Şimdi çocuklar geçmiş 80 yılı anlayınca sanırım benim gibi bu sözleri bir kez daha yineleyecekler. Çünkü gerçekten yaşananların tam karşılığını bu sözler anlatıyor.
Savaşan asker, üreten insan
İlk ulusal kurtuluş savaşını "yedi düvel"e karşı veren ve zaferle çıkan bir toplum, 13 milyonluk nüfusunun özellikle üretenlerini çoğaltmak ve geliştirmek için savaştan yaralı ve gazi olarak çıkan toplumunun sağlığını gözetmek zorundaydı.
Zamanın yöneticileri düşünüp taşındılar ve bazı kararlar aldılar. İlk Sağlık Bakanı ve işin başındakiler çalışmaları planlarken, savaş dışında insanları toptan "kıran" hastalıklara ağırlık verdiler.
Doğan çocuklar ölmesin, yenileri güvenle doğsun istediler. Artık savaşan asker değil "üreten insan" gerekliydi çünkü. Başka bir deyişle "muasır medeniyeti"n düzeyine ulaşmak için amaç üretmekti.
Hükümet tabibi, sıhhiye çavuşu
Üreten ise "köylü"ydü. Köylünün sağlıklılığını gerçekleştirmek zordu. Üstelik bunu gerçekleştirecek sağlık ordusu çok kısıtlıydı. Ülkede iki bin civarında hekim vardı.
Dahası bunun da yarısı Osmanlı'nın Müslüman olmayan ekalliyeti kökenliydi. Müslüman olanlar ise Asker kökenli hekimlerdi ve onlar "ordu"ya lazımdı.
Çok azı dışında, hekimler ister istemez "hükümet tabibi" oldular. Yardımcıları ise savaştan kalan sıhhiye çavuşları, sıtma savaş memurlarıydı. Bu; sağlık alanında 80 yılın ilk dönemiydi.
Etlenme ve bitlenme
Aradan bir on yıl geçti. Köylü biraz "etlenme"ye ve "bitlenme"ye başladı. Bu kez toplumu toptan "kıran" değil, teker teker kıran "hastalık"larla savaşmak gerekti. Doğrusu doktor sayısı da artıyordu. On yıl geçmeden bu kez memleket hastaneleri kurulmaya başlandı. "Milletin tek", "devletin bir" olduğu askeri düşüncenin bu alandaki ifadesiydi yapılanlar.
Toplumu oluşturan bireylerin bu amaçla ayıracakları bir kaynakları yoktu. İnsan ve "sağlıklı insan" ülke için önemliydi hâlâ. Memleket hastaneleri "örnek" Numune hastaneleriyle çoğaldı. Numune hastaneleri yalnız bulundukları illerin değil içinde bulundukları bölgelerinin de yükünü de çeken önemli sağlık kuruluşlarıydı.
Doktorlar bu hastanelere başvuran vatandaşlara "bedava" bakıyorlardı. Kimisi köyde ürettiklerini hekimlere hediye olarak getirseler de devletin hizmeti ücretsizdi hâlâ. Ama artık kapitalizmin eşitsiz gelişim yasasının kuralları oluşmaya başlamıştı. İnsanlar arasında varsıllar ve yoksullar daha belirgin olarak şekillenmeye başlamıştı.
Hekimlere devletin ödeyemediği para görece varsıl olanlarca özel muayenehanelerde hekimlere ödenmeye başladı. Sağlık hizmetinin bir ücreti olabileceği düşüncesi hemen hemen bu zamanda devletin ve toplumun algıladığı bir durum oldu. Buna alışık olduğumuz "buçuk"lu değerlendirmelerden esinlenerek "bir buçuk"uncu dönem de diyebiliriz.
Ve SSK
Ülkenin ekonomik yönelimi belli olmayana başlayınca, montaj sanayii biçiminde de olsa bir kalifiye emeğe sahip üretici sınıf oluşmaya başlayınca ve bunlar toplumun diğer kesimlerine göre, görece varlıklı ve bir o kadar da vazgeçilmez olunca onların sağlıkları daha önemli hale geldi ve önce bir sosyal güvenlik kurumu olarak SSK kuruldu, sonra SSK, kendi üyelerinin sağlık taleplerini karşılayabilmek için SSK'ya bağlı sağlık kurumlarını kurdu.
Bu bir sınıfsal bakıştı. Bu bakış bu aşamada kapitalistin ve ona artık değer sağlayan işçi sınıfının lehineydi. Bu da sağlık alanında "ikinci" dönemini oluşturdu
"Sosyalizasyon"
Ordu "devlet (hâlâ) bir" olsa da "milletin tek" olmadığını 50'lerin hemen başındaki bu gelişim ve ardından yaşanan 10 yıllık ekonomik süreçte anladı. Her şeyin bir sınırı vardı. Bu sınır 1960'da konuldu.
İhtilâlin ordu kökenli yöneticilerinin 1961'de giderayak imzaladıkları "sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi yasası"yla yine de "millet tek" demeye çalıştı. Kırsal kesimden başlayan ve hastalığı değil, sağlığı hedef alan bir hizmet düzenlemesiyle sağlık alanı yeniden şekillendi.
Ama artık kırsal kesimde yaşayan "köylü milletin efendisi" değildi. Başta hekimler olmak üzere kimse sosyalizasyonu ve "sağlık" hizmetini iplemedi. Sağlık piyasa kuralları içinde şekillenmeyi sürdürdü. Bu dönem sağlık alanının üçüncü dönemi sayılabilir.
Özelleştirme ve ticarileşme
1980'ler her alanda olduğu gibi "piyasa" egemenliğinin tescil dönemi oldu. Sağlık hizmetlerinin değil, hastalık hizmetlerinin öne çıktığı bir model, bu hizmetlerden para kazanmayı hedefleyen kesimler vardı.
Bu kez ordu 1971'deki "rota düzeltme" manevrasından da aldığı derslerle "zinde güç" olmayı yeğledi. Zinde güç olarak da konumunu belli etti. Artık yollar açıktı ve bu gidişi kimse engelleyemezdi. 1990'lar gidişin ve uluslar üstü buluşmanın dönemi oldu.
Ekonominin her alanında olduğu gibi devlet bu alandan giderek daha hızlı bir şekilde çekilmeye başladı. Özelleşme ve ticarileşme sağlık hizmetinin temel yönelimi oldu. Bu dönem aynı zamanda sağlığın getirisinin de insan olmaktan çıkıp "para" olmaya başladığı bir dönemdi. Sağlık hizmetlerinin bu dördüncü dönemi aslında ülkenin tümü için de bir dönüm noktası oluşturuyordu.
Primler ve af
Yalnız karar vericiler değil, hizmeti verenler ve hekimler de bu gidişe uydular. Hizmet verirken kullanılan sağlığın sözcükleri de ekonominin sözcükleriyle değişti. Verimlilik, kalite, performans, yönetişim sözcükleri kullanılmaya başlandı. Eşit, ulaşılabilir, nitelikle ve ücretsiz sağlık hizmeti talebi, paraya göre değişen "kalite"li hizmet sunusuyla değişti.
Kapitalistin çıkarına sınıfsal yaklaşım alana egemen oldu. Artık SSK emekçinin çıkarına değil zararına bir şekilde hizmet vermeye başladı. Çünkü artık devlet işçi sınıfının en büyük işvereni değildi. Özel sektör ise SSK'ya prim borçlarını ödemek yerine "affettirmek" yolunu seçiyordu.
Artan maliyetler, özellikle çok uluslu ilaç ve tıp teknolojisi şirketlerine akıtılan milyarlarca dolarla sonunda SSK'yı fiilen batma noktasına getirdi. Tam bu dönemde bir asır bitti ve yeni bir asra adım atıldı. Artık "milletin tekliği"nden söz eden kalmadığı gibi "devletin bir"liği de tartışılır olmuştu. Ulus devletten vazgeçme ve tek dünya devletinin bir unsuru olma noktasında "küreselliğe" katılma gündemdeydi.
Kapitalizme yağ
Tüm değerler doğal olarak değişti bu dönemde. 2002 kasımındaki seçim başka devleti ve milleti başka bir bağlamda "din" ölçeğinde algılayan bir iktidarın küresel düşünceleriyle kesişince kapitalist sistemin ekmeğine yağ sürüldü ve olan bu ülkenin insanına ve sağlığına oldu.
Bugün geldiğimiz "beşinci" dönemde "sağlık" yalnız bir para kazanma alanıdır. Dahası bu alanda para kazanmanın bir çok yolu vardır. Parayı ödeyecek olan ise yurttaş ve emekçi kesimlerdir. Paranın gideceği yer ise bellidir.
Almadığı bir hizmetin bedelini canıyla, kanıyla, hastalıklarıyla ödeyen "bebekler" ise başta söylediğim sözleri yinelemektedir: "Toptan bir satış, bu borçlar benim değil."
İkinci 40 yıl
Bizler bu olan biteni tavırsız izlerken bebeklerimize ne bırakıyoruz hiç düşünüyor muyuz. "Kırk yılda bir" yaptığımız bu işi en azından ikinci "kırk yıl" biterken yapalım.
Ben bunu yapınca aklıma hep yinelediğim söz geliyor: "En az yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan da sorumluyuz!"
Bu söz daha bir anlam kazanıyor. Özellikle de Cumhuriyetin 80 yılına gelene kadar nelerin yapılmadığının farkına varınca... Kastettiğim başkalarının yapmadıkları değil... Bizlerin, hekimlerin sağlıkçıların yapmadıkları, yapamadıkları...(MS/NM)