*Fotoğraf: BionTech'in Marburg'taki aşı üretim tesisi/ AA
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), 50 yıllık müzakerelerden sonra 1995 yılında kurulduğunda Fikri Mülkiyet Haklarının Ticaretle İlgili Yönlerini düzenleyen TRIPS anlaşması da yürürlüğe girmişti. DTÖ anlaşmalarına taraf olan devletler hangi ürün söz konusu olursa olsun, patent korumasını da kabul etmiş oluyorlar.
Patent koruması patenti elinde bulunan şirkete en az 20 yıl boyunca ürünü üretme, fiyatlandırma, satma, kimlere satılacağına karar verme konularında tekel hakkı sağlıyor.
Üstelik üretim sürecinde gerçekleştirilen küçük bir değişiklik ile patent hakkının süresi uzatılabiliyor. 2002'de DSÖ, UNICEF ve Dünya Bankası’nın (DB) çıkarttığı bir kitapta aşıda patent hakkının yoksul ülkelerde milyonlarca çocuğun ölümü anlamına geldiği ifade edilmişti.
İlaç şirketlerini egemenliği
Sağlık alanında tıbbi teknoloji, tanı testleri, ilaçlar, aşılar gibi ürünlerde patent koruması sağlık hizmetlerine erişimin önünde çok ciddi bir engel oluşturuyor.
DTÖ’nün TRIPS anlaşmasına taraf olan ülkelere on yıllık bir geçiş süreci tanımlanmıştı. O yıllarda Küba, Brezilya, Çin, Hindistan, Tayland gibi ülkelerde eşdeğer ürünler üretilebiliyor ve daha ucuz fiyata erişilebiliyordu.
Anlaşmayı imzalayan ülkeler, varsa kendi ürettikleri eşdeğer ilaç ve aşıları üretmeye devam edebilecekler, sürenin sonunda patent koruması o ülke için de geçerli olacaktı.
Sonuç olarak 2005 yılına dek bir geçiş süreci yaşandı, aşı üreten kamu kurumları özelleştirildi ve sonra sahne ilaç şirketlerinin egemenliğine terk edildi.
AIDS pandemisi
Bunun en çarpıcı örneğini 2000’lerin başında AIDS pandemisi sırasında deneyimlemiştik. O yıllarda güney yarı kürenin pek çok ülkesinde AIDS toplumların beklenen yaşam süresinin kısalmasına, çocukların öksüz ve yetim kalmalarına, doğuştan HIV pozitif olmalarına yol açıyordu.
Özellikle trans Afrika karayolunun güzergahındaki yoksul ülkelerin nüfusu büyük oranda HIV pozitif idi. Aşı geliştirme çalışmaları pahalı, olası “müşteriler” alım gücü olmayan yoksullardı.
İlaç şirketleri aşı geliştirmeyi kârlı bir alan olarak öncelemediler, DSÖ, UNICEF ve DB’nın kitabında aşı üreticilerinin, gelişmekte olan ülkelerde milyonlarca insanı öldüren HIV/AIDS, tüberküloz, sıtma gibi hastalıklara karşı aşı üretme gibi bir “istek” duymadıkları yazıyordu.
Ama HIV ile mücadelenin çok yaşamsal aracı olan antiretroviral ilaçlar geliştirilmişti ve kuzey yarı küredeki görece alım gücü daha yüksek “hasta pazarı!” nedeniyle antiretroviral ilaçlar şirketler için çok kârlı bir alandı.
Aşı patenti için mahkeme
HIV/AIDS’in epidemik olduğu Brezilya, Güney Afrika gibi ülkelerde artan ölümler aynı zamanda halk kitlelerinin ilaca erişim mücadelesini de gündeme getirdi. Brezilya ve Güney Afrika devletleri eşdeğer antiretroviral ilaçları üretme yetkisi talep ettiler, DTÖ TRIPS anlaşması nedeniyle olanaksız olduğunu belirtti.
İnsanlar hastalanmaya ve yaşamlarını yitirmeye devam ediyordu. Güney Afrika devleti Pfizer şirketine Tahkim mahkemesinde bir dava açarak üretim hakkı talep etti, anlaşma gereğince bu talebin gerçekleşmesi aslında olanaksızdı.
İnsan hakları savunucuları, sağlık emekçileri, hukukçuların küresel ortak mücadelesi şirketin geçici olarak haklarından vazgeçtiği bir meşruiyet zemini oluşturdu ve mahkeme şirket lehine sonuçlansa da şirket hakkından geçici olarak feragat etti ve patent hakkı esnetildi.
Doha deklarasyonu
2001 yılında DTÖ, Katar’ın başkenti Doha’da bir toplantı düzenleyerek TRIPS’in esnetilmesi koşullarını kurala bağladı. HIV/AIDS, tüberküloz, sıtma v.b. epidemiler bir ulusal felaket durumundaysa, ulusal yasalar izin veriyorsa diye başlayan ve uzayan koşullar yerine getirilebilirse patent hakkı esnetilebilir denildi.
Ne zamana dek? TRIPS’in esnetilmesi 2016 yılına dek geçerli denmişti Doha deklarasyonunda.
2000’lerin başından bu yana aşı pazarında temel bir değişiklik oldu. Kamu kurumları üretim sahnesinden çekilmeye başlamış, 1998-2001 yılları arasında 14 gelişmiş ülke aşı üreticisi geleneksel aşıları üretmeyi ya azaltmış ya da tamamen bırakmıştı.
Kamunun bıraktığı boşluğu uluslararası sermaye doldurdu. 2000 yılında DSÖ, UNICEF, DB, ulusal hükümetler, uluslararası kalkınma bankaları, hükümet dışı kuruluşlar, Bill ve Melinda Gates Vakfı, aşı endüstrisinin temsilcilerinden oluşan GAVI / Bağışıklama için Küresel işbirliği kuruldu.
Bu arada geleneksel çocukluk çağı aşılarının üretimi ilaç şirketleri tarafından kârlı bir alan olarak görülmemeye başlanırken kanser aşıları olarak anılan İnsan Papilloma Virüsü, Hepatit B gibi aşılar patent korumasında ve pahalı aşılar olarak sahneye çıktı.
Üstüne Hong Kong'taki H5N1, sonrasında Kuş Gribi gibi salgınlar hükümetlerin aşı üreticileriyle olası bir salgın için aşı anlaşmaları yapmaya başlamalarını gündeme getirdi.
Artık aşı da şirketler için kârlı bir alana dönüşmeye başlamıştı. Kuş Gribi salgını sonrasında Güney Amerika’da 1990'larda dozu 2 dolar olan grip aşısı, 2007 yılında 12 dolara satılmıştı.
Şimdi ne oluyor?
Gelelim günümüze...
Günümüzde COVID-19 pandemisi tanı testleri, ilaçlar ve aşı geliştirme çalışmaları üzerinden sağlık alanında gerçekleşen hegemonya savaşlarını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Aşı geliştirme genellikle on yıl sürer, Avrupa Komisyonu bunu güvenlik, kalite ve etkinlikten ödün vermeden 12-18 ayda gerçekleştirmeye çalışmayı hedefledi. Pandemi koşullarında aşı çalışmalarının üç koşulu vardı: Hız, ölçeğe uygun üretim-dağıtım ve küresel erişim.
Fon toplandı
Ancak bazı zorluklar vardı: Üretim kapasitesinin geliştirilmesi için geniş çaplı yatırım yapılması ve klinik araştırmalar sona erdiğinde üretime geçebilmek için büyük miktarlarda hammadde sağlanması.
26 Mart 2020’de G 20 pandemiye hazırlık ve yanıt için küresel bir girişim oluşturmaya karar verdi. AB ise 24 Nisan’da bu bağlamda Küresel Yanıt adını verdikleri bir program çerçevesinde bir fon toplanması için çağrıda bulundu.
Başlangıç finansmanı olarak 7,5 milyar euro toplanması ve toplanan fonun tanı, tedavi ve aşı için kullanılmasının hedeflendiği belirtildi. 4 Mayıs 2020’de yapılan bir konferansta bu fon toplandı.
Toplantıda Fransa Devlet Başkanı Macron aşının kimseye ait olmadığını söylese, Almanya Şansölyesi Merkel de bu sözleri tekrar ederek aşının bedelinin karşılanabilir olacağı sözünü verse de kimse evrensel erişimin sağlanabilmesi ve aşının tüm insanlığın kullanımına açılabilmesi için fikri mülkiyet hakları meselesinin nasıl çözümleneceğine ilişkin net sözler söylemedi.
Ertesi gün The Guardian gazetesi; fon desteği alan ilaç şirketlerinin yeni aşı ve ilaçlar açısından fikri mülkiyet haklarından vazgeçmelerinin gerekmediğinin, ancak bu ürünlerin dünya çapında karşılanabilir bedellere satılacağının AB yetkilileri tarafından belirtildiğini yazdı.
Kamu araştırma kurumlarında yapılıyor
Ancak küresel olarak kamuoyunun gözünden saklanan bir gerçeklik var. Aşı araştırma-geliştirme çalışmaları çoğunlukla merkez kapitalist ülkelerin kamu araştırma kurumlarında gerçekleştiriliyor. İlaç, aşı, tıbbi gereçlerin üretim tarihi temel yatırımların kamu kurumlarında gerçekleşmesi ve ürün ortaya çıktığında haklarının özel sektöre satılması ve patent korumasıyla yoksullar için erişilmesi güç hatta olanaksız hale gelmesinin tarihidir. İçinde bulunduğumuz pandemi döneminde de kamu kurumları ellerindeki bilgi birikimini küresel bir felaketle karşı karşıya olunması nedeniyle şirketlerle paylaştılar.
Örneğin Moderna şirketi hızlı çözüm finansmanı olarak ABD devletinden 2,4 milyar dolar destek aldı, Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün (NIH) geliştirdiği spike protein teknolojisini kullandı.
Şirketin faaliyetleri tümüyle vergilerle finanse ediliyor. Astra Zeneca şirketi kamusal fonlardan 1,6 milyar dolar acil çözüm desteği aldı, Oxford Üniversitesinde geliştirilen aşıyı pazarlıyor.
Pfizer/BioNTech 1,9 milyar dolar acil çözüm desteği kullandı, aşının üretiminde Ulusal Sağlık Enstitüsü’nün spike protein teknolojisini kullandı.
Ön alım anlaşmaları
Bu arada merkez kapitalist ülkeler aşı araştırmalarını destekleyecek fon aktarımlarıyla araştırma bir aşıyla sonuçlanmasa da, risk alarak olası aşılar için ön alım anlaşmaları yapmışlardı.
Kanada nüfusunun dokuz, Birleşik Krallık ve ABD beş katı doz aşı için farklı şirketlerle ön alım anlaşmaları yaptılar. AB ülkeleri de yüzlerce milyon dozluk ön alım anlaşmaları yapmışlardı.
Desteklenen aday aşıların hiçbirinin başarılı olmama riski vardı ancak aşıya erken erişimin kıymeti çok büyüktü ve korunacak yaşamlar ve kaçınılacak ekonomik hasar açısından risk almaya değer olduğu belirtildi bu ülkeler tarafından.
Böylece dünya zengin ülkelerin aşı çalışmalarına finansman sağlama ve aşı ön alımı rekabetine sahne oldu. Üretilen ilk aşıların hangi ülkeye sevk edileceklerine dair gerilimler yaşandı.
Kimler erişebilecek?
Aşı ve ilaç geliştirme çalışmaları son hız sürerken bu yeni ürünlere kimlerin erişeceği sorusu önemlidir.
Önceki pandemilerin deneyimleri herkesin erişim şansının eşit olmadığı yönündedir. 2009 yılında İnfluenza A (H1N1) pandemisi sırasında zengin ülkelerin fiilen tüm aşıları satın aldıkları biliniyor. Toplumların en dezavantajlı kesimleri dışarıda kalacaktır.
17 Mart 2020’de Şili Parlamentosu koronavirüs pandemisinin aşı, ilaç, tanı testlerine ve sürveyans, korunma, tanı ve tedavi için gerekli teknolojilere erişimi kolaylaştırmak için zorunlu lisans kullanımını meşru ve olanaklı kılması gerektiğini açıklar.
Zorunlu lisans patentin tekelci etkisini askıya alıyor ve patent sahibinden başkalarının da söz konusu ürünü üretmesini ve sağlamasını olanaklı kılıyor. 20 Mart’ta Ekvator Ulusal Meclisinin Eğitim, Kültür, Bilim ve Teknoloji Komisyonu bir karar yayınlar ve Sağlık Bakanına koronavirüs teknolojilerinin patentleri için zorunlu lisans açıklaması yapması için çağrıda bulunur.
Patent havuzu talebi
Costa Rika DSÖ’ye COVID-19 için bir havuz mekanizması geliştirilmesini önerir. COVID-19 havuzu pandemiye yanıt verebilmek için gerekli bilginin varlığının öngörülebilir olmasını sağlayacaktır.
DSÖ Başkanı çağrıyı olumlu karşılar ve tüm ülkelere, şirketlere, araştırma enstitülerine açık veri, açık bilim, açık işbirliği çağrısı yapar.
İlaç Patent Havuzu zorunlu lisans, TRIPS’in esnetilmesi gibi unsurlar hayata geçirilmedikçe işlerlik kazanamıyor. Costa Rika’nın 23 Mart’ta DSÖ’den gönüllü patent havuzu oluşturulması talebinin başarısı, patent sahiplerinin bu havuza katılma isteklerine bağlıdır.
Çeşitli ülkelerin şu anda ve önceki dönemlerde yöneticiliğini yapmış siyasetçiler, Birleşmiş Milletlerin farklı örgütlerinde görev yapmış yöneticilerin de içinde olduğu 139 insan, 14 Mayıs 2020’de bir çağrı yaparlar.
"Halkın aşısı" çağrısı
Aralarında halen devlet başkanı, bakan olanlar vardır, geçmişte farklı ülkelerin devlet başkanlığını, bakanlıklarını yürütenler de. Türkiye’den de Hikmet Çetin çağırıcılar arasında yer alıyor. Çağrı dünya kamuoyuna şöyle sesleniyor:
“Milyarlarca dolarlık kamu tarafından desteklenen araştırmalarla pek çok aşı adayı geliştirilmekte ve bazıları da klinik araştırma aşamasına gelmiş durumda. Mesele aşı ve tedaviye erişimin küresel düzeyde kamu malı olarak kabul edilmeleri ve insanlık yararına kullanılmalarıdır.
“Tekellerin kaba rekabeti ve ulusalcılık kabul edilemez. COVID-19 aşı, tedavi ve testleri konusunda küresel olarak DSÖ liderliğinde bir anlaşma yapılması için çağrıda bulunuyoruz. ... Özünde eşitlik ve dayanışma olan bir ‘halkların aşısı’ tüm insanlığı koruyabilir ve toplumlarımızı yeniden işler hale getirebilir”.
OXFAM dünyadaki herkes için COVID-19 aşı araştırmaları, üretimi, dağıtımının maliyetini 70,6 milyar dolar olarak hesaplamıştı. IMF’nin Haziran 2020’de yaptığı projeksiyona göre küresel ekonominin kümülatif kaybı da 2020-2021 için 12 trilyon dolar olarak öngörülüyor.
Herkese aşı sağlanması için gereken para COVID-19’un küresel maliyetinin yüzde 0.59’u. Ama bu hesabın bizler onun için mücadele etmezsek hayatta bir karşılığı yoktur.
Öte yandan ABD Başkanı Joe Biden tarafından patent korumasının esnetilmesi gerektiği çağrısı, geç gelen ama olması gereken bir çağrı.
Yoksulların aşılanması
Çağrıya DTÖ’nün verdiği soğukkanlı yanıt ürperticidir. 2020 yılının Ekim ayından bu yana TRIPS anlaşmasının esnetilmesi meselesinin müzakere edildiğini belirtiyor DTÖ! Aşı onlar için harika bir ticaret, insanlık için yaşam kurtaran bir keşiftir.
Gelinen aşamada merkez kapitalist ülkelerin toplumlarını hızla aşılamaya devam ettiklerini biliyoruz. Küresel güneye ise 49 milyon doz aşı dağıtımı yapılabilmiş!
Yoksul ülkelerin aşılanması için 45 milyar dolara daha ihtiyaç var ve 2023 ortalarından önce bu ülkelerde aşılamanın tamamlanması olanaksız görünüyor.
Bizlere düşen küresel olarak kamusal kaynaklarla yaratılan bilgi birikiminin şirketler tarafından gasp edilmesi anlamına gelen patent korumasına karşı mücadele etmek ve dünya insanlığına ait olması gereken aşılara erişim hakkımızı mücadele ederek geri almaktır.
(FAT/NÖ)