Müslümanlaştırılmış Ermeniler konferansı için Türkiye’ye gelen Arda ve Doris Melkonyan ile buluşup, soykırımda hayatta kalan Ermeni kadınları ve çocukları konuştuk.
Türkiye’ye daha önce hem gezi amaçlı hem de çeşitli konferanslar için gelmişler. Hatta Türkçe de biliyorlar ama “Bizim bildiğimiz Türkçe ile sizin konuştuğunuz çok farklı” diyorlar gülerek. Çünkü Türkçe’yi, 1915’te sağ kalmayı başaran ve Ermenice bilmeyen dedeleriyle iletişim kurabilmek için öğrenmişler.
Dedeleri Natan soykırım sırasında 10 yaşındaymış. Ama ufak tefek bir yapısı olduğundan, onu daha genç zannetmişler ve böylece öldürülmekten kurtulmuş.
Natan’ın yedi kardeşi daha varmış. Erkek kardeşlerinden dördü öldürülmüş, ikisi kaçmayı başarmış ve biri New York’a biri Güney Amerika’ya yerleşmiş. Natan ve kız kardeşi ise Türkiye’de Müslüman aileler tarafından evlat edinilmiş ve birbirlerinin izini kaybetmişler.
Birkaç yıl sonra, Natan eve malzeme almak için dışarı çıktığında kız kardeşiyle karşılaşmış. İlk başta birbirlerini tanımamışlar birazcık konuşunca kardeş olduklarını farketmişler. Ardından birlikte yaşadıkları aileleri terk edip, birlikte kaçmaya karar vermişler.
Henüz 13 yaşlarındayken yemek ve su olmadan önce Halep’e oradan Beyrut’a gitmişler. Arda ve Doris, dedelerinin onlara kaçarken neler yaşadığını, çöpteki kavun kabuklarıyla karınlarını doyurup, sıvı ihtiyaçlarını nasıl idrarla karşıladıklarını anlatmış.
Sonunda Beyrut’a yerleşmişler. Natan önce bir bakkalda çalışmaya başlamış, sonra hem kendine hem kardeşine bakabilecek hale gelmiş. Her ikisi de evlenmişler.
Beyrut’ta doğan ve şu anda Los Angeles’ta yaşayan Melkonyan kardeşler, Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi’nde (UCLA) öğretim görevlisi.
Melkonyan kardeşler, birlikte çalışıyor. Röportajı yaparken birbirlerinin cümlelerini tamamlıyorlar. Cevaplarını da ayrıştırmadan yayınlıyoruz.
* Ermeni soykırımında, kadınların hayatta kalması evlilikler aracılığıyla gerçekleşti. Bu evliliklerle ne amaçlanıyordu sizce?
Hayatta kalanların anılarını okuduğumuzda bu evliliklerin işlevsel amaçlarla gerçekleştirildiğini gördük. Kadınların çoğu bunu hayatta kalmanın tek yolu olarak görüyordu. Hatta çoğu için kendi hayatlarını değil, akrabalarını, hayatta kalan yakınlarını kurtarmanın tek yoluydu. Yani yakınlarını kurtarmak için kendilerinden fedakarlık etmeye karar vermişlerdi.
* Bu evliliklerle çocuklarını mı kurtarmaya çalışmışlardı?
Bu geride kimin kaldığına göre değişiyordu. Kocası ölmüş kadınlar, bu evlilikler aracılığıyla çocuklarını kurtarmaya çalıştılar. Bazıları kız kardeşlerini… Kimleri kurtarabildikleri, kimlerin hayatta kaldığıyla ilgiliydi.
Bazen de birilerini kurtarmak için yalan söylüyorlardı, örneğin ‘bu benim kardeşim’ diyerek başkalarını da kurtarmaya çalışmışlar.
* Peki Osmanlı’nın bu evliliklerden beklentisi neydi sizce?
Üzerinde çalıştığımız anılarda, tam olarak bu konudan bahsedilmese de, evliliğin ailenin mal varlığına da sahip olmanın bir yolu olduğu anlatılıyordu.
Ama sadece Ermeni soykırımı değil, tüm çatışmalarda kadınlar genellikle hakim grubun içinde eritilir ve asimile edilir. Bu nedenle onlara hayatta kalmaları için evlilik seçeneği sunulur. Erkek ise öldürülür çünkü kolayca asimile edilemeyecekleri düşünülür. Dolayısıyla erkeklere böyle bir seçenek genellikle sunulmaz.
Çalışmalarda gördüğümüz kadarıyla Türkiyeli kadınlarla evlenen Ermeni erkekler de var ama bu çok çok nadir bir vaka.
* Birçok Ermeni çocuk da Türk, Kürt ve Arap ailelerce evlat edinildi. Bunun nedeni neydi? Devşirme kültüründen yola çıkarak asimilasyonu kolaylaştırmak mı, ücretsiz ev işçiliği mi ya da çocukları kurtarmak mı?
Bunun nedenleri aileden aileye değişiyordu aslında. Bazı aileler sadece bu çocukları kurtarmak istemişti. Ama bu çocukları ücretsiz emek olarak gören aileler de vardı; onlara yemek ve barınma sağlayarak onları ev işlerinde ve diğer işlerde çalıştırıyorlardı. Çocuğu olmayan çiftler de söz konusuydu. Onlar da bir aile oluşturmak için çocukları evlat edinmişler.
Çocukları, özellikle kız çocuklarını seks kölesi olarak kullananlar da vardı. Hizmetçi olarak çalışanların yanısıra köle gibi kullanılan çocuklar da vardı. Dolayısıyla onlara hakları da tanınmıyordu. Hem fiziksel hem psikolojik olarak sömürülüyorlardı.
Karı koca arasında da sorun olabiliyordu, bazı ailelerde erkekler çocukların kalmasını istiyor ama kadın bunu istemiyor, çünkü kızları kendisi için bir tehdit olarak görüyordu.
* Bu evliliklerin hepsi zorla evlilikler miydi?
Yerinden edilmiş, yakınları öldürülmüş insanlardan bahsettiğimiz için kadınların bu evlilikleri gerçekten isteyerek gerçekleştirdiğini sanmıyoruz. Eminim soykırım gerçekleşmeden önce tanıdıkları Türk erkeklerle evlenen nadir vakalar da mutlaka vardır…
* Evlat edinilen çocuklar Ermeni kökenlerinden haberdar mıydı?
Bu, kaç yaşında evlat edinildiklerine göre değişiyor. Çok küçük yaşta evlat edinilenlerin bundan haberi yoktu. Ama yaşı daha büyük olan çocuklar bunu çok iyi biliyorlardı ve bazıları yeni bir evde, tanımadıkları bir kültürde, isimleri ve dinleri değiştirilerek yetiştirilmeye, başka bir kültürün pratikleriyle yaşamaya direndiler. Kaybettikleri ailelerini hatırlıyorlardı.
Yaşça büyük olan çocuklar, küçük çocuklara orasının onların evi olmadığını hatırlatıyordu. Küçük çocuklar kolayca etkilenir ve asimile olur. Dolayısıyla yeni aileleri onlarla ilgilendiği sürece, bu aileyi kabulleniyorlardı ve yaşı daha büyük olan akrabaları onlara köklerini hatırlatıyordu.
* Müslümanlaştırma mekanizmaları kadınlar üzerinde nasıl işletildi?
Çoğu adım herkes için geçerliydi. Örneğin herkesin ismi değiştirildi, Ermenice konuşmaları engellendi, din değiştirip İslam’ı kabullenmeleri gerekti, erkekler sünnet edildi. Çalışmalarımızda kadınlara yönelik sadece kadınları kapsayan uygulamalara rastlamadık.
Ama kadınlar din değiştirme konusunda ciddi bir direnç gösterdiler. Kadınların kurnazca yöntemler kullanarak din değiştirmediği vakalara da rastladık.
* Bu kadınların Müslüman toplumundaki yeri neydi peki? Ermenilikleri nedeniyle görünmezler miydi? Yoksa Müslümanlaştırılmış olmaları onları görünür mü kılıyordu?
Cevaplaması zor bir soru, çünkü çoğunlukla hikayenin bir tarafından haberdarız, Ermeni toplumuna geri dönenlerden.
Okuduğumuz anlatılarda, din değiştirmeden sonra kabul görüp görmediklerinden bahsetmiyorlar. Bu gibi konulara referans vermiyorlar. Sadece yaşadıklarından, dinlerinin nasıl değiştirildiğinden ya da nasıl dinlerini değiştirmiş gibi davrandıklarından bahsediyorlar.
Çoğu gizlice ritüellerini gerçekleştirmeye devam etmiş. Hayatta kalanların çoğu kimliklerinin kaybolmaması için çeşitli stratejiler geliştirmiş ve aslında Müslümanlaştırılmış gibi yapmışlar.
Hayatta kalanlar toplum tarafından nasıl karşılandıklarını değil ama aile içinde yaşanan çatışmalardan bahsediyor.
* Kadınlar hayatta kalmak için sessiz kalmaları gerekirken, bir taraftan da Ermeni hafızasının bugüne taşınmasını da sağlayanlar oldu. Bu ikisi nasıl birarada gerçekleşti?
Kadınlar sessizleştirilmişti ama yapabildikleri ölçüde kimliklerini korudular. Örneğin bir kadın her ekmek yapışında, ekmeğin üzerine haçı sembolize eden bir artı çizdiğini anlatıyordu. Yani küçük detaylarla kültürlerini devam ettirmenin, bunu kendilerine hatırlatmanın bir yolunu buldular.
Ama yine de bunun ne kadarını çocuklarına aktarabildiklerinden emin değiliz. Şu anda bu konuyu torunlar dillendiriyor. Ama bu torunlar, aslında çok az şey biliyorlar.
Daha çok soykırımdan kaçan ve Suriye, Lübnan, Musul, Bağdat gibi yerlere kaçanlar kimliklerini koruyup, hafızayı aktaranlar oldu.
* Müslümanlaştırılmış Ermeniler konferansı için Türkiye’desiniz. Ama bu müslümanlaştırılma meselesi yakın zamana kadar Ermeni diasporasının da görünür değildi. Artık bir gündem maddesi.
Ermeni soykırımından hayatta kalanların torunları, yaşananları Türkiye’de dile getirmeye başladılar. Diaspora da burada konuşmak isteyen bir topluluk, Ermeni kökenli bireyler olduğunu gördü. Fethiye Çetin’in kitabı çığır açıcıydı. Onun ortaya çıkıp “Benim anneannem Ermeni’ydi” demesi bir kapı açtı. Birçok insan için cesaret vericiydi.
Şimdi daha farklı bir topluluk var ortada. Diaspora tabii ki burada Ermeniler olduğunu biliyordu ama onlar konuşmadığı sürece, diasporanın onlar adına konuşması olmazdı. Şimdiyse insanlar konuşmaya başladı ve diaspora da onlarla ilişkilendi.
* Ermeni meselesi, özellikle soykırım, Türkiye’de çok yakın bir tarihe kadar büyük bir tabuydu. Şimdiyse, her şeyi olmasa da, birçok şeyi yüksek sesle konuşabiliyoruz. Ama bu konunun hep kadın yazar ve araştırmacılar tarafından irdelendiğini, dillendirildiğini görüyoruz. Sizce mücadelelere neden hep kadınlar öncülük ediyor?
Bu gerçekten enteresan. ABD’de de kadınların konuştuğu, taleplerin kadınlar tarafından dile getirildiği bir yapı var.
Bu konudaki teorilerden biri kadınların kaybedecek daha az şeyi olduğu. Kadınlar kendilerini bu “erkekler klübünün” kurallarıyla sınırlandırmıyorlar. Ayrıca erkeklerden çok daha cesaretliler.
Ama bu önemli bir soru ve sadece Ermeni meselesinde değil. Evet, neden erkekler bunu yapmıyor?
* Konferansı nasıl buldunuz?
Bu konferansla diyalog başladı. Konferansa her gün 500 kişinin gelip yapılan çalışmaları ve tanıklıkları dinlemesi çok etkileyici.
Diasporadaki ve buradaki insanlar birlikte tartışmaya başladı, bu ilişki de ilerlemiş oldu. Konferansın Hrant Dink Vakfı çatısı altında düzenlenmesi de çok önemli. (ÇT)