Fotoğraf: Irak protestorından Anadolu Ajansı (arşiv)
Petrolün zifiri karanlığında, kara bir kedere sahip olan ülkenin diğer adıdır Irak. Yıllardır savaşların, akıtılan kanların ve gözyaşlarının hakim olduğu ülkede ateşkeslerin, barışların, diktatörlerin ve petrolün getirdiği çıkar ilişkilerinin hikayesi yazıldığı ülke.
Erkeklerden tutun kadınlara, kadınlardan tutun çocuklara herkesin bomba seslerine alıştığı bir yer burası.
Dünyanın en zengin yeraltı kaynaklarına ve tarihi zenginliklerine sahip olmasına rağmen birkaç yılda bir darbe ve suikastlarla iktidarları mütemadiyen değişen Irak’ta halklar hiçbir zaman barış, huzur ve istikrar yüzü görmedi.
Birleşik Krallık tarafından halkların hilafına ve coğrafyanın gerçeklerine aykırı olarak, kendi çıkarları doğrultusunda yapay bir ulus devlet olarak inşa edilen ülke hiçbir zaman düzlüğe çıkmadı. Çok renkli, çok etnikli, çok kültürlü ve çok inançlı olan bu coğrafyanın ulus devlet zihniyeti gereği homojenleştirme çabaları yüz binlerce insanın katledilmesine, Halepçe-Enfal gibi soykırımlara neden oldu.
Irak, sekiz yıllık İran ile savaşın yaraları henüz kapanmamışken, 1991 yılında Birinci Körfez ve 2003’te İkinci Körfez savaşları ardından yeni bir sürece girdi. Farklı format ve çabalarla bir arada tutulmaya çalışılan Irak’ın Sünni mezhepçilik gömleği yerine Şii mezhepçiliği gömleğini giydirmesinin de çare olmadığı görüldü.
İki gücü terazide tutmak
Ne zaman bir Irak konusu açılsa herkesin dilinde “Irak’ın toprak bütünlüğü”nden bahsedilir. Çokça söz edilen Irak’ın egemenliği ise farklı nüfuz alanlarına bölünmüş durumda. Irak’ın yapay toprak bütünlüğüne ahkam kesen iki güç var: ABD ve İran.
Irak’ta merkezi hükümet yönetimine gelen hiçbir gücün İran’ı görmezden gelmesi mümkün değil. Çıkarları yüzde yüz birbiriyle çatışan ABD ve İran’ı dengelemek ve memnun etmek gibi grift bir krizle sürekli karşı karşıya Irak. İran ve ABD ile ortaklarının rekabeti sürdükçe kurulacak her yeni iktidarın da akıbetinin ne olacağı önceden belli. Irak’ta tarafları dengeleyecek ya da rest çekecek ve yeni bir çözüm ortaya koyacak düzeyde siyasi bir yapılanma, hareket ve otorite de görünmüyor.
Yıllarca devam eden otoriter rejimlerin sağladığı istikrar, yerini reforme edilmesi uzun sürecek güç dağılımının esas alındığı sistemlere bırakıyor. Bu zorluğun temel sebebi ise son birkaç yıldır ortaya çıkan güç boşluğunda süregelen vekalet savaşları. Bugün Irak’ta gördüğümüz şey, İran’ın aşırı yayılmacılığının ABD’nin elini çekmemesi Irak halkı üzerinde ve siyasetinde rol oynamalarının da önünü açıyor. İran’ın Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi üzerinden etkinlik kurma politikası, ABD’nin İran’ı sınırlandırma çabasına zemin hazırlıyor.
Bu iki güç arasındaki her çekişme Irak ve yönetimine de yansıyor. ABD yönetiminin, IŞİD’e karşı savaşta ortaya çıkan Haşd el Şaabi'nin dağıtılması yönündeki baskısı, Irak’ta ABD askeri varlığıyla ilgili tartışmaları kızıştırmıştı. Abdülmehdi ABD üslerinin kapatılmasını öngören tasarıyı parlamentoda engellemişti.
Yıllardır otorite zayıflığını yaşayan merkezi Irak hükümeti ABD ve İran arasındaki gerginliğe mani olamayınca sahada kriz atakları sıklaşıyor. Hal böyle olunca taraflar çeşitli metotlarla birbirlerinin hedeflerini yokluyorlar. Her iki güç de Irak’ı taraf belirlemeye ve kendi safına geçmeye zorlamaktadır. Bu kavgada Irak bir nüfuz arenasına dönüşmesi, “Iraklılık” ve “Araplık” kimliği öne çıkıyor.
Ülkedeki sistemsel sıkıntı
Irak’taki halk kurulmuş olan statüko ve gerçekleştirilen güç paylaşımının sorunlu olduğunun farkında. ABD, Irak işgali sonrasında ülkenin yönetim biçiminde bir başkanlık pozisyonu olmasını tercih etmemiş, başbakanın yürütmede bulunacağı karmaşık bir parlamenter sistemi uygun görmüştü. Cumhurbaşkanının pozisyonu da daha çok sembolik ve etkisiz olarak kurgulanmıştı.
Anayasal düzenleme olmamasına rağmen cumhurbaşkanının Kürt, başbakanın ise Şii olmasına dair fiili bir siyasi yapı ortaya çıktı. Böylece Sünni-Şii-Kürt etkeni hesabı ortaya çıktı. Fakat bu siyasi paylaşım, Irak tarihi boyunca hasmane ilişkilere sahip olan kesimlerin siyasi rekabetini kimlik özelinde kurumsallaştırdı.
Böyle bir yönetim sistemi Irak’a armağan etmek çok ucuzca. Zira Irak gibi ırksal, aşiretçi ve mezhepsel çeşitliliğin yoğun olduğu bir ülkede insanlar dini, ırksal, etnik ve mezhepsel aidiyetlerin etkisinde oy kullanır. Bu durumda, seçimlerin kişilerin ulusal görüşlerini yansıttığını varsayamayız.
Sefaleti yaşayan halkın öfkesi
Irak'ta kitlesel isyan sonucunda Başbakan Adil Abdülmehdi istifa etmişti. Bu istifa Irak halkı için yolsuzluğa bulaşmış, kifayetsiz ve kayırmacı siyaset tarzına bir meydan okumaydı. Gösterilerin bir özelliği Irak için 2003’ten beri ilk kez gerçekleşen “mezhepçilik ve particilik eksenli eğilimlerden uzak olma” durumuydu.
Irak’ta rüşvet ve kayıt dışı ekonominin ulaştığı boyutlar, petrol gelirlerinin işgal masrafları çerçevesinde ABD tarafından rehin alınması, İran’ın milis grupları üzerinden yayılması Irak halkı nezdinde bir rahatsızlık göstergesiydi.
Devlet kurumları tarumar edilmiş, ekonomisi yağmalanmış, siyaseten felç edilmiş, insanları insanlıktan çıkartılmış bir ülke sefaletin dibini yaşıyor. Halk, yozlaşmış hükumetleri istemiyor ve güveni kalmadı.
Siyasi kimliklerini devam ettirmeyi merkeze alan ve dış aktörlerle ittifak kurmalarının kaçınılmaz hale geldiği bir atmosferde iyi yönetim, gelirin adil dağılımı, yerel hizmetler gibi günlük hayatı ilgilendiren meseleler bu siyasetin aktörleri olan elitler için pek de önemli olmuyor.
Özetlemek gerekirse, bunca kronik kriz içinde debelenen Irak’ın bir ulus devlet olarak tekrar belini doğrultması ve ayakta kalması oldukça zor görünüyor.
Sünni Arapların ortak bir liderlik altında siyasi süreci etkileyecek bir inisiyatif kazanamaması, Kürtlerin seçimlerden kendi etnik çıkarları temelinde ellerini güçlendiren bir sonuç elde etmekle birlikte, sembolik cumhurbaşkanlığı makamı hariç tutulacak olursa, Irak’ın tümünü belirleyecek bir güçten uzak bulunması ve Irak’taki İran etkisi altında bir iktidarın varlığı, ABD’nin Irak’taki çözümsüzlüğünü derinleştiren etkenler Irak’ı düzlüğe çıkaramıyor.
Irak Baas yönetiminin 2002 yılında yıkılması ve ABD’nin ülkeden çekilmesiyle İran daha da görünür oldu. İran tarih boyunca Şii nüfuzu nedeniyle Irak’a kendi arka bahçesi olarak görüyor. Ortadoğu’da ulus devletçiliğin ikinci mihenk taşı olan İran’ın bundan vazgeçmesi de kolay değil.
Kimliksel bölünme üzerinden şekillenen siyasal yapı her bir yerel aktörü uluslararası alanda birer güce dönüştürdü. Kürt aktörlerin önemli bir kısmının ABD’nin, Şii aktörlerin ise İran’ın doğal bir müttefiki olarak varlıklarını devam ettirmesi Irak’ı bir bütün yapamıyor.
Son olarak İran ve ABD’nin Irak’taki çekişmesi devam ederken, Türkiye’nin birden bire Irak sahasına inmesi artık sıradan bir durum gibi görünüyor. Ülkenin her tarafından davetsiz, fütursuzca yapay sınırlarının ırzına geçiliyor. Kaderi kara bağlanmış ülkenin halkı ne zaman bu girdaptan kurtulacak, orası meçhul. (ÖÇ/EMK)