Suriye’nin kuzeyindeki bazı önemli karargah ve depoların kontrolünün Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) yeni kurulan Suriye İslam Cephesi’ne geçmesi üzerine, önce ABD ardından İngiltere “öldürücü nitelikte olmayan tüm malzeme yardımını” durdurduğunu açıkladı. Üstelik 6 cihatçı silahlı grubun oluşturduğu İslam Cephesi’nde on bin civarında savaşçısı olduğu bilinen El Nusra yer almıyor. ABD’nin uzun süredir muhaliflere gıda, tıbbi malzemeler, taşıtlar ve iletişim araç- gereçleri yardımında bulunduğu biliniyordu.
12 Aralık’ta öğlen haber ajanslarına düşen bilgilerde şunlar yazıyordu; “Reuters’a konuşan ABD Ankara Büyükelçiliği’nden bir yetkili, Washington yönetiminin yardım sevkiyatını tamamen kestiğini ancak diğer yardım kuruluşlarının yardımlarının devam edeceğini belirtti. Yetkili, muhaliflere verilmiş olan malzeme ve araç-gerecin kimin elinde olduğunu belirlemek için envanter çalışması yapıldığını söyledi. Aynı yetkili, bu durumun insani yardım gönderilmesini etkilemediğini çünkü bu tür yardımların uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşları eliyle iletildiğini belirtti.”
Bütün bu gelişmelerin ardından da Türkiye Hatay’daki Cilvegözü sınır kapısını kapattığını duyurdu. Suriye’nin kuzeyinde İslamcı gruplarla Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçleri arasındaki çatışmaların şiddetlenmesi üzerine Türkiye’nin bu kararı aldığı söylendi.
Suriye’den Türkiye’ye yaya geçişlerine izin verilirken, Türkiye tarafından sınır geçişinin yasaklandığı, sınır kapısının araç trafiğine kapatılmasının ardından da yaklaşık 10 kilometrelik TIR kuyruğu oluştuğu ifade edildi.
Aslında bu durum, Türkiye için gelinen noktanın sonun başlangıcından başka bir şey olmadığını kanıtlıyor. Neredeyse üçüncü yılına girecek Suriye savaşı boyunca Türkiye’nin “savaşın başında yığınakta yapılan hata, savaşın sonuna kadar yakanızı bırakmaz” sözünü doğrular biçimde şimdi önüne ağır bir fatura olarak gelmekte.
1 Kasım 2013 tarihli Radikal gazetesinde yayımlanan yazısında Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Patrick Cockburn şu satırlara yer veriyordu, “Suriye’de hareket ters tepkiye açık konumda olacak. Bağdat ve Şam’daki hükümetler, sevildiklerinden değil ama alternatiflerinden halkın korkmasından ötürü güçlenecek… Bir yıl öncesine kıyasla siyasi ve askeri açıdan daha güçlü konumda olduğundan Esad açısından koltuğu bırakmak için bir sebep bulunmuyor. Muhtemelen, Kaide ve diğer 1200 isyancı grup üzerinde nüfuz kullanmanın tek yolu; onları, savaşmaya devam edeceklerse açık kalması gereken yaklaşık 900 kilometrelik Türkiye sınırını kapatmakla tehdit etmek”.
Türkiye’nin bütün hesaplarını, kısa sürede biteceği ve Esad rejiminin yıkılacağı üzerine yaptığı kurgu aslında çoktan çökmüş durumda. ABD’de yayımlanan “Retorikten Realiteye” adlı başında iki eski Ankara büyükelçisi Morton Abramowitz ile Eric Edelman’ın bulunduğu bir heyet eliyle kaleme alınmış altmış küsur sayfalık rapor, AKP’nin Ortadoğu politikalarının ABD nezdinde iflas ettiğinin ilanı gibiydi.
Halepçe’de hala kimin tarafından kullanıldığı belli olmayan ve onlarca insanın ölümüne neden olan kimyasal silah saldırısı sonrası çıkan kriz, Rusya’nın çabaları ile Esad rejiminin lehine çözülürken, bu aynı zamanda Rusya’nın büyük bir diplomatik başarısı olarak da tarihe geçecekti.
Türkiye, Irak’ta merkezi hükümetle özerk Kürt bölgesi arasındaki ilişkilerin tanzim edilmesiyle ilgili Amerika tarafından verilen görevde başarı sağlayamamıştı. Mısır’daki siyasi gelişmelerde ABD ile zıtlığa düşülmüş ve sonunda “Persona non grata” ilanıyla karşılaşmıştı.
İran’la Amerika’nın yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyumun denetlenmesi konusunda yaptıkları anlaşmada Türkiye’nin hiçbir dahli olamamıştı. 2012 yılında Katar’ın başkenti Doha’da yapılan toplantıyla Suriye muhalefetinin merkez üssü Türkiye olmaktan zaten çoktan çıkmıştı ve nihayetinde yılan hikayesine dönen “Cenevre zirvesi” hazırlıklarında Türkiye’nin esamisi okunmuyordu.
ABD’nin İran’la yaptığı, uranyumun zenginleştirilmesi çalışmalarının denetime açılması anlaşması, aynı zamanda Esad rejimine verilmiş bir kredi olarak ta değerlendirilebilir. İsrail’in büyük kaygı duyduğu ve Obama yönetimini “saflık” la suçladığı bu anlaşma sonrasında İran’ın Suriye’deki Esad rejimine yardımlarını ve desteğini artırarak sürdüreceği aşikardır.
Üç yılın sonunda Türkiye’nin elinde kala kala hesabını nasıl vereceğini bilemeyeceği sınırlarından Suriye’ye giriş yaptığı belgelenmiş kafa kesen binlerce cihatçı ve çoğu kamplarda olmak üzere beş yüz bine yaklaşan Suriyeli mülteci kaldı.
Afganistan, Libya, Suudi Arabistan ve Dünyanın her yerinden Hatay’a uçaklarla gelen, sınıra yakın yerlerde silahlandırılarak eğitilen bu cihatçıların sınırdan nasıl geçtiklerinin öyküsü CNN International’ın geçtiğimiz ayın 7 Kasım’ındaki özel programında yayımlandığında, Başbakan Erdoğan ne diyeceğini bilememişti. Bu haberden birkaç gün sonra Adana’da bir tır dolusu, Konya ile Adana’daki fabrikalarda üretilmiş bin iki yüz adet roketatar başlığının yakalandığı haberlerini okuduk. Tabii yetkililerin Suriyeli muhaliflere göz açtırılmadığı türünden açıklamalarını da! Ne var ki, Adana’da bu yılın Mayıs ayında kimyasal silah yapımında kullanılan sarin gazı ile yakalanan ve el kaide ile bağlantıları açığa çıkan kişilerin mahkemesi hala devam ediyor.
Artık insanlık dramı olarak tanımlanacak Suriyeli mülteciler ise, sadece Hatay, Gaziantep ve Urfa’nın sorunu olmaktan çıktı. İstanbul’un kimi parklarında bile derme çatma barınaklarda yaşam savaşı veriyorlar. Esas mesele ise, Suriye’de “emirlik” kurup ÖSO ile çatışmaya başlayan cihatçı gruplara bugüne kadar her türlü lojistik yardımı sağlayan Türkiye’nin onlara sınırları kapatmasıyla yaşanabilir. Ellerinde kimyasal silah bulunduran, bomba yüklü onlarca arabalara sahip bu grupların neler yapabileceğini Türkiye çok iyi biliyor aslında… (KA/HK)
*Fotoğraf: Lale Köklü - AA/Hatay