Fotoğraf: Sultanahmet / Mehmet Eser / Anadolu Ajansı
Bu başlığı Funda (Şenol Cantek) Hocam önerdi, bir süredir hayatı bu şekilde deneyimlediğimi ifade etmem üzerine..
Evet, Corona günlerini evde tek başına geçiren bir insan olarak, gördüklerimi iki boyutlu algılamaya başladım.. Şu sıralar birçoğumuz gibi benim de sürekli gördüklerim, telefon ekranı, bilgisayar ekranı, televizyon ekranı ve gözlük camından kitap sayfaları.. İçlerindeki derinlik kaybolmuş gibi. Bu da, Nihan Kaya’nın dediği gibi, “hem içedönük hem içeride kalma hakkı/lüksü olan” bir insanın derdi...
Öyle ki, birkaç zaman sonra, tamam artık çıkabilirsin dediklerinde, yok ben iyiyim böyle diyebilme potansiyeline sahibim şu an.. Yaklaşık 6 aydır birtakım sağlık problemlerim sebebiyle, bu durumun bir demosunu da deneyimlediğim için, şimdiki süreçte alışmam gereken yeni bir duzen ya da öğrenmek zorunda olduğum bir “kendiyle yaşama / yalnızlığıyla barışma becerisi 101” dersim de yok.. Ama .. Görme duyumda kaybettiğim derinliği, hissetme ve düşünme yetilerimde geliştirdiğimi düşünüyorum…
Bu manada, psikolojik olarak kendimi görme engeli ile mücadele eden insanlara daha yakın hissettiğimi de söyleyebilirim belki.. En iyi, en olumlu haliyle "dönüştürücü" diye nitelediğim bu yeni dönemde, hem birey olarak hem en ufağından en genişine yapılar olarak hem de ulkelerarası sistemler ve en nihayetinde dünya olarak şapkalarımızı alıp önümüze koyuyoruzdur belki.. İçimizde gördüklerimiz bazen dehşet verici, dışımızda gördüklerimiz, göreceklerimiz ise dehşetin kendisi..
Bir taraftan bedenimizi, bağışıklık sistemimizi güçlendirmeye, öte yandan da aman kaliteli vakit geçirelim diyerek ücretsiz erişime açılan furyada aklımızı beslemeye gayret ederken benim korkum, acaba bu kadar gerçeği kaldırabilecek ruh bağışıklığı sistemi güçlendirme yöntemleri neler ola ki? sorusunun bilemediğim cevapları oluyor... Korkmaktan korkmuyorum da, cevapları bulamamaktan korkuyorum.. Dertleşirken bu korkumu dile getirdiğim Funda (Civelekoğlu) Hocam paylaştığı bir video aracılığı ile, bir yolun "kadirşinaslık/değerbilirlik ve herkese, her şeye, her duruma karşı şükran duymak” olabileceğini düşündürdü bana ve böylelikle düşünmeye başlayabileceğim noktalara dair bir dal uzattı.. Ben de tuttum:
Durduğumuz yere, içinde bulunduğumuz zaman ve mekana, yaşadığımız olayın özgün koşullarına göre bazen maalesef bazen de ne mutlu ki hem unutabilen hem de adapte olabilen canlılarız.. Her şey bittiğinde ve fakat her şey geçmediğinde, bazı hem istediğimiz hem istemediğimiz bilgi ve deneyimleri unutma, bazılarını da unut-a-mama süreç ve sonuçlarından olma; yepyeni ve belki de sil baştan inşa edilmeyi bekleyen durumlara, yaşamlara, istediğimiz ve istemediğimiz değişimlere adaptasyondan doğma canlılar olacağız.. Kimilerimiz sevdiklerini kaybetmiş olacak, ki bence bu en korkuncu, kimilerimiz ise işini, gücünü, umudunu, aklını, ritmik atan kalp atışını, eğitim fırsatlarını, mal varlığını, bir çeşit birikimini, birtakım son bilmemne tarihlerini ve daha sayfalar sürebilecek kim bilir neleri.. “Bütün bunları düşünerek kendimi kaygı dehlizlerinin en derinlerine de atayım da bakayım ruh bağışıklığım ne kadar güçlüymüş” deney yolu, Boris'in halka doğal bağışıklık kazandırma fikriyle eşdeğer sanırım! Öyle yapmıyoruz elbette.. Bilim insanlarının önerdiği gibi, virüsü kapmayalım gibi değil de, kapmışız da yaymamaya calışıyormuşuz gibi davranalım öncelikle.. Ve tabii ki, yalnızca kriz zamanlarında değil, aslında hayatımızın her evresinde böyle davranmamız gerektiğini bilerek yaşayalım bu süreci..
Can: Yoğun bakım üniteleri ve solunum cihazları sayımız belli, lütfen genel sağlık sistemimizi çökertmeden kademe kademe tedavi edebileceğimiz şekilde yatıralım önümüze iyileştirilmesi gereken sorunlarımızı.. Her birini belirli hijyen koşullarında “ele” alalım ve tabii ki- en önemlisi- ruhumuzu çok ama çok ama çok temiz tutalım..
Su: Bilinçaltımızı sıklıkla ve dikkatlice yıkayalım, mikroplardan arındıralım; geçmiş, geçmiştir diye arındırılamaz değildir, bunu mesela unutmayalım ve fakat şimdi arındırdık diye gelecekte de korunacağız yanılgısına kapılmadan sürekli/daimi temizlik fikrine bir gayret adapte olalım.
Jo: Dışarılarda, ekran karşısında ve hatta kendi başımızayken bile üzerimize giydiğimiz bazen bizim olmayan, bazen bize bol gelen, içinde kaybolduğumuz kıyafetlerimizi, yüzümüze taktığımız binbir çeşit maskelerimizi 60-90 derecede yıkayalım ya da atalım ve daha da kendimize bu kadar çok üst/baş almayalım/dikmeyelim/takmayalım/takıştırmayalım.. Bununla birlikte, içimizi de sıklıkla havalandıralım, dip-köşe-bucak temizliklerimizde fikirlerimize, duygularımıza, karanlığımıza da ışık tutalım.. Hissettiklerimizde, düşündüklerimizde, eylediklerimizde ve olduklarımızda sadelik güzeldir, candır; kendimizi, kendiliğimizi, kendiliğindenliğimizi tanısak severiz bence..
Mari: Mikropların, virüslerin, kirli havanın yoğunluklu olduğu, uzun yaşadığı, hızla hayat bulduğu, tükettiği ve tükettiğimiz, aslında bizi çok da beslemeyen, çok da iyileştirmeyen, çok da güzelleştirmeyen YA DA beslediği, iyileştirdiği, güzelleştirdiği ölçüde aç ve susuz bırakan, hasta eden, çirkinleştiren entrika kazanları, kurt sofraları, hodri olmayan meydanları, samimiyetsizlik bataklıkları gibi ortamlar ve bu ortamların insanlarıyla ilişkilerimizi ya bitirelim ya da ihtiyaçlarımızın minimizasyonunu karşılayacağı şekilde yeniden düzenleyelim.. İlla gideceksek de ne yapalım, maskeleri bu günler için saklayalım diyeceğim ama emin değilim, tartışabilir ve geliştirebiliriz burayı..
Su: Dışımızdakilerden sonra, bir de içimizdekiler var; mutsuzluğumuzu, felaket senaryolarımızı, tüm anlamlarıyla ‘yalan-dolan’ alışkanlıklarımızı, ne diyeyim hırs-çıkar-fırsat dürtü ve eylem planlarımızı ortalığa hapşırıp tıksırarak herkese bulaştırmayalım.. Ezelden beridir var olan- yani demem o ki yeni icat edilmemiş olan- “dirseğimizin içine” yöntemini kullanalım, hem bizi hasta eden her ne ise içimizden çıkmış olur, rahatlarız hem dışımızda bir varlığa tutunup hayat bulmamış ve yayılmamış olur, rahatlatırız.. Hayat kurtaran ve bedava olan ara yöntemlerdir bunlar, çoğaltılabilir.
Jo: Ha, önemli bir şey daha, yalnızca kendimiz ve hayatta kalma çabamız için değil, sevdiklerimiz/sevmediklerimiz, tanıdıklarımız/tanımadıklarımız için de, 1.5 metrelik ruhsal mesafeyi koruyalım olma mı? Burada sevdiklerimizin dertleriyle ilgilenmeyelim, Avrupa Birliği’yiz ama bırakalım İtalya kendi başının çaresine baksın, biz kendimizi kurtaralım vs demiyorum! Sadece oksijen tüpünü önce kendimize takalım diyorum. Herkes bireyken çok güzel, herkes kendiyken çok güzel, herkes kendi “sağlıklı” yalnızlığıyla çok güzel! Evet, birlikteyken de çok güzeliz, farklılıklarımız da zenginliklerimiz ama hem yapışık ikizler olmaya gerek yok hem de canciğerkuzusarmalık adı altında kişisel alan ihlallerine... 1.5 metrelik ruh mesafesi bizi ayrı gayrı kılmaz, birbirimizin derdiyle kederiyle ilgilenmemeyi, birbirimize asla dokunmamayı dayatmaz, bizi sağlıksız bir yalnızlığa gark etmez; aksine bize birbirimize tuttuğumuz aynadan yansıyanları daha iyi görme şansı tanır.. Belki böylece pc, telefon, tv gibi camlar ardında kaybettiğimiz derinliği başka bir cam önünde tekrar buluruz, kim bilir..
Son olarak ne diyoruz biz de can-su-jo-mari olarak: Hayatta ev de var! Ve İtalya’dan bir slogan: “Uzak kaldıkça yakınlaşacağız!” Ruhunuzla ve sağlıcakla, uzaklardaki yakınlarınızla, uzakları yakınlaştırdıklarınızla ve hepsinin özetinde, bu kez ruhen de bedenen de konumlandırılmış mesafeli bir aradalıklarınızla kalın <3, diye düşündüm o dala daha sıkı tutunma gücü bulmuşken!
Can-Su-Jo-Mari kendi kendilerine bunları yaşarlarken bilinçakışlarında, sizinle de paylaşmak istediler. Aslına bakarsanız hepinizden bir ricada bulunuyorum: Lütfen kendi hayatta kalma ve ruh bağışıklığı güçlendirme yöntemlerinizi benimle, birbirinizle, bizimle paylaşır mısınız? İnanın buna ihtiyacım-ız var.. E-mailim: [email protected].
Teşekkürlerim, sevgilerim ve dayanışma dileklerimle!
Not: Süreçteki katkıları için sevgili Funda Şenol Cantek’e ve sevgili Funda Civelekoğlu’na çok teşekkür ediyorum.
(CD/DB)