Görsel: Frida On Bench – New York City – 1939, Nickolas Muray
Meksikalı ressam Frida Kahlo, acının kahramanı. Hafiften bıyıklı ve tek kaşlı Frida, mutluluğun, acının, sefaletin, ihtişamın, dehanın ve çılgınlığın adıdır.
İşkence gibi geçen hayatı ve sanatkârlığı hakkında çok şey yazıldı çizildi. Kişiliği feministler, komünistler ve ötekileştirilmiş insanlar için bir pusula oldu.
Sözcükler, Frida’nın hayatını trajik bir şekilde özetliyor: “Hasta değilim, perişanım ama ayakta kalmaya çalışıyorum ve resim yapacak gücüm oldukça da sevineceğim.”
Kendini kanayan, ağlayan ve çiçek açan olarak resmetti. Istırabını mizah ve hayal gücüyle yumuşatılmış olağanüstü bir dürüstlükle sanata aktardı. Sıradan bir ressam değildi, onun efsanesi edebiyatta sadece Kafka’dır. Her bir tablosu meydan okuma ikonuna dönüştü.
Frida hiçbir otoportresinde gülümsemez: ciddi, hatta üzgün bir yüz, kalın kalkık kaşlar, sıkıca kapanmış şehvetli dudakların üzerinde hafifçe fark edilen bir bıyık.
Davet edildiği mekanlarda veya misafirlerinin karşısına asla makyajsız çıkmazdı, ama alameti farikası olan bıyığını aldırmaya asla yanaşmazdı ve çoğu kez daha da karartmak için bir kalem kullanırdı.
Felç ve kaza
Frida, babası olan Meksikalı fotoğrafçı Guillerio Kahlo’nun üçüncü kızıydı. Ancak hayat, bu canlı ve kibar çocuğa saf mutluluktan payını verecek kadar adil değildi.
Frida, altı yaşındayken çocuk felcine yakalandı. Dokuz ay boyunca yatalak kalmasına neden oldu. Frida bu sürecin sonrasında iyileşti ancak bu hastalık ona hayatı boyunca devam edecek olan kronik bir rahatsızlık ve topallayan bir bacak miras bıraktı.
Hunharca alay edildi, bacağı için. Frida bu yüzden, hasarlı bacağını hayatı boyunca uzun eteklerin altına sakladı. Bacağı sağlıklı görünmesi için üç dört çorap giydi. Giydiği pantolonlar fiziksel kusuru gizlemeye yardımcı oldu.
Talihsizlikler Frida’yı bırakmadı maalesef. Henüz on sekizli yaşlarda iken Frida’nın hayatı, yağmurlu bir akşamda, okul arkadaşıyla birlikte seyahat ettiği otobüsün bir tramvaya çarpmasıyla dramatik bir şekilde değişti. Arkadaşı şanslıydı ama Frida’nın omurgası, leğen kemiği, köprücük kemiği, kaburgaları ve on bir yerden sağ bacağı kırıldı, bir ayağı ve bir omzu yerinden çıktı. Üstüne üstlük, tramvayın akım toplayıcısının kırılan demir çubuğu midesine saplanıp kasığından çıktı.
Frida yaşama konusunda inatçı bir kararlılık gösterdi. Bir yıldan fazla yatakta korkunç ve ölümcül bir dönem yaşadıktan sonra iyileşip kalktı. Ancak eğitimini bırakarak kendini varlık sebebi haline gelen çizime adadı.
Hayata tutunmak için bir fırça ister
Belki de kader bu kadar korkunç bir şekilde Frida’ya gerçek yolunu gösterdi. Babası, odadaki nesneleri çizebilmesi için yatağının yukarısına bir ayna taktırır. Frida’yı ressam olmaya yönelten babasının fotoğrafçı ve ressam olmasıydı.
Geri kalan hayatında otuz beş cerrahi operasyon, ayrıca birkaç kürtaj ve düşük yaşadı. Bundan dolayı çektiği acılar ve yaşadığı sıkıntılar sanatına yansıdı. Otoportreleri tek kaşlı ve yüzünde bir gülümsemenin olmaması bundan kaynaklıydı. Resimlerinde ölüm ve insan vücudunun kırılganlığı temaları sıklıkla yer aldı.
Hastane yatağı, işinin belli bir sembolü haline geldi. Ancak ilk resim, yaratıcılığın ana yönünü sonsuza kadar belirleyen bir otoportreydi: “Kendimi boyuyorum çünkü çok fazla yalnız zaman geçiriyorum ve kendimi en iyi ben tanıyorum.”
Bir güvercin ve bir filin evliliği
Tüm bu bedensel acılar yetmezmiş gibi, Frida gönlünü dönemin ünlü Meksikalı Marksist duvar ressamı Diego Rivera’ya kaptırır. Diego sadece sanatsal yeteneğiyle sınırlı değildi, aynı zamanda samimi bir komünistti.
Burjuvaziye karşı bir savaşçıydı, halk arasında sevilen biriydi. Her zaman kadınlar tarafından sevildi. Ünü her yerde ışıldıyordu. Şöhretiyle, düşünceleriyle ve yarattığı polemiklerle her yerde adından söz ettiriyordu. İşte Frida böyle bir adama gönlünü kaptırmıştı.
Diego, Frida’dan yirmi bir yaş büyük olmasına rağmen çıkmaya başladılar ve evlenmeyi planladılar. Diego için bu zaten üçüncü evlilikti ve asla sadık bir koca gibi davranmadı. Üstelik önceki iki eşi sadakatsizlik nedeniyle Diego’yu terk etmişti.
Frida’nın annesi bu evliliğe “bir güvercinle bir filin evliliği” diyordu. Annesi bir türlü bu evliliğe razı gelmedi. Diego uzun boylu ve kiloluydu, Kahlo ise minyon ve kırılgan. Neticede Frida’nın babası evliliği onayladı. Diego’nun zengin olduğunu ve kolayca bir aileyi geçindirebileceğini düşünüyordu.
Meksikalı gazeteci ve yazar Elena Poniatovska, Diego için şöyle der: “Seni o dev boyunla, hep bir karış önünde giden göbeğin, kirli pabuçların, eski ve yamru yumru şapkan ve buruşuk pantolonunla gözümün önünde canlandırıyor ve kimsenin böylesine çirkin şeyleri onca asaletle taşıyamayacağını düşünüyorum.”
İkili evlenmişlerdi artık. Diego, Frida için evrenin merkezi oldu. Portrelerine şiddete yer veridi, bitmek bilmeyen ihanetlere göz yumdu. Evliliklerinde tuzak ve hayal kırıklıkları olduğu kadar sevinç ve başarılar da vardı.
Aşk mı ihanet mi?
Frida ve Diego’nun aşkında her şey vardı: dizginlenemeyen tutku, olağanüstü bağlılık, ihanet, kıskançlık, acıyla karışık büyük bir aşk…
İkili çiftin çalkantılı bir ilişkisi vardı ve öyle ki ilişkilerinde birden fazla aldatma vakası yaşanmıştı. Diego katı ve sadakatsiz biriydi. Tabi Frida’nın da sayısız evlilik dışı cilveleşmeleri olmuştu.
Diego baba olmaya hevesli değildi, ama muhtemelen Frida’nın ana draması çocuk sahibi olamamaktı. Evlilikleri zamanla Frida için dayanılmaz bir hal alır. Diego’nun sürekli kadınların peşinden koşması onu çileden çıkarmış ve ruhunu derinden yaralamıştı.
Frida’nın küçük kız kardeşi Christina’yla aldatan Diego, sonunda hasta Frida’nın kalbine en acı darbeyi vurdu. Frida bu durumu öğrendikten sonra çok sevdiği saçlarını kesmiş, daha sonra “Hayatımda iki felaket oldu: İlki bir tramvay kazasıydı ikincisi Diego’dur. Ama Diego en kötüsüydü” diye yazacaktı.
Frida, acısını kimseyle paylaşmadı, sadece tuvale sıçrattı. Acı sanatçıyı hiç terk etmez, acı resimlerinin ana teması ve ana karakteri olur. Tablolarından biri şu sözlere dayanan bir başlık alacaktı: “Sadece birkaç çizik!” Muhtemelen çalışmalarında en trajik olan bir resimdi: kanlı yaralarla kesilmiş çıplak bir kadın bedeni. Elindeki bıçağın yanında, kayıtsız bir yüzle bu yaraları yapan kişi.
Frida, Diego’dan boşandıktan sonra, Amerika gezisi sırasında Macar fotoğrafçı Nicholas Murray’e aşık olur. Kısa süre sonra Eluard, Joan Miro, Max Ernst ve Andre Breton gibi dünyanın en büyük sanatçıları ve yazarları tarafından çevrelenmek üzere Paris’e taşınır. Ancak birkaç yıl sonra Frida hastaneye kaldırılır ve işkencecisi Diego ikinci kez elini tutar.
Yaşam tarzı ideal olmaktan uzak olmasına rağmen, eşi Diego’nun sadakatsizliğini bilen Frida’nin hem erkeklerle hem kadınlarla birçok ilişkisi oldu. Bunların en meşhuru Lev Troçki’yle, yanında eşi Natalya da olmak üzere evlerinde konuk olarak kaldıkları sırada başlayan ilişkisiydi.
SSCB’den kaçmış biri olan Troçki, Diego’nun Meksika Cumhurbaşkanından aldığı özel izin ile 1937’de Meksika’ya gelir. Daha sonra eşi Natalya da gelecekti. Diego ve Frida çiftçi ateşli birer komünistti ve kalplerindeki nezaket nedeniyle, kaçak bir devrimciyi evlerinde barındırdılar.
Troçki, Meksika’da yaşadığı iki yıl boyunca, Frida’yla arkadaş ve sevgili oldular. Frida onun için bir oto portre bile yaptı. Tabi, daha sonra Troçki’nin eşi öğrendi ve ilişkileri noktalandı.
KGB ajanı ve suikastçı Ramon Mercader, Troçki’nin kafasını baltalamadan kısa bir süre önce, Diego ve Frida çiftinin evine akşam yemeği için konuk edilmişti. Suikastçı Mercader, Troçki’yi öldürdü. Diego, suikast planına karışmakla suçlandıktan sonra, San Francisco’ya kaçmaktan başka bir alternatif bulamadı.
İşin ironisi Diego ve Frida tüm yaşamları boyunca samimi birer komünist ve SSCB’nin destekçisi olarak kaldılar. Frida odasında Marx, Engels, Mao, Lenin ve Stalin fotoğraflarını bulundururdu.
Frida’nın hem erkeklerle hem de kadınlarla ilişkisi vardı. Frida’nın cazibesine yenik düşenler arasında kimler yoktu ki? Şarkıcı Chavela Vargas, ressam Jacqueline Lamba, ünlü ressam Pablo Picasso ve fotoğrafçı Nicholas Murray vardı.Ama yine de, en uzun ve en güçlü ilişkisi Murray ile olduğu söylenir.
Istırap dolu bir yaşam bıraktı
Sağlığı hızla bozulmaya başladığı son demlerinde, içki içmesi ve aşırı uyku hapı alması ölümünü hızlandırdı. Hasarlı sağ bacağı kangrenden dolayı kesildi. Bir yıl sonra da öldü. Hastalığının görünürdeki sebebin zatürre olmasına karşın, bazı arkadaşları aşırı doz almış olabileceği kanısındaydı.
Frida hayallerini değil, fiziksel ve zihinsel acısını, öfkesini ve tutkusunu, acizliğini ve ıstırabını resmetmiştir. Ölümünden birkaç gün önce güncesine şunu yazdı: “Ayrılışın neşeli olacağını umarım ve bir daha dönmeyeceğimi umarım.”
Bizlerce Frida, kesinlikle artık Diego Rivera’nın arkasındaki kadın olarak görülmüyor, ancak o zamanlar şöhreti gölgede kalıyordu. Bugünlerde feminist bir öncü, metanetli bir hasta, Meksika ulusal yadigarı ve büyük sürrealist sanatçılardan biri olarak sahiplenildi.
Frida’nın Diego’ya olan tutkusuna gelince, onun acı çekmesine neden olmuş olabilir, ancak hiçbir zaman buna boyun eğmedi.
Bu tutku, güçlü bir figür olmasına birçok yönden katkıda bulundu. Ölümünden bu yana Kahlo, zorluklara ve ataerkil baskıya karşı küresel bir direniş sembolü, feminist bir ikon haline geldi.
(ÖÇ/EMK)