20 Kasım Evrensel Çocuk Hakları Günü’nü utançla geride bırakırken, Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği'nin Antalya kongresinde Prof. Dr. Ali Baloğlu, Türkiye'de her 3 doğumdan birinin 18 yaş altında gerçekleştiğini belirtti.
Bunu bir daha okuyalım, şu an ülkede doğmakta olan her üç bebekten birisi bir çocuk tarafından doğuruluyor!
Bundan 50 yıl önce bu oranların daha da yüksek olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu demek oluyor ki, şu anda en iyimser tahminle ülke nüfusunun üçte biri tecavüz sonucu meydana gelen bebeklerden büyüyen erişkinler.
Üçte birimiz! Aklın alamayacağı bir sayı bu.
Nüfusun üçte biri adı konulsa da konulmasa da tecavüz ve istismarla kurulmuş “aile”lerde büyüdü, bu değerlerle yetişti, kendi aile ve sevgi ilişkilerini bu gördüğü düzenle şekillendirdi. İstismar meselesi açıldığından beri birçok insan, özellikle de kadınlar, kendi ailelerindeki çocuk yaşta evlilik hikâyelerini anlatmaya başladı.
Gözlerimizi kapatmak istediğimiz bir gerçek tüm karanlığıyla önümüze düştü çünkü biz, biz değilsek bile annelerimiz, babalarımız istismar sonucu dünyaya geldi. Her birimizin ailesinde en az bir tane erken yaşta evlendirilmiş kız çocuğu var. Üstelik sadece bize ulaşan hikâyeler bunlar, çok muhtemel ki daha kötü hikâyeler daha da çok bastırıldı ve üstü kapalı bile olsa konuşulmadı, biz de asla haberdar olmadık kendilerinden.
Twitter’da bir kadın annesinin teyzesini anlatıyor mesela, ailesi genç yaşta ölünce halasının oğlu tarafından “kaçırılmış” 14 yaşında. Dramatik ve burada alıntılamak istemediğim kadar grafik bir direnme öyküsü var. 15 yaşında doğuruyor, doğan çocuğu kabullenemiyor, bir yolunu bulup gidiyor sonunda ama ömür boyu zalim anne olmakla suçlanıyor. Kendisi de bu deneyimi atlatamıyor.
Bir başka kadın yine 14 yaşında kaçırılan anneannesinden bahsediyor, şimdi 97 yaşında olan bu kadının geçmişe dair anlattığında gözlerinin parladığı tek anısı okumayı söktüğü gün. Onun torunu olan genç kadın “Kendine ait olan hayatı, daha okumayı yeni sökmüş kız çocuğuyken bitmiş. Ondan sonrası ona ait değil” diyor anneannesi için. Yine bir başka kadın, kendisinden yaşça küçük teyzesinin 15 yaşında zorla evlendirilişini anlatıyor. Evlenmek istemediğini söylediğinde babası tarafından “bakire olmamakla” suçlanarak dövülüyor ve başka çaresi olmadığından evleniyor.
Başka bir kadın, anneannesinin 13 yaşında kendi nişanı boyunca arkadaşlarıyla oyun oynadığını, nişanın ne demek olduğunu anlamadığını aktarıyor. Taşıyamayacağımız kadar çok hikâye var, hepsi de korkunç derecede benzer.
Elbette herkes kendi ailesindeki istismar tecrübelerini böyle kolay kabullenemiyor. Habertürk yazarı Sevilay Yükselir, köşesinde “Ne yani benim babam bir pedofili miydi?” başlıklı bir yazı yayımladı. Yükselir yazısında şöyle demiş: “Dediklerine bakılırsa benim ailemin erkeklerinin neredeyse tamamı pedofili hastası! Çünkü babam dahil dedelerim, amcalarım ve ondan sonra gelen birçok erkek akrabam, hep reşit olmayan kızlarla evlilik yapmış. Üstelik babam, annemden 13 yaş da büyükmüş. Anneme deli gibi âşık olmuş, annem de ona ve evlenmişler. Annem 15 yaşında ağabeyimi kucağına almış falan filan.”
İşte ailelerimizdeki örtük istismar tam da o sondaki “falan filan”da saklı. Yükselir şu konuda haklı, bugün istismar önergesini ve erken yaşta evlilikleri açıkça eleştiren çoğu kişi, iş kendi ailesine, kendi yaşadığı ya da yaşattığı deneyimlere bakarken aynı eleştirel gözlüğü takamıyor. Oysa bu istismar istatistikleri bizim evimizden çıkıyor tam da. Belki bugün genç torunların bunu nispeten rahatça konuşabilmesinin sebebi de bu, araya bir kuşak da olsa mesafe girince istismarın tespiti daha kolay oluyor. Şimdi Yükselir’in yazdıklarını okuyunca istismarı rahatça tespit eden pek çok kişi, dönüp kendi yakınlarına bakmayı akıl etmeyecek belki. Oysa bunları açıkça konuşmadan ve ismini koymadan bugün hâlâ inanılmaz oranlarda seyreden istismarları engellemek mümkün değil.
İstismar tartışmasının açtığı bir başka konu da algı yaratmak için medyada pompalanan “14 yaşında evlendi, kocasının hapisten çıkmasını istiyor” haberleri. Normal şartlarda istismara karşı çıkacak kişilerin duyguları manipüle edilerek, adeta bu kadınlar o yaşta evliliğe atıldıkları, daha kendileri çocukken bir bebek doğurmak zorunda kaldıkları için değil de; kendileriyle evlenen adamlar hapis cezası aldığı için mağdur olmuş gibi bir algı oluşturuluyor.
Hatırlarsanız geçtiğimiz 8 Mart Kadınlar Günü’nde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, sosyal medya hesaplarından ‘Kadın Hayattır’ başlığıyla bir reklam filmi yayınlamıştı. Kadınların hayat içinde yer aldıkları durumlar tanımlanan videoda, küçük bir kız çocuğu kına gecesi yapılan bir gelin olarak temsil edilmiş, gelen tepkiler üzerine video apar topar kaldırılmıştı. Devlet eliyle çocuk yaşta evliliğin özendirildiği, teşvik edildiği bir videonun tam da Kadınlar Günü’nde yayımlanabilmesi, kadınların henüz çocukken erkeklerin kontrolüne verilmesinin ve adeta “damızlık” olarak kullanılarak daha kendileri çocuk yaştayken doğurmalarının bir strateji olarak kullanıldığını açık ediyor.
Yaşayan en önemli yazarlardan sayılan Margaret Atwood’un “Damızlık Kızın Öyküsü” adlı distopik romanını 2016 Türkiyesinde canlı canlı yaşıyoruz. Bu istismarı konuşurken yanlış sorular sorarak doğru cevaplar bulamayız. Buradaki soru “Peki şimdi bu kadınlar ne yapsın?” olmamalı çünkü hiç kimse maruz bırakıldığı istismar ve sonuçları yüzünden sorumlu tutulamaz. Sorulması gereken soru “Devlet neden bu kadınlara olan sorumluluğunu yerine getirmiyor?” olmalı.
Nitekim çocuk yaşta evlendirildikleri kocalarının hapisten çıkmasını isteyen kadınları dinlediyseniz kolayca açığa çıkan bir ortaklığı fark etmişsinizdir: Hepsi çocuklarına bakamamaktan, maddi zorluklardan ve çaresizlikten bahsediyor.
İşin aslı, 10 yıl ve üç-dört çocuk sonrasında, çocuk yaşta anne olmuş bu kadınlar hâlâ kendilerine bakabilecek, toplumda tek başlarına kabul görecek ve ekonomik bağımsızlık sahibi bireyler değiller. Devletin öngördüğü strateji, hapiste olan kocayı çıkartarak çaresiz durumdaki kadına “baktırtmak”. Oysa şöyle bir senaryo düşünelim: Çocuk yaşta evlendirilen ve kocaları şu anda hapiste olan kadınlara devlet sosyal yardım maaşı ve çocuklara bakım parası bağlasın. Ücretsiz kreşlerle bütün gün evde çocuk bakmasını önleyerek bu kadınlara sertifika ve eğitim programları sunsun, mezun olduklarında da iş fırsatları sağlasın. Kısacası, mağdur edilen kadının hakkını arayan ve onu güçlendiren bir politika izlesin. Bu kadınlar eğitim alsın, iş bulsun ve çocuklarını tek başlarına yetiştirebilir olsunlar. Sonra bir daha bakalım, bu kadınlardan kaçı hapisteki kocalarının hâlâ çıkmasını istiyor olacak.
Annelerimiz, anneannelerimiz, arkadaşlarımız ve kızlarımız bir ömür boyunca çocuk yaşta evlendirildikleri adamlarla kalmaya ekonomik ve sosyal olarak zorlanmasaydılar da, onun yerine istedikleri eğitimi alabilecekleri, istedikleri mesleği yapabilecekleri anlatılsaydı kendilerine ve bu konuda maddi manevi destek görseydiler, kaçı evlendirildikleri adamlarla kalırdı acaba? İşte sormamız gereken soru bu. (BT/ÇT)