Yüzde 80’lik çoğunluğa hükmeden, yöneten, savurganca ve şımarıkça (şımarık çok hafif kaldı) davranan yüzde 20’lik azınlığın mal varlıklarını, bütçesini, sermayesini gördükçe, duydukça yeryüzü nimetlerinin hiç kimseyi aç bırakmayacak kadar bereketli ve yeterlilikte olduğunu düşünüyorum.
Elbette ki bereketli toprakları işleyip o yüzde 20’lik azınlığın palazlanmasını sağlayan bizcileyin emekçiler, çiftçiler ve işçilerdir. Bir ülkenin bütçesini katlayacak sermayeye sahip şahısların zenginliklerinin bu teknoloji çağında bereketli topraklarla alakası yok diyenin elimdeki terlikten de haberi yoktur sanırım.
Herkese yetecek kadar aş, ekmek, gıda, toprak, hava ve su varken ihtiyacı olacağı kadar çalışmanın, ihtiyacı kadar tüketmenin diğer bir aşaması da çalışmama hakkıdır.
Yıllarca “çalışmak kutsaldır” yalanıyla insanları kandıranlar modern sonrası kapitalist dönemde insanları elindeki işle tehdit ediyorlar. Yaşam standardının yükseltilmesinin tek yolunun daha fazla çalışmaktan geçtiğini kulaklarımıza fısıldayan işverenlerimiz, müdürlerimiz, patronlarımız ve devletimiz aksi takdirde aç kalabileceğimizi söylüyor, bunu söylerken de parmağını gözümüze sokarcasına havada sallamayı ihmal etmiyor. Herkesin kutsalı kendine.
Onurlu olmayı, dik durmayı, hak yemeden, hırsızlık yapmadan (bu arada en büyük hırsızlık çalışanın emeğinin karşılığını vermemektir ki biz ona artık değer dersek kimse bizi açlıkla terbiye etmez) çalıp çırpmadan yaşayanların kutsalı ile hukuksuzluğu, adaletsizliği kendine röper tayin eden insanları açlıkla tehdit eden, artık değer üzerine oturanların kutsalı bir olabilir mi? Biraz daha yaygın (pasif soru) bir şekilde söylersek, böyle bir şey olabilir mi?
Aylardır “işimi geri istiyorum” diyen KHK’yle işinden olan onlarca işsizin sesi, simgesi, onuru olmuş iki insanın gözümüzün önünde yavaş yavaş eridiğini izliyoruz.
Artık herkesin ailesinden birinden bahseder gibi Nuriye ve Semih dediğine göre ailemizden birine açlığı bitirin, son verin deme hakkımız var mı bilmiyorum ama olası sonuca da gönlün elvermeyeceğini de belirteyim. Siz kazandınız çocuklar demek belki biraz sığlık olacak ama buraya, bu aşamaya bu sığlık yüzünden gelmedik mi? Bizi hoş görün, bizi bağışlayın, bu sığlığımızın da, çağrımızın da sebebini cahil cesaretine yorun. Siz yorulmayın, yormayın kendinizi. Gülüşünüz solmasın, yaşama hakkı çalışmama hakkından daha evlaymış gibi geliyor. Sizden çok şey öğrendik öğrencileriniz olarak:
Zalime el açılmadan onuruyla direnmenin,
Boyun eğmeden yaşamanın,
Üzerinden Müslümanların oruç tutarak geçirdikleri koskoca bir ay gelip geçerken Arap’ların, “Türk gibi Müslüman” tabirlerinin, yakıştırmalarının ne kadar yerinde bir tespit olduğunu,
Gülmenin devrimci bir eylem olduğunu,
Bir kez daha izleyen bir toplum olduğumuzu,
Hakkın da hukukun da adaletin de mülke çalıştığını,
Umudun bir türlü bitmeyen bir şey olduğunu,
Ama benim umudum senin yaşamandan yana,
Ne olur yaşa, çünkü öyle görünüyor ki ben senin yaşaman için umut etmekten başka bir şey yapamıyorum. Böyle umut yerin dibine batsın! Ben artık umut etmek istemiyorum, gördüğün gibi önce umutlarımıza ateş ediyorlar. (HB/EKN)