1 Kasım akşamı sandık sonuçları erkenden belli olduktan hemen sonra, televizyonlardaki yorumların rengi de değişti.
AKP yandaşları sonucu “büyük zafer” olarak sunarken...
Bir kısmı anında dümeni kırıp, “sandığın tercihi” demeye başladı.
Ezilenler cephesinde ise, seçimlerin tümüyle anti-demokratik bir ortamda gerçekleştiği, HDP’ye yönelik saldırı ve katliamlar, HDP’nin seçim propagandası yapma hakkının gaspedilmiş olması; 1 Kasım seçimlerinin meşru olmadığı gerçeği vurgulandı... Önümüzdeki süreçte devlet terörünün artacağı tespitinden hareketle, “ortak mücadeleyi büyütmek” ve “daha çok mücadele” fikri öne çıktı.
Erdoğan ve AKP diktatörlüğünün 24 Temmuz’da başlattığı ve hiç soluk almadan Kürt halkına yönelik yürüttüğü savaş, devlet tetörü, baskı ve zulüm seçimlerin hemen ertesinde Silvan’la devam etti.
Silvan’da onbir gündür süren sokağa çıkma yasağının bilançosu, hayli ağır!
Devlet abluka altına aldığı Tekel, Mescit ve Konak mahallelerini haritadan sileceğini söylüyor.
AKP diktatörlüğü, sansür karanlığında yaptığı katliam ve zulmünü gizlemeye çalışsa da...
Sosyal medya ve ezilenlerin medyası aracılığıyla gerçekler bir şekilde gün ışığına çıkıyor.
Harabeye çevrilmiş mahalleler, yan yana dizilmiş insan cesetleriyle savaş ve katliam gerçeği insan olanın yüzüne öyle bir çarpıyor ki!
İsyan, öfke, acı içinde “neler yapabilirim”, “neler yapmalıyız” sorularına yanıt olmak için çırpınmak yetmiyor.
Ve çoğu zaman yapılan dayanışma eylemleri, açıklamalar vb. insan olanın vicdanını rahatlatmaya yetmiyor.
Bir yanda AKP faşizminin askeriyle, polisiyle, özel timiyle, Karasaray’a bağlı katil çeteleriyle yakıp-yıktığı Kürt illeri...
Öbür yanda Erdoğan ve AKP diktatörlüğünün kara sansürüne teslim olmuş, Silvan’da, Kuzey Kürdistan’ın il, ilçe ve köylerinde nasıl bir zulmün kol gezdiğinden bi haber, bütün bu olup bitenleri yandaş, havuz ve merkez medyanın gözünden gören, söylenenlere ve kendisine gösterilene inanan, kendi yaşam gailesinin peşinde yaşayıp giden Türkiye halkları...
Hem Silvan ve Cizre’ye ses vermek, yüksek sesle “buradayız” diyebilmek, kardeşlik elini uzatmak, hem de bütün bu olan bitenden bi haber yaşayanlara gerçekleri göstermek gerekiyor.
Bu iş öyle AKP’ye oy verdikleri için insanları suçlayarak, aşağılamakla olmuyor.
Kaldı ki, kimse böyle bir davranışı kendisine hak görmemelidir.
Burada esas mesele, savaş gerçeğini kitlelere anlatmak ve barış mücadelesini büyüterek, barışın kazanmasını sağlamaktır!
Dolayısıyla Silvan’da, Cizre’de ve bütün Kürt illerinde AKP diktatörlüğünün askerle elele vererek sürdürdüğü bu savaşa karşı durmak, Silvan’a, Cizre’ye ve diğerlerine ses vermek, kardeşlik elini uzatmak, barış ve kardeşliği inşa etmenin güncel devrimci bir görev olduğunu bilince çıkarmak gerekiyor.
Hapishanedeyken böyle zamanlarda demir parmaklıklar, beton duvarlar tüm tutsaklara dar gelirdi.
Hep birlikte havalandırmaya çıkar, katliamı protesto ederdik.
Dayanışma ve protesto sloganlarımızı payımıza düşen bir avuç gökyüzüne salardık.
Şimdi binlerce kilometre uzaktan Varto’da, Nusaybin’de, Lice’de, Cizre’de, Silvan’da AKP diktatörlüğünün yürüttüğü savaşı izlemek, baskı ve katliamlara dair haberleri okumak daha zor geliyor.
Kokmasın diye Cemile’nin ölü bedenini günlerce buzlarla saklayan annesinin elinde beyaz bayrakla kızını gömmek için sokağa çıkmasını...
Yedi yaşındaki Poyraz Engin’in ağlayarak "babamı kapının önünde vurdular. Biz Kürdüz, bizi Kürt olduğumuz için öldürüyorlar, fakat biz bitmeyiz. Bunu hiçbir zaman unutmayacağım. Büyüdüğümde bunun hesabını soracağım" derken gözlerindeki acı ve isyanı görmek, ta yüreğinde hissetmek!...
Hakikaten çok zor!
Konya ovasının içine sığacak büyüklükte, hiç bir dağı, tepesi olmayan, tepsi gibi bu memlekette, yüksek bir yere çıkıp, avazım çıktığı kadar Silvaaannnn, Silvan’a ses verelim diye bağırmak; sesimi küçük Poyrazlara duyurmak istiyorum... (FE/HK)
* Fotoğraf: Silvan/AA