Hakikatle aramızda bin bir özenle örülen duvar üzerine ileride sosyolog, tarihçi ve arkeologların hayli kafa patlatacağı kanısındayım.
Memleketin devletle ilişkisinin bir süredir bütün ikna ediciliğini, bütün algı ve kayıt sistemlerini kaybetmiş, dünya açısından da raflarda çürüyecek bir serüven kitabına dönüşmüşlüğü can yakıcı bir aleniyet kazandı.
Öte yandan kaşındırıcı bir heyecan verdiğini de itiraf etmeli yeri gelmişken. Bir kere acılı olmakla birlikte yaşanması elzem bir yüzleşmeler yumağı ile karşı karşıyayız. Geçici suretler birer birer yırtılıyor; dolunay kuşağındayız ya, kurtadamlar kurda dönüşüyor, bedbin bitkinler uyuya kalıyor. Muhasebe yapmanın, gelir gider dökümleri çıkarmanın tam zamanıdır.
Düşünmeyi, tartmayı, dile getirerek tanzim etmeyi tekinsiz bir eylem olarak yaftalamayı sürdürüyor iktidar. Kendi önerdiği dil ise en ufak bir analitik noktalama taşımayan, şu kadarcık tutarlı olma çabası yansıtmayan bir silsile.
Türkçenin hayat yorumu, hiçbir dile tercüme edilemeyecek, ancak bu kültürü paylaşanlarca anlaşılabilecek ilkel bir kodlama sistemine dönüştü.
Şemdinli'de 20 küsur gündür süren savaş karşısında dilini dolaşıma sokabilen zevatın yaklaşımları, gelmiş olduğumuz iletişim düzeyini aşikar ediyor.
Taha Akyol ve onun gibi kimilerince sağın entelektüeli ilan edilmiş yorumcular, nesebi gayrı sahih stratejistler ordusundan beslenen köşe yazarları ve hükümet kaynakları, karşımıza zillerini takmış zafer çiftetellisiyle çıkıverdi. Kendilerine besbelli kimi devlet kaynaklarınca aktarılmış hikayeleri tarihi bağlamına oturtan öz yorumları olarak yansıttılar. PKK, Arap baharından mülhem bir ayaklanma başlatmak için Şemdinli'yi işgale kalkıştı. Ama halktan beklediği yüzü bulamayınca, şükür kahraman ordumuza ve PKK terörü altında inim inletilen halkımıza ki bu işgal hedefine ulaşamadı. Ulaşmak ne kelime yanaşamadı bile. Muzaffer ordumuza, savaşından bir mermi taviz vermeyen hükümetimize şükürler olsun.
Başlamadan bittiği için bayram ilan edilen günlerin toprakları.
Toplu bir delilik adeta.
Gerçeklerin karşısında başka yere bakıyor da görmüyormuş gibi davranmak için olmadık taklalar atan masal ülkesi ahalisine duyurulur. Evet. Şemdinli'ye giremiyorsunuz. Orada kimin ölüp kimin kaldığını da bilemiyorsunuz. Orası sizin için toptan bir sır ülkesi. Sizin orada yaşanan üstünde en ufak bir müdahaleniz olamaz. Bu işin çözümünü silahlı büyükler ellerine geçirmiş. Dolayısıyla koskoca bir ordu olarak bir aya yakın zamandır çapulcu denilegelen, sayısı birkaç yüzle ifade edilen PKK gerillalarına karşı savaşmaktasın.
İlk olarak, evet başbakanım, Fırat haber ajansından, bunun için bir de benden özür bekliyorsun ama, sözgelimi bir Özgür Gündem'den, Nuçe'den duyduklarımız, okuduklarımız var. Bizim ana akım basında yok sayılan bir iç savaş süregitmekte. Artık kaçınılmaz olduğundan, köylerinden kopartılmış vatandaşın kaymakam kapısı önünde toplandığını biliyoruz. Köylerine dönmek istiyorlar. Ama köyleri onlara kapalı. Köyleri gazetecilere de kapalı. Köyleri bütün dış dünyaya kapalı. Ne emniyet ne kaymakamlık, devletin hiçbir kurumu oradaki vatandaşa hizmet götüremiyor. O topraklar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından arındırılıyor ve bu durumun ne zaman sona ereceği, nelere malolacağı bilinmiyor. Bildirilmiyor. Tenezzül gösterilmiyor.
Ama başarısız kalmış PKK için çocuklar gibi 'oh, oh' çekmemiz isteniyor.
PKK Şemdinli'yi işgal edememiş. Ne mutlu biz Türk milletine. Ama Şemdinli'nin köyleri, bir kısmı yakılarak boşaltılmış. Kimse o topraklara ayak atamıyor.
Kurtarılmış toprakların, boşaltılmış tampon bölgelerden farkı olmaz mı? Meğer o toprakları PKK işgal edememiş. Gitmesek de, görmesek de, o köyler bizim köylerimizdir...
Bu parçalı, hatta paramparça algı kendine olan, olması gereken uzak açıyı tamamıyla kaybetmiş muktedirler ve yandaşları tarafından hoyratça paylaşımımıza sunuluyor.
Suriye'de öyle, Şemdinli'de böyle.
Uludere'yi boşver, Suriye'ye bak. Şemdinli'den sana ne, Halep'i dinle.
Tutarlılık gayreti bile fuzuli geliyor efendilere. Tutarlı olma gayreti, ar ve edep duyguları muhaliflere, eziklere ve kaybedenlere yakışır zaten. Ne tenezzül buyuracaklar.
Körlükleri, karşılarındaki halkların körlüğüne inançlarından, sonsuz özgüvenlerinden kaynaklanıyor.
Devlet kaynaklarının servis ettiği burkulmuş mantık müsamerelerini, o kaynaklara biat edip gazetecilik, yorumculuk kisvesi altında okura ileten, bir kez daha devletine aracı ve kefil olan gazeteci müsveddeleri artık fütursuzca saçmalıyor.
Bu akıl fikir erozyonu sürer giderken dün Hürriyet'in manşeti, "Ona kalbimi açmıştım" idi. Emine Erdoğan'ı Suriye olayı çok yıkmış. "Dost olarak insanları kalbimize sokuyoruz. Esma Esad'a kalbimi açmıştım. Benim için büyük hayal kırıklığıdır" demiş.
Hürriyet'in bomba manşetine göre Emine Erdoğan, "Esma Esad asla kibirli değildir. Çok candan bir insandır. Ülkesinde demokratikleşme, çağdaşlaşma isteyen bir kadındı. O nedenle olup bitenlere bu kadar duyarsız kalmasına inanamıyorum" diyesiymiş.
Derdimi anlatabildim mi? (YT/YY)