Bir süredir, çeşitli kimliklere sahip bir insan olarak, çeşitli kimlikler sebebiyle ve çeşitli kimlikler adına çokça acı içindeyim. Zamanın ve mekânın bu kesişen “an”ına doğmuş olmaktan derin esef duysam da buradan bir anlama ulaşmalı.
Yazık ki ülkede ikiliklerin zayıf halkası olmak -misal kadın, Arap, Kürt, Alevi, göçmen, LGBTİ+, işçi, engelli, doğulu ya da çok komik ama şimdilerde ‘depremzede’ ya da haydi adını koyalım, ‘Antakyalı’ olmak- bilmem hiç bu kadar şiddetle karşılanmış ve karşılaşmış mıydı? Bilmem, adalet, eşitlik, insan onuruna yakışır bir hayat, ifade özgürlüğü, çeşitlilik, ayrımcılık karşıtlığı, insanın kendini gerçekleştirme/kendine dönme/kendi olma ihtiyacına saygı norm ve hakları bu kadar ihlal edilmiş, bu kadar yok sayılmış mıydı? Bilmem, kötülük, şiddet, varoluşa tecavüz, her türlü doğa, tarih, insan, değer katliamı bu denli aleni ve keyfi ve el ele, keyifle yapılmış mıydı? Bilmem, acım yalnızca benim acım, kaybım yalnızca benim kaybım, yasım yalnızca benim yasım mı, böyle mi olmalıydı, böyle mi olmalı?
Bilmiyorum; bildiğim, bildiğimi sandığım, bildiğime güvendiğim, bilmekten övünç duyduğum ne varsa 6 Şubat 2023 öncesinde kaldı. Bunları şimdi burada sıralamak ve tartışmak ne kadar boş ve gereksiz ise, yeni şeyler öğrenmek ve söylemek bir o kadar elzem, bir o kadar hayati. Bu ‘şeyler’in içine yeni yaşam pratikleri, yeni baş etme ve tutunma yöntemleri, yeni biraradalık ve varoluş görüşleri de giriyor. Bahsettiklerim, kendini kendinden yeniden doğurmak ve hayata yeniden başlayıp bağlanmak ile mümkün ise sembolik olarak ölümü kabullenmek için bu felaketten daha geçerli bir gerçeklik düşünemiyorum. Fakat bu kabulden önce sadece sorarak bile olsa kapatmak istediğim bazı hesaplar var, temsil ettiğim ve etmediğim, temsil etmesem de sorumlu hissettiğim yer üstündeki ve altındaki tüm kimlikler adına:
Sevgili kendini gündelik hayatın hengamesine kaptırmazsa bir çarkın dişlisine kaptıracakmışçasına çılgınca koşuşturan herkes,
Taraf olmayan bertaraf olunca, taraf olan da telef olmaz mı?
Sevgili en gereken zamanlarda burada da birarada da olamayan külli muhalefet,
Siz sürekli birbirinize düşerken, başımıza yıkılan her enkazın altında kalmak da altından kalkmak da hep ama hep bize düşecekse… Haklarımıza da seçilmiş vekile de ‘şahsi mesele’lere de sahip çıkılamayacak veya savaşta her şey mubah mantığıyla konunun özneleri yok sayılarak sahip çıkılacaksa... ‘Kötünün iyisini seçmek’ten ‘kötünün bir tık daha az kötüsünü seçme’ye evrilen bir sürece ‘gelişim’ denecekse... Nedir varlığınızın anlam ve amacı?
Sevgili yeterli nicelik ve nitelikte sıfat-fiille betimleyemediğim düşünce yapısı,
Senden değil diye, hiçbir zaman da senden olmayacak diye, kimlikleri, insan ve insan olmayan türleri, tarihi ve kültürel çeşitliliğiyle koca bir şehri -bu vesileyle de ülkeyi- ölümle tehdit etmek, ölüme terk etmek, ölümle sınamak caiz mi?
Belki de bunca yıkım, kıyım, hüzün, hüsran, yas, yaş, yanlışlık ve yalnızlık içerisinde mühim olan, o veya bu şekillerde zulme, insanlık dışı muameleye, ayrımcılığa, baskı ve tehdide maruz bırakılan tüm kimlikler adına hatırlanması ve hatırlatılması gereken bir şey vardır:
“Bizi büyümek isteyen her yerimizden kesmiş, budamış olabilirler. Toprağın üzerinde usulca da olsa yükselmemize izin vermemiş olabilirler. Orada ellerinde her tür kesici, yakıcı edevatla beklemiş, biz ‘görünür’ olur olmaz üzerimize kezzap dökmüş, bizi parçalamış, dallarımızı, hatta gövdemizi tekrar tekrar kırmış olabilirler. Ama hayattaysak eğer, yaşıyorsak, bu, kökümüz de hâlâ canlı demektir. Kökümüzün canlı olması, yeniden filiz verme kapasitemizi kimse elimizden alamamış demektir.
Varız, demek ki yeniden var da olabiliriz. İşte bunu hiç kimse elimizden alamaz.”[1]
[1] Nihan Kaya, “Yüzmek, Yaşamak ve Olma Arzusu”, Eksik Parça Yayınları, 2022, s.43.
(CD/EMK)