Geçen sene bu zamanlar bianet için kaleme aldığım yazı dizisinde, Êzidî Soykırımı’nın Êzidî toplumu üzerindeki etkilerini, Êzidîlerin adalet arayışını, Çarşema Serê Salê bayramını, ve çok hassas bir konu olan tecavüzden doğan çocuklar konusunu yazmıştım.
IŞİD, 6 bin 800’den fazla Êzidî kadını kaçırarak cinsel esarete zorladı. Bu kadınlardan bazıları herhangi bir doğum kontrol yönetimine erişim sağlayamadığından hamile kalmıştı. Zorla hamile bırakılan kadınların kimisi ise güvenli kürtaja da erişemediğinden doğum yapmak durumunda kalmış, bazıları çocukları tutmak istemese de, isteyenler ötekileştirmeye maruz bırakılmış, toplum tarafından dışlanmıştı. IŞİD’den kaçan bazı kadınlar çocuklarını Suriye’de, bazıları Irak’ta yetimhaneye bırakmış, çocuğuyla Irak'ta yaşayan bilinen tek vakada ise kadın ve çocuğu baskılardan ötürü yurtdışına yerleşmek zorunda kalmıştı.
Êzidî olabilmek için hem anne hem babanın Êzidî olması gerekiyor. Babası Müslüman olan IŞİD esaretinden doğan çocuklar, Êzidî dini öğretisi uyarınca Êzidî kabul edilmiyor. Babanın tarihin gördüğü en korkunç soykırımlardan birini işleyen IŞİD’e mensup olması da bu ötekileştirmeyi besleyen sebeplerden biri.
Soykırım ve cinsel şiddet
Keza IŞİD’in 2014 Êzidî Soykırımı’nda yaygın ve sistematik olarak kullandığı cinsel şiddet, 1948 Soykırım Konvansiyonu’nda belirtildiği üzere hem “ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar” vermek, hem de “grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler” alınması fiilleri dolayısıyla soykırım teşkil ediyor. Soykırım tecavüzünün ilk kez tanındığı, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin çığır açan Akayesu kararında da “Ataerkil toplumlarda, bir gruba mensubiyet babanın kimliği ile belirlendiğinde, grup içinde doğumları engellemenin bir örneği de o gruba mensup bir kadının başka bir gruba mensup bir erkek tarafından, kadının nihai olarak annesinin grubuna mensup olmayacak bir çocuğu dünyaya getireceği kastı ile, tecavüz sırasında bilerek hamile bırakılmasıdır,” denilerek, tecavüzün travma veya ötekileştirme nedeniyle grup içinde doğumları engelleme suretiyle de soykırım teşkil edeceği kabul edilmişti.
Çocuklarını bırakmak istemeyen Êzidî kadınlar
IŞİD’in Suriye’deki son kaleleri de temizlenirken, halen kayıp olan 2 bin 500’e yakın Êzidî kadının da kurtarılacağı düşünülmüştü. Ancak durum beklendiği gibi olmadı ve bu operasyonlar sonucu maalesef tüm kadınlar kurtarılamadı. Kabullenmesi zor olsa da, henüz esaretten dönmeyen kadınların bazılarının ölmüş olması ihtimal dahilinde. Ancak bazı Êzidî kadınların, çocuklarını bırakmak istemedikleri için isteseler de kaçmayı seçmedikleri, aslında Suriye'de ve hatta Irak'ta eskiden IŞİD kontrolünde olan şehirlerde IŞİD’li ailelerle birlikte kaldıkları konuşuluyor.
İşte bu ihtimal nedeniyle Êzidî Meclis-î Ruhanî, 24 Nisan 2019’da tarihi bir karara imza atarak Êzidî toplumunu yalnızca hayatta kalan Êzidî kadınları değil, çocuklarını da topluma kabul etmeye davet etti. Eylül 2014’te benzer bir karar IŞİD esaretine maruz bırakılan tüm Êzidîlerin kabulü için verilmiş, o karar da çokça yankı uyandırmıştı; zira o karara dek Êzidî olmayanla cinsel temas -rızaya dayalı olsun ya da olmasın- dinden çıkma sebebiydi.
Kadim kurallar
Bu iki karar ile Meclis-î Ruhanî, Êzidîliğin kadim kurallarından ikisini değiştirmiş oldu. Adeta soykırıma karşı bir direniş teşkil eden bu iki karar, ataerkil ve geleneksel bu toplum için çok ilerici adımlar. Bu zaferler kolay elde edilmedi; başta tüm baskılara karşın susmayı reddeden hayatta kalan Êzidî kadınlar olmak üzere, çok sayıda Êzidî hak savunucusu her iki karar için müthiş mücadeleler verdi.
Bu cesur karar bir devrim niteliğinde olsa da, çocuğunu halihazırda yetimhaneye bırakmış olan kadınların çocuklarını bulup bulamayacağı belli değil. Yine bu kararın kadın ve çocukların toplum nezdinde ötekileştirilmesini ne ölçüde engelleyeceği de ilerleyen zamanlarda görülecek, zira toplumun bu denli büyük bir değişime nasıl tepki vereceği belli değil. Sıkça dile getirilen bir çözüm, isteyen kadınların çocukları ile birlikte başka ülkelere yerleştirilmesi.
Keza Meclis-î Ruhanî’nin kararı, tecavüzden doğan çocukların Irak’taki hukuki statüsünü etkileyebilecek nitelikte değil. Irak hukuku uyarınca, ebeveynlerden biri Müslüman ise, tecavüzden doğmuş dahi olsa çocuk da Müslüman olarak kaydediliyor. Nüfus kayıtlarında dini İslam olarak gözüken kimse din değiştiremiyor, bir Êzidî’yle de evlenemiyor. Medeni haklara dair konularda da İslamî kurallara tabi oluyor. Bu da çocuğun Êzidî toplumuna reintegrasyonu bakımından büyük bir sorun teşkil ediyor.
Devletsiz çocuklar
Çocuğun nüfusa kaydedilmemesi ise bir seçenek değil, zira kayıt dışı çocuklar sağlıktan eğitime, seyahatten oy kullanmaya kadar sayısız haktan mahrum bırakılıyor. Devletsiz çocuklar halihazırda Irak’ın çözüm bekleyen en büyük sorunlarından biri.
Iraklı siyasetçiler, hayatta kalan Êzidî kadınların çocuklarının dinini seçmesine izin veren yasal reform taleplerine bugüne dek hep Êzidî toplumunun zaten bu çocukları kabul etmediğini öne sürerek cevap vermişti. Artık bu bir gerekçe teşkil edemeyecek. Irak Cumhurbaşkanı Barham Salih 7 Nisan 2019’da Êzidî Kadın Hayatta Kalanlar Kanunu taslağını Meclis’e sundu. Taslakta hayatta kalanlar için bir onarım mekanizmasının yanı sıra tecavüzden doğan çocuklara dair hükümler de mevcut, ancak bu hükümler çocukların hukuki statüsünün halihazırda yürürlükte olan kanunlar uyarınca çözümleneceğini ifade ediyor. Bunun hayatta kalan Êzidî kadınlara nasıl bir fayda sağlayacağı merak konusu. Zaten Êzidî toplumu da Irak kanunlarının değişeceğine dair pek ümitli değil.
Makul çözüm
Bu hukuki engel nedeniyle de Irak’ta kalmak istemeyen hayatta kalan Êzidî kadınlar ve çocuklarının yurtdışına yerleşmesi için özel bir kota programı oluşturulması en makul çözüm olarak öne çıkıyor. Daha önce hayatta kalan Êzidî kadınlar için Almanya’daki Baden-Württemberg eyaleti böyle bir kota programı oluşturmuştu. Soykırımın dördüncü yılı olan 3 Ağustos 2018’de bu kota programının oluşturulmasında öncü rol oynayan Prof. Jan İlhan Kızılhan ile bianet için yaptığım söyleşide, özellikle çocukların tedavisinin kritik olduğundan, tedavi edilmeyen travmanın ömür boyu sürebilecek sorunlara ve kişilik bozukluklarına yol açabileceğinden bahsetmişti. Dolayısıyla hem hayatta kalan kadınların, hem de çocuklarının psikososyal destek görmesi hayati önem taşıyor. Çocuğun üstün yararı ilkesi uyarınca bilhassa Batılı devletlerin bu konuda elini taşın altına koyması temenni ediliyor.
Şiddetten doğan çocuklar da mağdur
73 soykırımdan hayatta kalan “güneşin çocukları”, 74. soykırımın toplum üzerindeki etkilerini hafifletmek için imkânsız denilenleri yaparak bu soykırıma karşı da direnişlerini ortaya koyuyor. Ancak bireysel ve toplumsal çaba, bu denli yıkıcı bir soykırımın etkilerini ortadan kaldırmak için yeterli değil. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda kanuni düzenlemeleri son derece yetersiz olan Irak, mevzu azınlık kadınlar olunca kesişimsel ayrımcılık uygulamaya devam ediyor.
Çatışma bağlantılı cinsel şiddetin tek mağduru hayatta kalan kadınlar değil, bu şiddetten doğan çocuklar da hukuken mağdur. Êzidî toplumunun takdire şayan çabası, bu mağduriyetin giderilmesi için çok büyük bir adımdı. Irak hükümetinin üstüne düşeni yapıp yapmadığını ise kanun taslağına ek olarak alacağı önlemler belirleyecek. (GB/HK)