*Fotoğraf: AA
Giderek daha fazla oranda bulaşıcı hastalıkların varoluşsal bir tehdit oluşturdukları ifade ediliyor ve acil uluslararası politikalarla yanıt verilmesi gerektiği belirtiliyor. Trump, Macron, Jinping pandemiyi bir varoluşsal tehdit ve mücadeleyi de bir savaş olarak tanımladılar. Bu varoluşsal tehdit söylemi ilgili kitle tarafından kabul edildiğinde istisnai ve olağanüstü tedbirler olanaklı hale geliyor. HIV/AIDS, SARS gibi pandemilerin güvenlikleştirilmelerinden elde edilen deneyim, politik liderlerin COVID-19’a karşı güvenlik söylemiyle pozisyon almalarını kolaylaştırdı.
Salgının yarattığı bir olağandışı durum var, bununla mücadelenin gerektirdiği halk sağlığı önlemlerinin de bir algoritması var. Bu algoritmanın temelini epidemiyolojinin kavramları oluşturmakta; sürveyans, temaslı taraması, karantina, izolasyon, tecrit. Bu kavramların temel amacı bulaş zincirini kırmak, hastalığın yayılmasını kontrol altına almaktır. Ama aynı kavramlar, hastalık mücadelesinin epidemiyolojik yöntemleri ne yazık ki sadece hastalıkla mücadele amacıyla değil, baskı uygulamalarının gerekçesi olarak da kullanılmaktadır. Hükümetler ve devlet yetkilileri sıra dışı ve istisnai kontrol önlemlerini ve komutları operasyonel bir dil kullanarak ifade etmektedir. Bu olağanüstü ve istisnai dil aslında neoliberal yönetimselliğin biyopolitik, biyomedikal ve hijyenik mantığı açısından olağan ve sıradan bir durum. Kuşkusuz salgının güvenlikleştirilmesi ve salgın önlemlerinin güvenlik perspektifiyle araçsallaştırılması neoliberal politikaların uygulanabilirliğini sağlamak için. Bu nedenle pandemi yönetiminin neoliberalizmle malûl olduğunu not düşmek gerek.
COVID-19 salgınının epidemiyolojisi toplumda var olan ve sıklıkla gizlenen eşitsizlikleri derinleştirmesi ve hastalığın özellikle toplumun en dezavantajlı kesimleri üzerindeki negatif etkileri ile biyolojik olduğu kadar politiktir de. Salgının kontrol edilebilmesinin de sadece teknik bir mesele olmadığını biliyoruz. Salgın mücadelesinin epidemiyolojik yöntemlerinin baskı politikaları için araçsallaştırılmaları ciddi bir ikilem yaratıyor. Salgının sınırlandırılması, hastaların erken tanısı ve tedavisinin sağlanması, başkalarına hastalığı bulaştırmalarının önlenmesi, hasta olmayanların bulaş riskinden korunmalarının bedeli totalitarizm olmamalıdır. Epidemiyolojinin salgınla mücadele araçlarına bir bakalım:
Sürveyans ya da gözetim
Sürveyans aslında şüpheli bir kişi veya grubun, bir yerin ya da süregiden bir faaliyetin bilgi toplama amacıyla gözetim altında tutulması demektir.
Salgınla mücadelenin birinci aşaması hastaların, hastalarla temas edenlerin saptanması ve bulaşın engellenmesidir. Bu amaçla bir aktif sürveyans sistemi kurulur ve hastaları bulmak için çaba harcanır. Bunun yolu yaygın bir biçimde test yapılmasıdır. Bu kapsamda kimlerin, nerede yaşayanların, ne zaman hastalandıkları, hastalığın nasıl seyrettiğinin, değişim eğilimlerini gözlemleyip sistematik bir biçimde analiz ederek uygun kontrol önlemlerinin alınması söz konusu olabilmektedir.
Ancak ne yazık ki pandemi sürecinde hastalanan ve yaşamını yitiren kişilerle ilgili olarak şeffaf bir biçimde bilgi paylaşılmadığını, hakikatin gizlendiğini deneyimledik. Hakikatin karartılması pandemi mücadelesinde önümüzü görmemizi engelledi.
COVID-19 dijital çağda deneyimlediğimiz en büyük ölçekli pandemi. Dijital gözetim kişisel hayatın gizliliği ve insan hakları alanında karmaşık sorunlara yol açıyor. Ülkeler COVID-19’u sınırlamak için dron ile gözetim yapıyor, yüz tanıma teknolojileri, temaslı tarama ve zorla karantina aplikasyonları kullanıyor. Uluslararası insan hakları hukuku olağandışı durumlar bile söz konusu olsa tıbbi sürveyansın yasallık, gereklilik ve orantılılık ölçütlerini karşılaması gerektiğini işaret ediyor. Pandeminin sisi dağıldığında gözetim de bitecek diye düşünmek safdillik olacaktır, kapitalizmin gözetimi süregidecektir.
Temaslı taraması
Temaslı taraması bilinen bir vaka ile yakın teması olan kişilerin saptanması ve tedavi edilmelerini hedefler. Temaslı tarama sistemlerinde hangi verilerin toplanacağının çerçevesinin yasa ile tanımlanması, toplanan verinin şifrelenmesi, GPS, kimlik ve sosyal güvenlik verilerinin toplanmaması, toplanan verilerin sınırlı bir süre sonra silinmesi gerekir. Oysa pandeminin pik yapmasından sonra küresel olarak gizli servis yasaları üzerinden geliştirilen ve bilgilerin yayınlanmadığı, kamuoyu ile çok sınırlı bir bölümünün paylaşıldığı, tüm vatandaşların kimlik, sosyal güvenlik verilerini şifrelemeden toplayan ve verileri on yıllarca saklayan sistemler geliştirildiği bilinmektedir.
Karantina
Karantina hastalık şüphesi olanların, hastalarla temas etmiş olduğu bilinen ya da düşünülen kişilerin, o hastalığın etkeninin en uzun kuluçka süresi kadar bir zaman diliminde, uygun koşullarda, sağlıklı kişilerle temasının önlenmesi, onlardan ayrı yerlerde tutulmasıdır. Ülkemizde karantina uygulanmasında ne yazık ki bilimsel, sistematik ve bütünsel bir yaklaşım olmadı. Pandemide karantina tersine çevrildi, evde kalma politikaları ve kendi kendine izolasyon çağrıları ile pandemiye verilen yanıt kişiselleştirildi, gönüllü ve sorumlu bir seçim sorununa dönüştü ve böylece krizin yönetimi özelleştirilerek bireye yüklendi.
Bunun çarpıcı bir örneği Rusya’da gerçekleşti. Moskova Belediye Başkanı 21 Nisan 2020’de bir genelge yayınlayarak çocuklar dahil solunum sistemi hastalıkları belirtileri gösteren ve COVID-19 testi pozitif çıkan kişilerin kendi kendilerini karantinaya alacaklarını bildirdi. Bu kapsamda doktorların da hastalarına bir karantina bildirimi imzalatmaları gerekliydi. Bu bildirimde insanlara küçük puntolarla telefonlarına bir aplikasyon indirmeleri gerektiği bildiriliyor, karantina bildirimini imzalamayanlar ise zorla hastaneye yatırılıyordu. Aplikasyon kullanıcının bulunduğu yere, arama bilgilerine, ilişki ağına vb ulaşıyor ve iki hafta boyunca kişinin evden çıkıp çıkmadığını izliyor, rastgele bir biçimde kullanıcılara evden çıkmadıklarını kanıtlayacak bir selfie çekme emri gönderiyor, kullanıcı bu uyarıya yanıt vermezse otomatik olarak 4000 ruble (56 Dolar) ceza yazılıyordu.
İzolasyon ve tecrit
İzolasyon-ayırma hastalık tanısı konanların, hastalığın bulaşıcılık süresi kadar bir zaman dilimi için ayrı tutulmasıdır. Böylece hasta kişinin etkeni sağlıklı kişilere doğrudan ya da dolaylı olarak bulaştırması engellenmeye çalışılır. COVID-19 tanısı alan ve hastanede tedavisi gerekmeyen olguların, uygun koşullar sağlanarak, ailenin diğer üyelerinin korunması için gerekenler yapıldıktan sonra evlerinde tutulmaları bir izolasyon uygulamasıdır.
Tecrit-ayrı tutma ise izolasyonun tersidir. Hastalanmamış, sağlıklı ama hastalanma riski olduğu bilinen kişilerin ayrı tutulmasıdır. Amaç hasta olma riski taşıyanların hastalanmasını önlemektir. Günümüzde 65+ yaş grubu yurttaşlarımıza uygulanan sokağa çıkma kısıtlaması bir tecrit uygulamasıdır. Arendt politik bağlamda tecridi, insanların yaşamlarında ortak bir kaygı ile birlikte hareket ettikleri politik alanın tahrip edilmesiyle içine sürüklendikleri çıkmaz olarak tanımlar. İnsanları totaliter olmayan dünyada totaliter egemenliğe hazırlayan şeyin, bir zamanlar sınırda bir deneyim olan yalnızlığın, yaşlılık gibi belirli marjinal sosyal koşullarda sürekli büyüyen günlük bir deneyim haline gelmesi olduğunu belirtir. Bu bağlamda özellikle yaşlılarda tecridin anksiyete, depresyon, yalnızlık, uyku bozuklukları gibi etkilerinin olmasına şaşırmamak gerekir.
“Hayat Eve Sığar” uygulaması da “gönüllü” tecrit uygulamasının bir örneğidir. Evde kalma olanağı, şansı olanların kendilerini gönüllü olarak toplumun diğer kesimlerinden tecrit etmeleridir. Ancak bir de hayatı eve sığmayanlar var.
Hayatı eve sığmayanlar
Pandemi döneminde emekçilerin bir bölümü uzun süreli ya da kalıcı olarak işlerini, geçim kaynaklarını yitirdiler. Bir kısmı da açık ya da örtük bir biçimde zorla çalıştırıldılar. İnsanlar yaşamlarını, yine onu korumak için tehlikeye atmaya zorlandılar.
Greg Bird tehlikeli ve hijyenik olmayan, ancak gerekli ve hayat kurtarıcı olan işleri yapmaya zorlanan emekçileri biyolojik işçiler olarak tanımlıyor. Bu kişilerin emeklerinin özü, destekledikleri hayat, başkalarının hayatıdır. Bu salgın sırasında biyolojik emekçiler, fabrikalarda, hastanelerde çalışmakta, malları taşımakta, hizmet üretmektedir. Fabrikalarda fiziksel mesafe önlemlerinin uygulanabilme koşulları çoğunlukla yoktur, olsa da uygulanması bireysel bir sorumluluktur.
Pandemi sürecinde zorla çalıştırmanın en belirgin örneği “kapalı çalışma” ile Dardanel fabrikasında gerçekleşti. Bir kuluçka dönemi boyunca işçiler fabrikanın gösterdiği mekanlarda barınmaya ve çalışmaya zorlanmışlardı. Biyolojik emekçileri, kısıtlı kaynaklarla çalışmaya devam etmeye zorlamak, Mbembe’nin ifadesiyle bir ölüm dünyasına atılmaları anlamına geliyor. Küresel olarak pandeminin kötü yönetimi ne yazık ki bize bazı “yaşamların yitirilebilir” olduğu, bazı “ölümlerin kabul edilebilir” olduğunu dayatıyor.
Pandemi sürecinde en çok yaşamını yitiren meslek gruplarından biri olan sağlık emekçileri de bu kapsamda değerlendirilmeli. Başkalarının hayatlarını kurtarmak için kişisel koruyucu donanım olmaksızın yaşamlarını yitirme pahasına izin ve istifa yasakları ile çalışmaya zorlandılar, hastalık, yaşlılık, malullük başvuruları kabul edilmedi.
Sonuç
Devletin şirketleştiği, sağlığın bir anayasal hak olarak tanımlanmadığı, sağlık hizmetlerinin bir piyasa malı olduğu ve korunmanın bireysel sorumluluk, hastalanmanın bireysel kusur olduğu koşullarda sistem bireyleri ve onların oluşturduğu toplulukları koruma sorumluluğu duymuyor. Devlet neoliberal politikalarla sosyal kimliğinden soyunduğunda geriye epidemiyolojik araçların güvenlikleştirilmesi kalıyor. Güvenlikleştirmenin en önemli payandalarından biri de hakikatin karartılmasıdır. Bu istisnai ve olağanüstü önlemler aslında liberal yönetimselliğin biyopolitik, biyomedikal ve hijyenik mantığına göre tamamen normal, düzenli ve olağan önlemlerdir.
Bulaşma riski karşısında insani temas, ilişki, bir araya gelme aniden parçalandı. Koruma ve kontrol araçları ile dışlama arasındaki farkı net bir biçimde ortaya koymak gerek. Neoliberal sistemin ve sağlık politikalarının çizdiği sınırın dışında bir ilişkinin, kolektif bir varoluşun olabilirliğini zorlamamız gerektiğini düşünüyorum. İnsanları hayatta kalmaya indirgenmiş yaşamın öznesi, hekimleri sağlık sisteminin nesnesi haline getiren sistemin dışında bir ilişki arayışı. Yeni bir dayanışma anlayışına ihtiyacımız var. Bir diğerini tehdit olarak görmeyen, bir diğerinin jandarması olmayan, karşımızdaki korunmadan bizim korunmamızın olanaksız olduğunun farkında olarak. Toplumun en dezavantajlı kesimleri korunmadıkça pandemiden çıkış yolumuzun olmadığını bilerek; mülteciler, tutuklu ve hükümlüler, yaş almış büyüklerimiz, işçiler, emeğiyle geçinenlerin yaşam haklarını savunarak...
Herkes için aşıya erişim mücadelesi vererek...
Mesele epidemiyolojinin güvenlik politikalarına alet edilmeden hastalıkla mücadelede nasıl kullanılabileceği ve nasıl demokratikleştirilebileceğidir. Engellenebilir ölümlerin durdurulmasının yolu epidemiyolojinin salgınla mücadele araçlarını totaliter rejimlerden geri almaktır. Pandemi mücadelesinin aynı zamanda neoliberal politikalarla mücadele, aynı zamanda demokrasi mücadelesi olduğunu bilerek, devlete sosyal devlet olma sorumluluğunu hatırlatarak en az bir kuluçka dönemi boyunca bulaş zincirini kırmak elimizdedir. Totalitarizm buna kapanma diyebilir, biz kolektif korunma diyebiliriz.
Kolektif korunma yaşamsal gereksinimlerin karşılanmasıyla gerçekleşebilir. Su, elektrik, ısınma, kira, gıda giderlerinin karşılanması gerekir. Pandemi sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Nasıl olacağı bizlerin kolektif olarak ne yapacağımıza bağlıdır.
(FAT/NÖ)