2015 genel milletvekili seçimlerine altı ay kaldı. Seçimlerin yüzde 10 seçim barajıyla mı, yoksa seçim barajsız mı yapılacağı Anayasa Mahkemesinin (AYM) seçim barajının hak ihlali olup olmadığına ilişkin bireysel başvuruya vereceği yanıta bağlı. Bu karar, seçim barajının bir hak ihlali oluşturduğu yönünde olursa 2015 seçimlerinin “sıfır barajla” yani barajsız yapılması gündeme gelecek.
Genel milletvekili seçimlerinde 1983 seçimlerinden bu güne uygulanan yüzde 10’luk seçim barajı var. 1983 ve 1987 seçimlerinde bu yüzde 10’luk baraja ek olarak bir de seçim çevresi barajı vardı. Bu iki barajlı seçim sistemi 12 Eylül cuntasınca yürürlüğe konmuştu. 1983’de tek başına iktidara gelen Anavatan Partisi (ANAP) ve onun lideri Turgut Özal çifte barajlı sisteminin birinci partiye getirdiği avantajları az bulup, yeni avantajlar elde etmek için seçim çevrelerini küçültme, kontenjan milletvekilliği ve Türkiye milletvekilliği gibi yeni uygulamalara yöneldi. Ancak Özal’ın daha az oyla daha çok milletvekili kazanma yaklaşımına dayanan bu uygulamaları AYM’ce iptal edilip, yeni düzenlemeler nedeniyle 1991 ve sonraki seçimlerde tek barajlı (yüzde 10) sisteme geçilmiş oldu. Eğer AYM mevcut yüzde 10’luk seçim barajını “hak ihlali” olarak kabul ederse, belki de 1983’den sonra ilk kez 2015 genel milletvekili seçimleri Yüksek Seçim Kurulu’nun uygulamasıyla barajsız bir seçim olarak yapılacak. Bu korku şimdiden iktidarı ve küçük muhalefet partisini sarmış görünüyor.
Yüzde 10’luk seçim barajı anayasanın “temsilde adalet, yönetimde istikrar” ilkeleri doğrultusunda 12 Eylül mantığıyla seçim sistemine konmuş bir pranga.
Bu pranga;
* Yönetimde istikrar kavramının tek parti iktidarı olarak anlaşılmasına,
* Oy potansiyeli yüzde 10’dan küçük olan partilerin seçmenlerinin ya oylarının işe yaramayacağını bilerek oy kullanmalarına, ya da sandık başına gitmeme veya kendi partileri dışında bir partiye oy vermelerine,
* Oy potansiyeli yüzde 10’dan büyük olan partilerin kendi seçmenleri dışındaki parti seçmenleri tarafından zoraki desteklenmesine,
yol açarak, çoğunlukçu bir sistem açısından dayatma mekanizması haline geliyor. Ve bu çoğunlukçu sistem; çoğulculuktan giderek uzaklaşırken, iktidarları toplumsal sınıf, grup, tabaka ve kesimlerin şeffaf olmayan parti içi koalisyonlarına mahkum ediyor. Oysa demokrasiler; toplumsal sınıf, grup, tabaka ve kesimlerin kendi siyasi parti ve örgütleriyle temsil edildiği, sistemin parti - örgütler arası uzlaşma ve yönetsel erklerin ayrılığından bağımsız tanımlanamaz. Eğer demokrasi bir uzlaşmalar sistemi ise, bu, her gün daha çok toplumsal kesimin katılımıyla oluşan yeni ve değişebilen koalisyonlar anlamına gelecektir.
1983’den 1991’e kadar ANAP (Özal’ın tanımıyla) dört eğilimi çatısı altında toplayan bir parti olarak sekiz yıl tek başına iktidarda kalmasını seçim barajlarına borçluydu. Aynı biçimde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) de, hem tek başına iktidara gelişini hem de 2002’den bu yana iktidarda tek başına kalışını seçim barajına borçlu. Çünkü AKP en yüksek oyunu aldığı zaman bile, kayıtlı seçmenlerin yüzde 42’sinin üzerine çıkamadı.
AKP; AYM tarafından kapatılan Refah Partisinden kopanlarla bu kesime destek veren kayıtlı seçmenlerin yüzde 26’sının oyuyla iktidara gelip, Gülen cemaati ile koalisyon biçiminde yönetim yapısını kurgulayıp, iktidarı dıştan destekleyenlerle koalisyonunu güçlendirerek yönetimde “ustalık dönemine”(!) ulaştı. Ustalık dönemine ulaşınca Müslüman kardeşler olarak iktidarda kendini yeterince güçlü hissetmeye başlayan AKP, parti içindeki koalisyon ortaklarına da gereksinimleri kalmadığı düşüncesine ulaşmış oldu. Bu noktadan itibaren de şeffaf olmayan parti içi koalisyon kendi içinde, ardı arkası gelmez iktidar çekişme ve çatışmalarının ortamına dönüştü. Çünkü şeffaf olmayan parti içi koalisyon yapılarında çekişme ve çatışmalar, gözlerden uzak saman altında yapılır. Gizli iktidar koalisyonun iç çatışmaları bir anda her yeri sarıp, olaylar su yüzüne vurmaya başlayınca, ortaya paralel yapı (!) çıkıverdi. Bu AKP’nin; Gülen cemaatine “iktidarı artık seninle paylaşmıyorum” demesinin kamuoyuna açıklanma biçimiydi.
AKP iktidarının iç ortaklarını tasfiye etme sürecinin tam bu kritik evresinde yüzde 10’luk seçim barajının kaldırılma olasılığının doğmuş olması, 2015’de olmazsa 2019 seçimlerinde hedeflediğimiz gerçek iktidara tam olarak ulaşırız düşüncesinin tehlikeye girmesi anlamını taşıyor. Çünkü AKP 2015 genel milletvekili seçimlerinden iki alternatifli sonuç bekliyor.
* İlk beklenti; tek başına anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip bir milletvekili grubuyla AKP’yi meclise taşıyabilmek.
* Eğer ilk beklenti gerçekleşmezse; iktidar olabilecek ve istediği yasaları (anayasa hariç) meclisten kolayca geçirebileceği çoğunlukla ve tek parti olarak 2015-2019 dönemi iktidarının AKP’nin elinde bulunması.
İlk beklentisinin gerçekleşememesi durumunda gerçek AKP iktidarı için 2019 seçimlerine umutla bakılabilmesinin olmazsa olmaz koşulu; 2015 – 2019 dönemini AKP’nin tek parti olarak iktidarda geçirmesi ve arzulanan yeni döneme geçiş için kendisine parti içi koalisyon ortağı olarak biat edebilecek toplumsal güçler bulması ya da yaratabilmesidir. Ancak bu koşullar altında AKP; 2019 Cumhurbaşkanlığı ve yerel, genel seçimler sonrasında Yeni Türkiye’sine yelken açabilir. Yoksa AKP daha 2015 genel milletvekilleri seçimi sonrasında kendi Yeni Türkiye'sine ulaşma hayalinden vazgeçmek zorunda kalıp, hesap verme telaşına kapılabilir.
Seçim sistemi ve seçim barajı konularına değindikten sonra gelinen bu noktada güncel kamuoyu yoklamalarına ve de araştırmacılarına değinmezsek, yazı eksik kalacak gibi geliyor bana. Onun için de kamuoyuna açıklanan en son yoklamalar ile araştırmacıların kamuoyuna yansıyan yön ve yüzlerine bakmakta yarar var.
Yazıya yarın, kamuoyuna açıklanan en son kamuoyu yoklama sonuçları ve kamuoyu araştırmacılarından konuya yaklaşım örnekleriyle devam edilecek. (ST/HK)