“Cezayirli erkeğin Cezayirli kadın karşısında tutumu açık ve nettir. Onu görmez. Kadının bedeninin şemailini algılamama, dikkatini vermeme yönünde kalıcı bir eğilim vardır hatta. Dolayısıyla, Cezayir örneğinde –ister tramvayda ister yolda olsun- bir bakışla, fiziksel duruşla, kasların gerilimiyle, karşılaşmalar fenomenolojisi kapsamında alışık olduğumuz rahatsızlık işaretleriyle betimlenebilecek bir cinsel karşılaşmayı tanımlayan hiçbir davranış yoktur” ( Fanon Kitabı, Haz.: Azzedine Haddour, Çev.: Utku Özmakas, 2017, s. 201).
Fanon, Cezayir bağımsızlık savaşında kadınların muazzam direnişinden söz ettiği metninde sömürgeci (Fransız) erkekle Cezayirli erkeği karşılaştırmaktadır. Assia Djebar (Asiya Cebbar) ise 1987 yılında yayımlanan Gölge Sultan (çev.: Aysel Bora, Kırmızı Kedi Yayınları, 2016) isimli yarı otobiyografik romanında Cezayirli erkeğin sömürüsü altında kadın dayanışmasından söz etmektedir bize.
2015 yılında aramızdan ayrılan Assia Djebar kadınları seven, onları dinleyen, anlayan, sesini duyan bir yazar. Fransızca yazan Cezayirli Djebar aynı zamanda akademisyen ve sinemacıydı. Cezayir bağımsızlık savaşı sırasında kaleme aldığı Susuzluk (La Soif) isimli ilk romanını 1957’de yayımlar ve uzun yıllar Cezayir’in ilk kadın yazarı olarak kalır.
Djebar’ın Mezarı Olmayan Kadın (çev.: Olcay Geridönmez, Evrensel Yayınları, 2013) isimli anlatısında Fransız egemenliğine karşı direniş ağı kuran, dağa çıkan, sözünü dinleten Süleyha’nın öyküsünü anlatır. 1956 - 1957 yıllarında Süleyha bağımsızlık mücadelesinin öznelerindendir. Kırk iki yaşındayken üçüncü kocası partizanlara katılıp ortadan kaybolunca o da iki çocuğunu evde bırakıp dağa çıkar. Esir düşer ve kayıtlara kayıp olarak geçer. Assia Djebar Cezayirli bir kadın yazar olarak kendi öyküsü de dâhil olmak üzere (Baba Evinde Bana Yer Yok, çev.: Aysel Bora, Kırmızı Kedi Yayınları, 2013) yine bize Arap kadınlarını, onların hikâyelerini aktarır.
Gölge Sultan, Hacile ve Esma’nın, bir adamın birbirlerini güçlendiren iki karısının hikâyesidir. “Adam’ın karısı olarak bir araya gelen iki kadın” rakip olmazlar. Tam tersi, birbirlerini tanıdıkça, anladıkça güçlenirler. Esma (ilk kadın) kendisi evlendirmek ister kocasını. Hacile’yi kendisi seçer. Esma ile Hacile’nin öyküsü birbirlerinin içinden geçer. Binbir Gece Masalları’ndaki gibi aslında efendisine bir eş sunarken kendisini azat etmek istemiştir Esma. Oysa bırakamaz Hacile’yi, onu kız kardeşi, yoldaşı seçer… Tek başına, kaçarak özgür olamayacağını bilir, öğrenir Esma. Hacile’nin yanına geri döner. “İkinci eş birinciye benzer, neredeyse onun bir parçasıdır, haz alalamış ve kocasının intikamcı kollarını kaldırdığı kadındır o. O birinci kadın belli belirsiz bir gülümsemeyle gülümsemektedir” (s.100).
Hacile’nin evden kaçışları, çıplak, kentin sokaklarında çarşafsız yürüyüşü, insanları seyre dalışı, başka yüzleri, sesleri keşfedişi eve hapsedilişine karşı direniştir, özgürleşme arayışıdır. Doğurmak istemeyişi, bunun hafifliğini, yalnızlığını engelleyeceğini düşünmesi bu arayışına eşlik eder.
Kitapta geçen Patio’lar! kadınların toplanma mekânlarıdır. İçlerini döktükleri, dertleştikleri yerlerdir. Bazen tek bir adamın birçok karısı ya da aynı efendinin –baba, ağabey- gölgesinde gruplaşan akraba kadınların sohbet ettikleri, fısıldaştıkları avlulardır. Kadınlar buralarda akraba evliliklerinin saçmalıklarından, erkeklerin hovardalıklarından, gündelik yaşamın rutininden konuşurlar. “İrmikli çöreklerdeki ballar, elden ele geçirilen el işi peçete ritüelleri, kalitesi hakkında tartışmaların sonsuza kadar sürüp gittiği kahvenin kokusu sayesinde o çorak kaderlerini yumuşatmaya mı çalışıyorlardı? Öne eğilmiş gövdeleri, boyalı yüzleri, çizgili başörtülerinin altından çıkan bir tutam saçlarıyla sohbetçi kadınlar…” (s.97).
Lla Hatce’nin, çocuksuz dul kadının, kendisinden korkulmasıyla nam salan, “dışlanan kadının” öyküsü ve ayrıca patio’nun simalarından babasına hayır diyemediği için annesini azarlayan “öfkeli genç kız” birbirinden farklı kadın karakter olarak yer alır kitapta.
Yaşlılık kadınlar açısından huzurun geldiği dönemdir. Kırkında ya da altmışında hayat başlayabilir. Her şey bu yaşlarda kadının ayağına gelir, konuşulur, emir verilir, kadınlar krallığı hakkında kararı yaşlı kadınlar verir (s.151). On yaşında küçük bir kız çocuğuyken kadın ilan edildikleri, kapatıldıkları günden beri yasaklı olan ara sokaklarda dolaşmanın vaktidir, kalabalık evi seyre dalmaktır yaşlılık… (s.152).
Djebar’ın bu anlatısında yürümeye özel bir önem atfedilmekte. Yürümek, etrafına bakmak, fark etmek, önemsemek, özgürleşmek demek kadınlar için. Kadınların birbirinin sesini duyması, görmesi, sessiz bir çığlık anlamına gelmekte yürümek. Kadınların birbirlerini uyandırmaları, aydınlanmanın yaşandığı süreç demek…
Djebar’ın diğer kitaplarında da olduğu gibi bu kitapta da konuşmak, dinlemek, hikâyelerini anlatmak, kadınlar arasında çok değerli. Kadınlar birbirine göz kırparken bir yandan da biri diğerinin uyanmasının, kendisini fark etmesinin korkusunu da taşıyor: “… Burada bu doğunun batısında, bizler için şafağın çok yavaş parladığı, bu yüzden de daha şimdiden günbatımının her taraftan etrafımızı kuşattığı bu topraklarda kendimizi yeniden kıskıvrak bağlanmış bulmamızdan korkuyorum” (s.189). (FS/NV)
* Başlık "Yaralı Kadınlar": "'Derra', aynı adamın ilk karısının üstüne gelen yeni eş, Arapçada “yara” anlamındaki bu kelimeyle ifade edilir; can acıtan, yaralar açan ya da kötü olan, fark etmez! … Bizim kıyılarda erkeğin aynı anda dört kadın alması haktır” (s.100).
** Asiye Cebbar, Göge Sultan, Çev. Aysel Bora, Kırmızı Kedi, 2016, 192 sayfa.