Füsun Erdoğan'ın mektubu 29 Temmuz 2012 tarihi taşıyor. Postacı mektubu bianet'e, yazılmasından 12 gün sonra 10 Ağustos 2012'de akşama doğru getirdi. (bianet)
Geçtiğimiz günlerde televizyonda akşam haberlerini izliyorduk. İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne yapılan atama haberinde Sedat Selim Ay'ın ismini duyunca yerimden fırladım!
İnsan yaşamında belirli anlar, olaylar, gelişmeler, isimler, travmalar v.b. üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin kesinlikle unutulmuyor.
Günlerdir İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nde (TMŞ) TİM3'de işkence görenler yaşadıklarını anlatıyor ve işkenceci Sedat Selim Ay'ın atandığı Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Müdür Yardımcılığı'ndan alınmasını istiyorlar.
Bu arada gazetelerden birinde Sedat Selim Ay'ın Taraf Gazetesi'ne yaptığı açıklamada kendisini savunduğu haberini okudum.
Açıklamanın tümünü okuma şansına sahip olmadığımdan Ay'ın savunusunun tümüne dair bir şey söyleme koşulum yok.
Fakat tescili bir işkencecinin; "O zaman bir komiserdim ve yetkim yoktu" demesi benim için yeterli.
Doğrudur Sedat Selim Ay o zaman bir komiserdi!
Tim3'de işkenceci tim şefi Bayram Kartal'ın yardımcısıydı...
Yani İstanbul TMŞ'de Tim3'e yolu düşen herkes, Bayram Kartal ve yardımcısı Sedat Selim Ay'ın yönetiminde işkenceli sorgulardan geçerdi.
Burada uzun uzun Sedat Selim Ay'ın da içinde bulunduğu Tim3'de hangi işkecelere maruz kaldığımı anlatmayacağım.
Bir çok işkence mağduru gibi ben ve eşim askı, elektrik, eşimin testislerinin sıkılması, buz kalıbı, tazyikli su, taciz, işkenceye ara verdiklerinde bekletme sırasında işkence görenlerin çığlıklarını dinletme gibi işkence çeşitlerinin yanı sıra...
Bana İbrahim'in gözü önünde tecavüz edeceklerini, İbrahim'e de gözlerinin önünde bana tecavüz edeceklerini söylemişler ve bu fiili gerçekleştirme mizansenini de defalarca tekrarlamışlarıdı.
Bir de o zamanlar dokuz yaşında olan oğlumuz Aktaş'ı getirip, gözlerimizin önünde işkence yapmakla tehdit etmişlerdi.
O yıllar bir devlet politikası olarak fiziki işkence çok yaygın kullanılıyordu.
Ve bütün bu fiziki ve psikolojik işkenceler polisin istediği doğrultuda ifade verilmesini sağlamayı, kendi hazırladıkları ifadelerin altına imza attırmayı amaçlıyordu.
15 Mart, 1996 tarihinde radyodan eve giderken gözaltına alınmıştım.
Aynı gün sabah saatlerinde de İbrahim'i gazeteye giderken sokaktan almışlardı.
Her ikimizin de işyerimiz, ev adresimiz belli olduğu halde sokaktan beyaz bir Reno'ya bindirilerek kaçırılmıştık.
Zira o yıllar "normal" gözaltıları bile sokak ortasında zorla beyaz bir Reno'ya bindirerek yapmaları; daha en başından bireyde kaybedilme korkusu yaratmak içindi...
O gece Sedat Selim Ay'ın yönetiminde bir ekiple evimiz basılmış: Atılım Gazetesi çalışanlarından Hacı Osman gözaltına alınmıştı...
İbrahim'le dahil edildiğimiz o operasyonda gözaltına alınan yirmiyi aşkın kişiyle 16 gün gözaltında kalmış ve herkes gibi değişik işkence yöntemlerine maruz kalmıştık.
İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) savcılığa çıkarıldığımızda, vücudumuzda hala belirgin olan işkence izlerini göstermiş; işkenceciler hakkında suç duyurusunda bulunmuştuk.
Sevk edildiğimiz Adli Tıp'ta bana, İbrahim'e, Ali Hıdır'a, Polat'a, Birol Paşa'ya ve Delil İldan'a rapor verilmişti.
Tutuklanıp hapishaneye gittiğimizde de, hapishane doktoruna çıkıp işkence izlerini tespit ettirip yazılı olarak işkenceciler hakkındaki suç duyurumuzu tekrar etmiştik.
O zamanlar işkence çok yaygın olmasına rağmen, Adli Tıp'tan rapor almak ve işkenceciler hakkında dava açılmasını sağlamak hakikaten çok zordu.
Suç duyurularımızla ilgili uzun süre ses çıkmamış; çıkarıldığım ilk duruşmada tahliye olmuştum.
Doksanların sonuna doğru (şu an elimde tutanaklar olmadığı için tarihi tam olarak hatırlamıyorum) nihayet savcılık suç duyurularımızı işleme koymuş; Bayram Kartal ve Sedat Selim Ay'ın da içinde bulunduğu TİM3 polisleri hakkında davayı açmıştı.
Ve öyle sanıyorum ki; ilk ya da ikinci duruşmada haklarında dava açılan işkencecilerin tümü duruşmaya katıldı.
Karşında günlerce en aşağılık işkenceleri yapmış işkenceciler dururken, insanın yaşadıklarını anlatması...
Onları sanık sandalyesine oturtmayı başarmış olmak!
Hakikaten farklı bir duygu...
Biliyorsunuz ki; orada bulunan mağdurlar olarak , bu adamların işkencesine maruz kalan insanlardan sadece birkaçısın.
Yani denizde bir damla misali!..
Duruşma başladığında hakim yaşadıklarımı sordu.
İşkence anında birden fazla işkencecinin seansa katıldığına tanık oldum.
Kendi aralarında konuşmaları, bana sözlü ve fiziki saldırıları, o iğrenç kahkahaları...
O an gözlerin bağlıyken her bir sesi, davranışı kaydediyorsun.
İki hafta boyunca bazı sesler, davranışlar daha bir belirginleşiyor.
Bazı sesler ve görüntüler birleşiyor!
Gözaltının kaçıncı gününde hastaneye götürüldüğümüzü şu an hatırlamıyorum.
Fakat Vakıf Gureba Hastanesi'ne götürüldüğümüz güne dair anekdotları çok iyi anımsıyorum.
Sedat Selim Ay'la muayene esnasında odada bulunmak istemesi üzerine, o koşullarda muayene olmayı reddettiğim için bir süre tartıştım.
O tartışmada, işkence esnasında bir fiil bana işkence yapanlardan biri olduğunu; sesiyle fiziğini birleştirerek anlamıştım.
İşkence duruşmasında S.S. Ay'ın bana işkence yapanlardan biri olduğundan nasıl emin olduğumu anlatıp; ayrıca evimi aradıklarında altın küpelerimi, broşumu, fotoğraf makinamı, tüm aksamlarıyla çaldıklarını belirtip; onların yalnızca işkenceci olmadıklarını, aynı zamanda birer hırsız olduklarını belirtip şikayetimi tekrar etmiştim.
Duruşmada Bayram Kartal'ı nasıl teşhis ettiğimi de anlattım.
Çok belirgin bir aksanı vardı.
İşkence seansları dışında gözlerim açıkken kendisini görmüş ve emin olmuştum.
Ayrıca ilk askıya alınıp, elektrik verdiklerinde; Bayram Kartal'ın elektrik kablosunun bir ucunu boynum, kulak memelerim, meme uçlarımda dolaştırırken, bir sandalyenin üzerine çıkmış olduğunu gözbağımın altından aşağı doğru baktığımda görebiliyordum. Onun nefes alış verişini çok yakınımda hissediyordum. Elektriğin etkisiyle kuruyan ağzımda bir miktar tükürük biriktirmeye çalıştım, yüzüne tükürmek için. Bunu anlayıp; "Tükürürsen yüzüme zorla yalatırım sana" diyince, o an o suratı zorla yalamanın dünyanın en pis işi olduğunu düşünüp ve tükürmekten vazgeçtiğimi söylemiştim.
Bayram Kartal ise söz aldığında o zaman benim onun yüzüne tükürmediğimi söylerken, esasında diğer yaşananları da farkında olmadan teyid etmişti.
Duruşmada en önemli nokta ise, Sedat Selim Ay'ın bizzat eşim İbrahim Çiçek'e işkence yapmış olmasının açığa çıkmasıydı.
İbrahim'i askıya alacakları zaman işkencecilerden birisi alyansını çıkarıp, yanındakine veriyor ve "Bunu benim çekmeceme koy" diyor.
Sonra askıda elektrik ve bildik işkence seanslarıyla geçen on beş gün...
Gözaltına alınışımızın 16. Günü savcılığa götürülmek üzere alt katta bekletiliyoruz.
Gözlerimiz açık.
Gözaltına alındığımızda üzerimizden çıkan eşyalar kimliklerimiz, çantalarımız, cüzdan, kemer vb. teslim ediyorlar.
İbrahim çantasını, cüzdanını, kemerini vs. aldı.
"Yüzüğümü vermediniz, teslim tutanağını imzalamayacağım," dediğinde...
İçlerinden yeşil gözlü genç bir sivil polis; "Bir dakika çekmecemden getireyim," demişti!
İşte bu kişi Sedat Selim Ay'dı.
Duruşmada İbrahim, Sedat Selim Ay'ın kendisine bizzat işkence yapanlardan biri olduğundan yüzde yüz emin olduğunu söylerken kanıtı buydu!
Bu kanıt karşısında sadece Sedat Selim Ay dona kalmamıştı!..
Tüm işkenceciler ve avukatları İlhami Yelekçi de ne diyeceğini bilememişti...
Öyle sanıyorum ki, işkence duruşmasından tam bir hafta sonra o dönem Bayrampaşa Hapishanesi'nde tutuklu bulunan eşim İbrahim Çiçek'in ziyaretine gitmiştim.
Çıkışta gözaltına alındım.
O zamanlar ziyaretçileri yıldırmak için İstanbul TMŞ'nin kullandığı bir yöntemdi bu.
Gözaltına aldıklarını polis minibüsünde bekletip, topluca Vatan Caddesi'ndeki TMŞ'ye götürüp, birkaç saat bekletip, tehditle, hakaretle psikolojik işkence uygulayıp bırakıyorlardı.
Polis telsizinden adımı soyadımı geçip, gözaltına aldıklarını söylediklerinde; ''bekletmeden getirin'' talimatı geldi karşı taraftan.
Götürüldüğüm TMŞ'de gözlerim açık bir şekilde Sedat Selim Ay ve ekibinden bir grup polisle onların işkenceci oldukları üzerine tartışmalar yaptım.
Sedat Selim Ay ısrarla bazı isimleri sayıp onlara işkence yapmadıklarını söyledi. "Bana bizzat kendisi ve ekibinin işkence yaptığını, daha bir hafta önce duruşmada bunları anlattığımı, işkencenin Adli Tıp raporuyla kanıtlandığını, haklarında açtığım davayı sonuna kadar takip edip, tazminatı da alıp çatır çatır yiyeceğimi" söylediğimde ise Sedat Selim Ay'ın "bu senin hakkın" dediğini çok iyi hatırlıyorum.
İlk defa o işkence davasında işkenceciler ve avukatları İlhami Yelekçi'nin davanın zaman aşımına uğraması için mahkemeyi oyalama girişimlerine mahkeme heyeti bir gün sonrasına duruşma tarihi vererek engel olmaya çalışmıştı.
Ama işkence bir devlet politikası olunca...
Devlet işkencecilerini koruyor, kolluyor, terfi de ettiriyor!
Sedat Selim Ay'ın terfi ettirilmesi de örneklerden sadece biri.
Ve Ay bugün kendisini "o zaman bir komiserdim ve yetkim yoktu" diye savunuyor.
Oysa Sedat Selim Ay ve ekibi bana, eşime ve 15 Mart 1996 tarihinde bizimle birlikte alınan bir çok kişiye işkence yapmıştı.
Yaptıkları işkenceler Adli Tıp raporlarıyla kanıtlanmış, haklarında dava açılmış ve işkence yapmaktan yargılanmışlardı.
AİHM Türkiye'yi 2009 yılında mahkum ederek işkenceci olduklarını tescil etmişti.
Sedat Selim Ay ve ekibinin işkence yaptığı mağdurlardan biri olarak diyorum ki:
"Yetkisi olmadığı halde bunları yapmış!
Ya bir de yetkisi olsaydı? (FE/BA)
* Füsun Erdoğan, 29 Temmuz 2012, Gebze, Kadın Kapalı Hapishane.