarımda tanıklara yönelttiğim soru “kendilerini bir Ermeni olarak Türkiye’de nasıl hissettiklerine” dair. Dolayısıyla paylaşımlar hikayelerden ziyade ruhsal durumlarını öne alıp ortaya seren nitelikte. Bir başka deyişle, bir yüzleşme: kişinin kendi kendisiyle yüzleşmesi anlamında. Geçmişin veya daha doğrusu geçmişin bıraktığı iz ve yaraların kronolojik anlatımı değil.
Şimdiki zamanın geçmişten taşıdığı yük ve bu yükün artık taşınılamazlığı neticesiyle yarıklardan sızıp akması. Kaydettiğim tanıklıklar bunu yansıtan bir aynası. Bunların bir kısmına DEPO’da 2010’da Açık Açık Konuşmak başlıklı sergimde yer vermiştim. (EK/AS)