İranlı bir müzisyeni yazmak istedim. Bugün yazmamın özel bir önemi yok. Kaldı ki, sanatçılara ve eserlerine dair her zaman yazılır, konuşulur. Sanatın evrenselliği, tüm zamanların konusudur.
Şu sıralar İran geleneksel klasik ve folk müziklerini de dinliyorum. Bu durum beni yazmaya da sevk etti.
İran, son yüzyıllarda biraz kıyıda köşede kalmış gibidir. Hele 1979 yılı Humeyni önderliğindeki “İran İslam Devrimi” ile birlikte İran, Pehlevi diktatörlüğünün pençesinden İslamcı bir başka diktatörlüğün pençesine düştü. Ve bugün, Ayetullahlar hiyerarşisinin mengenesinde kıvranıyor.
İran’ın içinde bulunduğu Müslüman coğrafyasının kıyısına itilmesinin, köşeye sıkıştırılmasının başlıca nedeni, onun Şii olmasıdır. Ve Şii olduğu içindir ki, adına İran İslam Devrimi denilen hareket, İslam dünyasına örnek olma iddiasındayken, beklenen yaygınlığa ulaşamamıştır. Çünkü Sünni coğrafya için rejimin diktalığı değil (İslam dünyasının tamamına yakın bölümünde teokratik dikta yönetimleri var), rejimin Şiiliği tehlikelidir.
İran, İslam dinindeki bu tarihsel yarılmanın bir sonucu olarak bugün az sayıda olmak üzere Suriye’de, Irak’ta Lübnan’da, Katar ve Yemen’de kısıtlı etkileri olan bir ülke olarak dün olduğu gibi bugün de Sünni coğrafyanın kuşatması altındadır.
İran böyle olmakla birlikte, tarihin belli başlı uygarlıklarından biridir. Antik çağın en güçlü imparatorluklarından olan Perslerlerden, Medlerden, Sasanilerden, Osmanlı ile çatışan Safevilerden bugüne, derin bir devlet ve uygarlık geleneğine sahiptir. Ancak daha önemlisi, bu geçmişin biriktirdiği sanatsal, özellikle edebiyat değerlerinin varlığıdır.
Güçlü şairlerin olduğu bu ülkenin güçlü müzisyenleri de bulunur. Bu ülkenin sanatından ve hele müziğinden bahsedeceksek, ülkenin Şii olması ne fark eder? Sanatın böyle bir sorunu yok ki, sorun, sanatı ve sanatçıyı bu kimliksel bakışlarla değerlendirmeye tabi tutanlarda. Kaldı ki, böyle bir değerlendirmenin edebi, estetik ve etik olarak esamisi de yoktur!
Müzik ve sevgi
İnsanı insan kılan iki temel değer.
Müzik, insan eyleminin en üstün, en içten, en dürüst üretimidir. Bu sanat dalının özünü duygu oluşturur. Güfte duygunun kelimeleri, beste şakıyan dilidir. Sevgi ise müziğin merkezidir.
Müzik ve sevgi…
İnsanı hiçleştiren, insanı eşitleyen, insanda yaşama sevinci oluşturan ve varlığa yalnız kültürel anlam değil, ontolojik boyut da katan iki değer.
Yalnızlığın da, çoğalmanın da, paylaşmanın da iki değerli yolu.
Dağarcığınızı sevdiğiniz müziklerle doldurun ve çıkın iç yolculuklarınıza.
Yorulduğunuz, bıkıp usandığınız durumlarda çekilin köşenize ve müzik dinleyin. Kendinizi yenilediğinizi ve hafiflediğinizi göreceksiniz.
Böyle durumlarda müzik dinlerken yalnızlığınızın ne denli çokluk içerdiğini ve yalnızlığın engin dünyasında özgürce gezindiğinizi görürsünüz.
Dinlediğimde bende bu duyguları yaratan bir müzisyenden, Türkçe telaffuzla İranlı Muhammed Rıza Şeceryan’dan bahsedeceğim. 1940 yılında İran’ın Meşhed kentinde doğmuş. Müzisyen bir aileden geliyor. Uluslararası birçok ödül almış.
Saz ve Avaz
Pers, Acem ya da İran’ın dünyası Anadolu gibi çok zengin.
Hele dili…
Farsça!
Şiirsel, ağdalı, fonetik!
Pek yabancısı değiliz Farsçanın; Türkçe de 931 Farsça sözcük bulunuyor.*
İran müziğinin çok güçlü sesleri ve enstrüman üstatları var. Şeceryan ise, ustaların ustası.
Üstat Şeceryan’ın sesi özgün, güçlü, hüzünlü ve gökkuşağı misali bir tını zenginliğine sahip. Kaç oktavdır bilmiyorum ama Doğu’nun hüznünü yüklenmiş bir kervan gibi bozkırı da, çölü de kat ediyor. Bir hançere ki iniyor, çıkıyor, düzde yürüyor.
Şeceryan, Fars edebiyatının üstatlarından Hafız, Şirazlı Sadi, Hayyam gibi şairlerin eserlerinden besteler yapıyor. Hayyam’dan rubailer, Hafız’dan gazeller okuyan Şeceryan, sesiyle insanı mest ederek meşke davet ediyor. Mest olmadan meşk olmaz. Meşke ise, hiçleşemeyen katılamaz!
Şeceryan’ın başarısı, başta güçlü sesi olmak üzere, ona ilham veren zengin edebi değerlere sahip şairlerin olmasından ileri geliyor. Sufi müziğin üstadı, bazı folk müziği değerleri taşımakla birlikte, müziğini daha çok klasik tarzda icra ediyor.
Bu dili, Farsçayı bilmiyorum. Ancak müziği dinlediğimde, dilini bilemeyişimin açığını duygu kapatıyor. Zaten müzik de, dilden çok duyguya hitap etmiyor mu?
Şeceryan’ın “Saz ve Avaz” adında bir gazeli var ki, sesin bütün renkleri bu parçada görülüyor. O sesin güzelliğinin büyüsünün peşine takılmak ne güzel.
Farsça dilinin şiirselliğine örnek olması açısından buraya bir dörtlük alıntılıyorum.
“Vay, yüz bin vay kim dildardan ayrılmışam
Fitne–çeşm ü sahir u hunhardan ayrılmışam
Bülbül-i şûride em gülzârdan ayrılmışam
Kimse bilmez kim ne nisbet yârdan ayrılmışam!”
Şeceryan’ın Youtube’da rastladığım bir videosu var. Birlikte müzik yaptığı, çok yakın arkadaşı, tombak üstadı Nasser Farhangfar’ın cenazesinde, Mohammad Mousavi’inin neyi eşliğinde bir Hayyam rubaisi seslendirmiş ki dinlemek lâzım. Dünyaca ünlü bir müzisyen, bir başka büyük müzisyenin cenazesinde yapıyor bu işi. İnsanın gözleri doluyor gerçekten.
Rubai şu olmalı:
‘can yoldaşı dostlar çekildi gittiler
ecel çiğnedi hepsini birer birer
yan yana oturmuştuk hayat sofrasına
bizden birkaç kadeh önce sızdı gittiler.”
(Yaptığım bu alıntının kaynak notunu kaybettiğim için, şimdiden sahibinden özür diliyorum.)
Şeceryan’la birlikte çalışan değerli ustalardan biri de, İranlı ünlü Kürt yönetmen Bahman Gobadi’nin “Yarım Ay” filminin müziklerini de yapan besteci, tar ve setar üstadı Hüseyin Alizadeh’dir.
Kamençeci Kayhan Kalhor, setar üstadı Lütfi, santurcu Perviz Maşekkatian, Kürt müzisyen Şahram Nazeri, ünlü Kürt topluluğu Kamkar gibi müzisyenlerle birlikte çalışan Muhammed Rıza Şeceryan’ın müziğindeki sesin de sazın da ahengi, bülbül ile gül metaforu gibidir.
Şeceryan’ı dinlemenizi öneririm. Elbruz sıradağları gibi yüce, Sadi’nin gül bahçesi gibi kokan, Hayyam’ın rubaileri gibi yakıcı, Hafız’ın gazellerindeki seher bülbülü gibi öten Şeceryan’ın o tanrısal sesiyle hiçleşin! (HŞ/YY)
* Bkz. Sevan Nişanyan’ın “Sözlerin Soyağacı” – Adam Yay.