Merhaba canım arkadaşım…
Bugün 27 Temmuz Cumartesi.
1996 yılında hapishanelerde yapılan süresiz açlık grevi ve ölüm orucu direnişinin yıldönümü.
Biraz önce direnişte yitirdiğimiz 12 tutsağı:
Aygün Uğur, Altan Berdan Kerimgiller, İlginç Özkeskin, Müjdat Yanat, Yemliha Kaya, Osman Akgün, Tahsin Yılmaz, Hicabi Küçük, Ayça idil Erkmen, Ali Ayata, Hüseyin Demircioğlu ve Hayati Can’ı andık.
Törenin ardından seninle sohbet etmek için hızla yukarı çıktım.
Canım benim kahrolası bağırsak kanseriyle mücadele ettiğini birkaç ay önce öğrendim.
Ve sana ulaşabilmek için bir hayli uğraştım.
Ziyaretçi kabul etmediğin için ablam yanına gelemedi; sana geçmiş olsun dileklerimi, selam ve sevgilerimi iletemedi.
O kahrolası hastalıkla savaşında yalnız olmadığını söylemek için kalem-kağıda sarılıp, koğuşça mektuplar yazdık sana.
Ne yazık ki aradan geçen onca zamana rağmen o mektupların eline geçip-geçmediğini de öğrenemedik.
Canım benim iki hafta önce Hülya’nın ziyaretçisi Ersel’den hastaneden çıktığını öğrendik.
Sağlığına dair anlatılan onca şeyin yanında, evde kalacak olmanı iyiye yorduk.
Dilerim yanılmıyoruzdur.
Hem belki bu hafta ablam sana gelmeyi başarır.
Benim yerime seni kucaklayıp, geçmiş olsun ve başarı dileklerimle, sana vermek istediğim çiçekleri kendi eliyle verebilir.
Sevgili Sultan bu defa sana nasıl ulaşabileceğimizi düşünürken yargılandığın Devrimci Karargah davasında mahkeme çerez dağıtır gibi cezalar yağdırdı.
Haberi duyar duymaz, aklımıza sen geldin canım.
Hastalıkla boğuştuğun bir süreçte, Güney’in ceza almasının çok kötü olacağını düşünüp konuşurken…
Sana da 6 yıl 8 ay hapis cezası verdiklerini öğrendik.
Zalimliğin bu coğrafyada haddi hesabı olmadığını yaşayarak bilenlerdensin.
Bugüne kadar yaşadıkların yetmezmiş gibi, bir de senin ve sevgilinin hapis cezasına çarptırılmanıza ne denir ki cancağızım?
Zulümleri artsın… Zulümleri batsın!..
Bu haberler üzerine konuşurken ve sana bir türlü ulaşamamanın sıkıntısını yaşarken…
Birkaç gün önceydi.
Alt katta Gule yeni gelen gazetelere bakıyordu.
“Gel baksana ne göstereceğim” diye yanına çağırdı.
22 Temmuz 2013 tarihli Radikal Gazetesi’nde Ezgi Başaran’ın köşesinde, göğsünde uyuttuğun tatlı bebişim Asmin Heves’inle gülümsüyordun.
Tebessümündeki hüzün yüreğimi delip geçse de…
Senden doğru-dürüst bir haber aldığım için çok sevindim canım.
Hızla yazıyı okudum.
Kanser illetinin başına nasıl bela olduğunu…
Beş aylık hamileyken, durumu öğrendiğini.
Kendi yaşamınla bebeğin yaşamı arasında bir tercih yapmak zorunda kaldığını bir solukta okudum.
Ah benim can arkadaşım!..
Ah benim çılgın Sultan’ım!..
O ana kadar nasıl fark etmediniz o lanet hastalığı.
Bilirim çok sinsidir…
Sessiz ama hızlı ilerleyip vücuduna yayılır.
İlk duyduğumda kulaklarıma inanamamıştım.
Hani insan bazı şeyleri yakınlarına, sevdiklerine konduramaz ya!
Seni hastanede, o illete karşı savaşırken düşünmek zor geldi be Sultan!..
Seni her zaman canlı cıvıl cıvıl, yerinde duramayan halinle hatırlıyorum.
Anımsıyor musun ilk tanıştığımızda 19 yaşlarında, yerinde duramayan, hareketli, kendine güveni gelişkin bir genç kadındın.
Yıllar ne çabuk geçmiş öyle değil mi?
En son işkenceci Sedat Selim Ay’a yazdığın mektubu Yıldırım Türker’in köşesinde okumuştum.
O zamanlar hastalığın açığa çıkmış mıydı bilemiyorum?
Dedim ya, bir-kaç ay önce duydum yaşadıklarını.
Biliyor musun şu dışarıdakileri çoğu zaman anlayamıyorum.
Hastalığını en başından beri biliyorlarmış.
Bizleri üzmemek için gizlemişler.
Gel de sinirlenip, kızma bu yaklaşıma.
Hapiste, dört duvar arasında olduğumuz için bizi üzmemek için bu tür kötü haberleri ya gizliyorlar ya da çok gecikmeli olarak veriyorlar.
Bu da adaletsizliğin bir başka biçimi.
İyi niyetli olanı cancağızım.
Elbette burada bir niyet tartışması yapmayacağım.
Ancak bu türden davranışlar hakikaten yersiz ve yanlış.
Hapiste dört duvar arasında olmamız yakınlarımızın, sevdiklerimizin, dostlarımızın başına gelenlere, yaşadıkları olumsuzluklara üzülme hakkımızın elimizden alınması hakkını kimseye vermez!..
Böyle bir hakkı hiç kimse de kendisinde görmemelidir.
Geçen hafta bir can dostuma yazdığım mektupta senden söz ettim.
Hastalığının tespit edildiği süreçte bebişle, sağlığın arasında bir yerde senden “deli kız” diye söz ettim.
Hakikaten yine yapmışsın yapacağını!..
Sevgili Sultan, canım arkadaşım; bu defa mektubunun mutlaka ve bir şekilde sana ulaşacak olmasının güveniyle yazıyorum.
Nasıl olsa ortak tanıdıklarımızdan birileri mutlaka bu mektubu sana ulaştırırlar.
Anım benim, güzel arkadaşım, can dostum…
Senin direngenliğini, dirayetini iyi bilirim.
O aşağılık, o alçak hastalığı yenme konusundaki azmine hayranım.
Lütfen kendine iyi bak emi.
Sevdiceğin ve sevdiklerinin de sana iyi bakacaklarından kuşkum yok.
Ezgi Başaran’ın yazısından okuduğum kadarıyla 6 kez ameliyat olmuşsun.
Dört defa daha ameliyat olman gerekiyormuş.
Ne yazık ki, buradan sana güçlü olmanı söylemekten başka hiçbir şey elimden gelmiyor.
Üzgünüm canım benim.
Oysa hastalığını ilk duyduğumda…
Koşup yanına gelmek, ellerini sımsıkı tutmak ve o lanet olası hastalığa karşı mücadelende yanında olmak istemiştim.
Sevgili Sultan, sana yazmak istediğim o kadar çok şey var ki!
Ama gel gör ki, kalemim söylemek istediklerimi kağıda dökmekte çaresiz kalıyor.
Seni, Asmin Heves’i ve sevgilini sevgiyle sımsıkı kucaklıyor öpüyorum.
Kızınla fotoğrafını ve bir de adresini göndermeni istiyorum.
Birgün karşılaşacağız canım…
Sımsıkı kucaklaşıp, günler boyu sürecek sohbetlerimizde bugünleri yad edip, tıpkı eski günlerdeki gibi ağız dolusu kahkahalar atacağız.
Başarı dileklerimle bir gün mutlaka görüşeceğimizi sakın aklından çıkarma…
Seni seviyorum…
Koğuş arkadaşlarımın hepsi geçmiş olsun dileklerini selam ve sevgilerini gönderiyorlar. (FE/HK)
(*) Sultan Seçik’le arkadaşlığımız hayli eski. Hastalığını öğrendiğimde ona ulaşmak için hakikaten çok çaba harcadım. Ezgi Başaran’ın Radikal’deki yazısını okuyunca, buradan ona yazacağım mektubun mutlaka kendisine ulaşacağını düşündüm. Ve bu haftayı arkadaşıma ayırdım… Anlayışla karşılayacağınızı umuyorum.
27 Temmuz 2013, Gebze Kadın Kapalı Hapishane