Birkaç gün önceydi, kızının ölümü nedeniyle Helsinki'den (Finlandiya) Diyarbakır'a gelmiş ve bir dostun mekânında tanıştığım bir hemşehriyle sohbet edip hal hatır sorarken söz-sohbet gündemi saran "Demokratik Özerklik" ve yönetim- yönetme mevzuuna takıldı. Konuğu olduğum dost sordu Finlandiya'da 20 yıldır yaşayan hemşehriye; "Oralarda nasıl bu yönetim işleri". Anlattı Finlandiya'yı mesken tutan Kürt: "Helsinki'de yönetenlerin hepsi seçimle gelir. Vergileri yerel yönetimler toplar ve yaşadığım Helsinki bölgesinin genel tüm giderleri için de harcar. Eğer toplanan vergiler bölgenin giderlerini karşılamazsa merkezi hükümet eksik kalan kısmı tamamlar."
Doğrusu zaman zaman İskandinav demokrasi kültüründen ve örneklerinden paylaşımların ve "model" olarak sunulmasının bir kez daha boşuna olmadığını anladım. Elbette tek başına Fin topraklarını mesken tutan bir Kürdün anlatımı yetmez ama tartışılmalı, konuşulmalı.
Bu örneği olanca sıcaklığı ve canlılığı ile neden mi paylaştım, onu da aktarayım. Geçtiğimiz günlerde, ülkenin en tepesindeki siyasal karar organı hükümetin başı, başbakanı bile kızdıran bir röportaj söze konu olan. Batman BDP-Blok milletvekili Bengi Yıldız, Taraf'tan Neşe Düzel'e röportaj vermiş. Kimi "uç" laflar etmiş Yıldız. Neşe Düzel de adeta provakatif sorularla röportajını şekillendirmiş. Nitekim Bengi Yıldız röportajın bir yerinde dayanamayıp; "Gerçekten kışkırtıcı laflarla yaklaşıyorsunuz" demiş. Demiş de sonrasında olacakları hesaba katmayıp röportajına devam etmiş. Sonrası malum. Yok, vergi vermeyiz de, falan da filan da! Başbakan da geri kalacak değil ya! Vermezseniz bedelini ödersiniz...
Doğrusu Bengi Yıldız'ın söylediklerinden, Neşe Düzel'in gazetesinin adında varlık bulduğu gibi adeta "karşı taraf" gibi zaman zaman objektif gazeteciliğin sınırlarını aşarcasına provokatif soruları bana göre bu gündem belirleyen röportajın kendisinden daha vahim ve gazetecilik etiği açısından dikkate alınması gereken bir örnek olay.
Tarihini çok net hatırlamamakla birlikte 2002 ya da 2003 yılı olmalı! Dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Feridun Çelik'le röportaj yapmaya Diyarbakır'a gelmişti Düzel. Başkan Feridun Çelik'in makam odasına birlikte girmiştik. Ve başkanın iznini alarak röportajı izlemek istediğimi ifade etmiş ve kalmıştım. Feridun Çelik'le röportajın bir yerinde dayanamamış ve "Başkan bence bu noktada röportajı kesmek ve bu görüşmeyi hiç yapmamış saymak en doğrusu. Eğer bu röportaj bu haliyle çıkarsa ciddi sıkıntılar yaşanabilir" demiştim. Feridun Bey centilmen bir şahsiyet ve kırmak istememişti. Bu nedenle benim müdahalem üzerine "Ben de aynı düşüncedeyim. Evet, bu röportaj böyle olmaz. Keselim" demişti. Bunun üzerine Neşe Düzel, telaşlanmış "ama nasıl olur, ben günlerdir bu röportajın hazırlığını yaptım, duyurdum. Bu saatten sonra kimi bulurum yeni röportaj için! Tamam, rahatsız olduğunuz bölümleri çıkaralım" filan deyip sonraki sorularını daha ölçülü kırmadan dökmeden sormuş. Sonrasında da gazetesinde ölçülü bir Feridun Çelik- Neşe Düzel röportajı yayınlanmıştı.
Doğrusu bunlar olabilecek mevzular. Ama asıl kötüsü, yıllardır "demokrasi havarisi" gibi lanse edilen Ahmet Altan gibi bir edebiyat kökenli entelektüelin adeta bir "tehditkâr baron" edasıyla röportajın akabinde gelen tepkiler üzerine Düzel'i savunmak adına yazdıklarına ne demeli! "Ben size çok net söyleyeyim, PKK'dan, KCK'dan, DTK'dan, BDP'den kim 'iyi' isimse o gelsin, Neşe'nin sorduğu soruların aynısına, üstelik o soruları da iyice çalışıp cevap versin. O sorulara 'somut' biçimde cevap verebilecek bir tek kişinin bile çıkabileceğini sanmıyorum."
En hafifinden ya da sıradan söyleminden Ahmet Altan'a söylenecek söz şudur. Bırakınız adlarını telaffuz ettiğiniz kurumlardan birilerini, çok daha fazla Kürt entelektüelinin o sorulan sorulara vereceği ve sizin anlayacağınız dille cevapları elbette vardır.
Bugün siyaseten dillendirilen bir talepler manzumesi olan ve Bengi Yıldız'ın "yetersizliği" ya da "eksik bilgileri" nedeniyle zayıf kaldığı hikâyenin çok anlamlı yanıtları vardır sevgili Altan. Koca bir cumhuriyet tarihi Kürt coğrafyasının kasıtlı olarak geri bıraktırılmasının tarihidir. 1990'lı yıllarda benim de yöneticileri arasında olduğum Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası "kapı gibi" üç bilimsel çalışma yapmıştı: "Diyarbakır ve Bölgesel Gelişme, Doğu Ekonomisi, bir de GAP Yeniden Yapılanmalıdır". O dönemde bütün basınla paylaşılmış, çok da ilgi görmüştü. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1927 Sanayi Sayımı Envanteri) tekstilde, ipekli dokumada 700 küsur işletmesiyle gelişmişlik sıralamasında İstanbul'dan sonra ikinci sırada olan Diyarbekir gibi bir şehrin nasıl zaman içinde ve tercihler nedeniyle adeta cezalandırılarak bugünlerde sondan onuncu sıraya düştüğünün / düşürüldüğünün hikâyesi.
Oysa Diyarbakır merkezli bölgeyi dünya âlem de bilir ki, kaynaklar açısından hiç de yoksul ve yoksun değil. Ve tabir uygun düşerse "süpürge otu" bile yetişmeyen Anadolu'nun kimi şehirlerini yatırım açısından tercih ederseniz olacağı budur.
Petrol tüketimi nedeniyle iliklerine kadar dışa bağımlı olan ve döviz kaynaklarını emen bir sektördür petrol. Ülkede tüketilen petrolün bir bölümü ham petrol olarak Kürt coğrafyasının üç şehrinden; sırasıyla Diyarbakır, Batman ve Adıyaman'dan sağlanır %99,5... Peki, üretilen bu ham petrol bölgeden çıkarılır da ne olur! Hemen söyleyeyim. Boru hatları ile batıdaki rafinerilere pompalanır. Orada mamul madde haline (benzin ve türevleri) dönüştürülür. Rafinerilere uzaklığa göre fiyatlandırılır. Ve en doğudaki en pahalıya benzini tüketir. Üstelik ülke ekonomisine iki katkıdan da hiçbir aklı evvel söz etmez Sayın Ahmet Altan. Biri petrolün bir kısmını bu üç Kürt şehri ülke ekonomisine armağan ettiği için fazladan döviz sarf etmekten ülke kurtulur. İkincisi ise ülkenin gayrı safi milli hâsılasına bu üç Kürt şehrinin katkısı yine hiç kimse tarafından dile getirilmez. Getirilmediği gibi petrol çıkarılırken yapılan harcamalar da bölgeye yatırım yapılıyormuş gibi lafzedilir.
Bu durum bölge coğrafyasındaki "büyük sular" üzerinde kurulan Keban, Atatürk Barajı gibi tesislerde üretilen elektrik enerjisinin enterkonnekte sistemle bütün ülkeye transfer edilirken, ülkeye bölgenin kaynaklarından ve kattıklarından hiç söz edilmemesidir çarpıcı olan. Bu iki örneğin dışında tarımsal ürünlerde, hayvancılıkta, taş-mermer-fosfat-bakır v.b doğal kaynaklarda da tartışma açmak mümkün.
Şimdi sormak lazım! En sıradan tabirle bunca zulüm görmüş ve bunca kahırdan, acıdan, serencamdan geçmiş bir coğrafya için "pozitif ayrımcılık" yapılarak ayrıca tüm ülke için "hayırlara vesile" olacak bir proje olan "demokratik özerklik"le bölgenin kaynaklarının hayatiyet bulmasının talep edilmesinin nesi kötü Allah aşkına, sorarım size.
Ama bilirim Sayın Altan sizin çapınız elvermez. Bir proje olan ve gazete değil "yayın organı" olan "Taraf" tersten bir okumayla ne yaptığını çok iyi biliyor. Size tavsiyem toplayın bütün yazarlarınızı gelin Diyarbakır'a "taraf'lı günler" düzenleyin. Sizinle bu mevzuları konuşabilecek, tartışabilecek o kadar çok şahsiyet var ki! Tanık olunca şaşarsınız. Ama gelmezsiniz bilirim. Tıpkı 1996 yılında Diyarbakır Tabip Odası'nın size verdiği "Dostluk, Barış ve Demokrasi Ödülünü" almaya mazeret bildirerek gel(e)meyişiniz gibi. Hem zaten bence geçmişe dönerek telaffuz edersek siz bu ödülü de hak etmiyorsunuz zaten. Ben Diyarbakır Tabip Odasının yerinde olsam Dostluğa, Barışa ve Demokrasi'ye hizmet etmeyen söylemler geliştiren birine ilgili kamuoyundan özür dileyerek verdiğim ödülü geri ister, alırım. (ŞD/EKN)