“İnsan olmak, insan kalmak kolay değil. Binlerce kez sınanacaksın…” (Gültan Kışanak, Kürt Siyasetinin Mor Rengi, Editör: Hülya Osmanağaoğlu, Dipnot Yayınları, 2018, s. 197).
“Duvarlar, demir parmaklıklar, demir kapılar ve ben ‘Demek ki yaşam alanım burası olacak,’ dedim kendi kendime. Bir de ‘Sen ne kadar soğuk olursan ol, ben seni yeneceğim,’ dedim” (A.g.e., Nurhayat Altan, s.238).
Arşivleri, resmi belgeleri, istatistikleri, anketleri, bilimsel verileri yorumlayabilmek, dönemin siyasi anlayışına göre yazılanlardan şüphe duyabilmek, kolektiflik kadar öznelliğinin de önemini kavrayabilmek için mektuplar, anılar, günceler, çiziktirmeler, fotoğraflar, filmler, nesneler çok değerli, vazgeçilmez bilgiler. Erkekler tarafından kaleme alınan anılar, yapılan söyleşiler genellikle mesafeli, kamusal alandaki rollerine ve başarı öykülerine odaklı iken kadınların yaşam anlatıları, onlarla yapılan söyleşiler daha içten, farklı rol modellerini, çelişkileri barındıran, kendileriyle ve diğer insanlarla hesaplaşmalarını, gerilimlerini içeren, benliklerinin oluşum sürecini izleyebilmemize olanak veren öykülerden oluşmakta.
Gültan Kışanak kapatıldığı hapishaneden, içlerinde Aysel Tuğluk, Figen Yüksekdağ, Leyla Güven, Selma Irmak, Çağlar Demirel, Diba Keskin, Sebahat Tuncel, Sara Kaya gibi tutuklu veya hükümlü olarak halen hapiste olan yirmi iki seçilmiş kadın siyasetçiyle mektuplaşarak yaptığı röportajları Kürt Siyasetinin Mor Rengi adıyla kitaplaştırdı. Kışanak’ı “yasal siyasi parti faaliyetlerinde yer alan kadınların mücadelesinin anlatıldığı” (s.12) bu kitabı yazmaya yönlendiren, kadın arkadaşlarının “niye Diyarbakır cezaevini yazmıyorsun” baskısı olur. Bu haklı da bir baskıdır. Kışanak, 12 Eylül darbesi döneminde ilk Kürt kadın belediye meclis üyeleri Duriye Kaya ve Emine Hacıyusufoğlu ile işkencesiyle ünlü Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde birlikte kalır.
Kürt Siyasetinin Mor Rengi, Hülya Osmanağaoğlu’nun titiz editörlüğünde gerçekleşmiş kolektif bir emeğin ürünü. Tüm zorluklara inat ortaya çıkarılan bu kitabın hazırlanış sürecini Osmanağaoğlu şöyle anlatıyor:
“Bir yıldan fazla bir süre verilen emeklerin ürünü kitap. Sadece kitapta söyleşilen kadın arkadaşlarla sınırlı değil bu emek... Gerçek anlamda söyleşi ruhunu korumak için söyleşi yapılan kadın arkadaşlara soruları yanlarındaki başka tutuklu kadın arkadaşlar sordu ve cevapları yazıya döktü. Sonrasında mektuplarla gelenleri Gültan yine kimi zaman birlikte kaldığı arkadaşlarıyla yeniden metin haline getirdi. Uzunca bir süre sonra cezaevinde bilgisayar kullanma hakkını alınca metinleri bilgisayara geçti. Ancak dışarıya CD ya da flash bellek gönderme olanağına da çok sonra kavuştuğu için neredeyse bütün kitabı sevgili Evin Jiyan (Kışanak) titizlikle dışarıda yeniden dizdi.
"2017 Aralık sonunda kitaptan haberdar olmuştum. 2018 Ocak sonunda sevgili Gültan'ın kitabın dışarıdaki editörlüğünü üstlenmemi istemesiyle bu kolektif çalışmanın bir parçası oldum. Böyle bir kolektif kadın çalışmasının ve dayanışmasının parçası olmaktan ne kadar mutlu olduğumu anlatmak zor. Kimi zaman kahkahalar attıran mektuplaşmalarla yaklaşık sekiz ay boyunca çok ama çok keyifli bir çalışma yürüttük.
"Tabii benim dahil olduğum süreçte de kitabın Gültan ile aramızda gidip gelmesine aracı olan avukat arkadaşların ve tabi yine Evin'in emeğini hiç unutmamak gerek. Aslında sadece dizgi ya da kitabı iletme konusunda harcadığı emek için değil kitabın şekillenmesine ilişkin yorumları ama en çok bu süreçteki dostluğu için de Evin'in yeri başka... Ve tabi kitabın içinde yer alan şahane çizimiyle cezaevinde baskı koşullarında çalışmalarına nasıl devam ettiğini okuduğumuz Zehra Doğan'ın emeğini de hiç unutmamak gerek... Sevgili Gültan muhteşem tevazusunu, olgunluğunu, espritüelliğini, sıcaklığını ve kolektif çalışmanın kadın dayanışmasının anlamını bir kez daha bu kitapla gösterdi... Cezaevinde siyasi mücadelenin nasıl süreceğinin bir örneği de bu kitap oldu...”
Kadınların hem kendi yaşamlarındaki hem de siyaset içindeki dönüşümlerini, “eşbaşkanlık”, “eşit temsil”le ilgili mücadele biçimlerini, HEP’le başlayıp günümüze kadar uzanan partiler içindeki varolma pratiklerini görmek, yerel siyasette cinsiyetçi yargılarla baş etme ve direnme yollarını anlayabilmek için çok önemli bir çalışma elimizdeki.
Kışanak kendi deneyimlerinden yola çıkarak şöyle dile getiriyor belediye hizmetlerindeki cinsiyetçi yaklaşımları: “Kısmi temsiliyet sorunu, belediye hizmetlerinin erkek işi olarak görülmesi, kadının ekonomiden uzak tutulması, kadın belediye başkanı (reis) olmaz yaklaşımı, hepsi erkek başkan da erkek olsun yaklaşımı” (s.40).
Kürt kadın siyasetçiler belediyelerde bulundukları kısa süreler içinde son derece değerli işler yaparlar: Örneğin 2009 seçimlerinde on dört belediyede kadınlar göreve gelir. Kışanak’ın anlatımıyla gerçekleştirilenler şunlardır (s.44):
“Tüm belediyeler için uygulanabilecek bazı kararlar alındı. Bunlar, en az bir başkan yardımcısının kadın olması, kadın personel ve kadın yönetici sayısının artırılması, kadın birimi kurulması, meclis üyelerinden kadın grubu oluşturulması, belediye meclislerinde kadın-erkek eşitliği komisyonlarının kurulması gibi kararlardı. Bu kararlar hemen hemen bütün belediyelerde hayata geçirildi. Belediye çalışanlarına yönelik toplumsal cinsiyet eğitimleri verildi. Belediyeler ile sendikalar arasında yapılan toplu sözleşmelere, ‘Eşine şiddet uygulayan erkeğin maaşının yarısının kadına verilmesi’ maddesi eklendi. Tüm kadın çalışanlar tarafından seçilen kadın birimleri, yönetim ile çalışan kadınlar arasında köprü işlevi görerek, kadın emeğinin kararlarda etkin olmasını sağladı. Toplumsal cinsiyete dayalı bütçe planlaması eğitimleri yapıldı. Kadın çalışmaları için bütçe ayrıldı.”
Bunlar dışında özellikle Kardelen gibi kadın merkezlerinin açılması, kadınların sağlık başta olmak üzere özel ya da kamusal alandaki her türlü sorunlarına çare bulunmaya çalışılması, sadece kadınların değil belediyeye bağlı tüm yöre halkının dertlerini dinlemeye ve anlamaya çalışmak başlıca yapılan işlerdendir.
Kürt siyasetçi kadınların birbirleriyle ve diğerleriyle ilişki kurma biçimlerinden, en önemlisi de samimiyetlerinden öğrenecek çok şeyimiz var. Şimdilerde kimse onların deneyimlerini duymak, bilmek istemiyor gibi. Oysa koskoca bir deneyim birikimi orada saklı durmakta. Marie Mies, “geçmiş mücadelelerin, çekilen cefaların, düşlerin, kendi tarihlerinin öznel olarak sahiplenilmesi, kolektif bilince yol açacaktır. Bu olmadan hiçbir kurtuluş mücadelesi başarılı olmaz” der.
Kadın koğuşunu anlayabilmek, buradaki kadınların yaşam pratiklerini, koğuşta gündelik yaşamın deneyimlenme biçimini, en önemlisi de kadınların direnme ve dayanma taktiklerini dışarı aktarabilmek ve diğer insanlarla, birbirleriyle kurdukları ilişki biçimlerini kavrayabilmek için de kitap birçok bilgi içeriyor. Hapisteki kadınlar, üzerlerinde yaratılan tahakküm ve baskının mekanda direniş ve mücadeleye dönüşümünün örneklerini sunuyorlar. Ayakta kalabilmek, baş edebilmek, nefes alabilmek, direnebilmek, uygulanan şiddete dayanabilmek için geliştirdikleri taktikleri, koğuşun duvarlarının zamanla nasıl görünmez kılındığını, birlikte üretmenin önemini, yasakları bertaraf etmenin yöntemlerini anlatıyorlar. Dayanışmanın, paylaşmanın, kolektif mücadelenin önemini bize bir kez daha hatırlatıyorlar.
Son söz olarak yazıyı Kışanak’ın önemli bir tespiti ile bitirelim (s.192):
“Kadınlar siyasi olarak önemli bir konuma geldiklerinde, toplum onları artık 'cinsiyetsiz' kabul ediyor. Kadınlara uygulanan 'kısıtlamalar' artık sana uygulanmıyor. Örneğin köyün tüm ileri gelenleriyle, erkeklerle sen toplantı yapabilirsin, pür dikkat seni dinlerler, ama evdeki kadını dinlemezler. Sen, erkeklerle birlikte sofraya oturabilirsin, hatta başköşeyi sana verirler ama diğer kadınlar oturamaz. Sen başı açık olabilirsin, evdeki gelin başını açmak istese tepkiyle karşılanır vs. Bu aslında siyasi partilerde özellikle milletvekili, belediye başkanı gibi görevler alan bütün kadın arkadaşların yaşadığı bir paradokstur. Bir anlamda kadın kimliğini değil, siyasi statüyü kabullenme var. Kadın bunu anlayamazsa siyasette elitleşme başlar. 'Kadınlar engellendiği için ben bu konumda yalnızım' diye düşünmek yerine, 'Ben başarılı olduğum için buradayım' gibi yanılgılı bir ruh hali oluşabilir.
"Bu bir tuzaktır. Kadın bu tuzağa düşerse, bir adım ötesi ‘erkek gibi’ siyasetçi olmaktır”. (FS/BK)
* Kürt Siyasetinin Mor Rengi, Gültan Kışanak, Dipnot Yayınları, 2048, Ankara, 309 sayfa.