*Yazılarımı yayımlanmadan önce fikirlerini almak için çoğu zaman yolladığım arkadaşlarımdan biri de sevgili Akın Atauz idi. Ne yazık ki onu 22 Kasım’da kaybettik. Öğrendiklerimizi paylaşmayı, paylaşarak bildiklerimizi çoğaltmayı içselleştirmiştik gençliğimizde, Akın bunu sürdürenlerin hep en başında oldu.
Popüler televizyon kanallarından birinde her hafta salı akşamları bir dizi yayımlanıyor. Bu dizi beğenilen, izleyicileri tarafından çok da tutulan bir dizi olmalı ki, ikinci sezonunda da adından söz ettirip popülerliğini sürdürüyor.
Dizi, narsist davranış bozuklukları olan zengin bir işadamının iş çevresi, ailesi ve kadınlarla olan ilişkilerini, ilişkilerdeki belirleyiciliğini, bu belirleyiciliği yitirdiği durumlarda sergilediği davranış kalıp ve biçimlerini anlatıyor. Gerçek yaşam örneklerinden (psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’nun mesleki uygulamalarıyla) kitaplaştırılmış ve kitaptan senaryolaştırılmış bu dizi; masa başında koltukta oturan gözalıcı psikolojik danışman ve masa önündeki koltuğa kurulmuş danışan ilişkisiyle dikkat çektiği gibi, günümüzün mesleki etik tartışmalarıyla ve psikolojisiyle de çakışıyor. Çünkü dizi (akademisyenden gazeteciye, araştırmacıdan yöneticiye, hukukçudan sağlıkçıya, sporcudan sanatçıya neredeyse tüm icracıların kavgasına da konu olan) meslek etiği sorunuyla içiçe olması ve yazarının da bu açılardan tartışılmasıyla dönemin ruhuyla da çakışıyor, en azından ters düşmüyor.
Bu yıl bianet’te üç günlük yazı olarak ilki “Yeni seçim paradigması; iktidar seçimle gelir, peki gider mi?” başlığıyla, ikincisi “Kırılan korku ve itaat zinciridir!”, üçüncüsü “Değersizleştirme, değersizleşme” başlığıyla toplamda beş yazım yayımlandı.
Bu görece siyasal, sosyo-ekonomik araştırma ve durum saptama, çözümleme yazılarımın ardından bir TV dizisi hakkında yazı yazmaya kalkmak da nereden çıktı diye sorulabilir. Ancak toplumsal yaşam öylesine çok boyutlu ve karmaşık ki, birbiriyle hiç ilişkisi yokmuş gibi görünen şeyler bazan toplumsal yaşam hakkında insana farkında olunmayan pek çok şeyi, bir arada ve de bir çırpıda anlatıveriyor.
Diziyi yayımlandığı günden bu yana kaçırmadan izlemeye çalıştım dersem doğru olmaz. Ama son haftalarda hem dizinin geldiği evre, hem de tartışmalar nedeniyle geriye dönerek konuyu daha iyi anlamaya çalıştığımı belirtmem gerek.
Dizinin adı ‘Kral Kaybederse’. Dizinin ikinci sezonunda geldiği evre, kralın kaybetmeye başladığı, dolayısıyla eskisi gibi ortalığı ve çevresini manipule edememeye başladığı günler.
İnsan, toplum, iktidar ve anlama çabası
Altmış yıl önce üniversitede sosyoloji eğitimi alırken –sosyoloji okuyan diğer arkadaşlarımın çoğu gibi– seçmeli derslerimi ekonomi, istatistik, siyaset ve yönetim bilimleri alanlarından seçmiştim. Sosyoloji de psikoloji gibi, Sosyal Bilimler Bölümü’nün alt dallarından biriydi ve bölümde sosyoloji öğrencileri için açılan bir çok seçilebilir psikoloji dersi vardı.
Sosyoloji eğitimi alırken toplumu ve toplum içindeki insanı, sınıf ve tabakaları anlamak için ekonomi, siyaset ve yönetim bilimlerinin kuramsal çerçeveleriyle ve toplumsal alan araştırmalarını doğru değerlendirmek, etkin uygulamalar yapabilmek amacıyla sosyolojiyi istatistik dersleriyle bütünlemek uygundu. Çabamız tek disiplinli yaklaşım yerine disiplinler arası bir anlayış ve çerçeveyle topluma, toplumlara, iktidara ve toplum içindeki insan’a bakmak, bakabilmekti. Geçen altmış yılda dünya hızla değişirken her alanda olduğu gibi toplumsal bilimler alanında da birçok disiplin gelişti. Dolayısıyla her alanda farklılaşmalar artarken uzmanlaşma, hem zorlaştırıcı hem de kolaylaştırıcı etkilerle çok disiplinli bilgiler ışığında insana, topluma, iktidar yapılarına bakabilme ve değerlendirme olanaklarını, çözüm yolu arama seçeneklerini arttırdı.
Sınıf, sınıf egemenliği, devlet ve iktidar kavramları, güç ve gücün temsili bir yandan geçmişin yaşanmışlık ve tartışmalarını yeniden gündeme getirirken, diğer yandan da tanımlanmış bu kavram ve yapıları, içlerindeki eksikliklerle fazlalıkları ileri/geri ya da geri/ileri adımlarla dengeye taşıyarak bir yol ayrımına getiriyordu. Gelişme, duraganlık ya da çöküş! Başka deyişle devlet, iktidar ve toplum olarak ya arınıp, güçlenerek yola devam ya da…
“Değersizleştirme, değersizleşme” başlıklı yazımda konuya uç bir örnekten bakıp; “Toplumlar ve onların yönetimi açısından önemli olan toplumsal rızanın alınması ve bu onayın sürdürülebilmesidir. Çünkü alınamayan veya sürdürülemeyen toplumsal rıza onayına karşın iktidar direnişi ya toplumun çökertilerek yok edilmesini ya da toplumsal rızayı alamayan iktidarın yok oluşunu getirebilir. Tıpkı hücreleri kendini yenileyemeyen canlının, canlılığını yitirerek ölmesi veya güç zehirlenmesine kapılmış bir narsistin zorunlu intiharı gibi” diyerek toplum-iktidar ayrışması bağlamında Hitler örneğine gönderme yapmıştım. Bu göndermeden yola çıkıldığında, Kral Kaybederse dizisi kralının yaşanan öyküsüyle, iktidar ve rıza ilişkisinin ussal çerçevede bütünleştirilmesi, ortaya sosyo-psikolojik boyutlar da içeren farklı -ama yeni de olmayan- bir iktidar-toplum ilişki biçim ve çerçevesini çıkarıyor.
Narsisizm, narsist kişilik ve narsisizmin özellikleri
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü (genişletilmiş 7’nci baskı. Ankara 1983, s.872) ‘narsisizm’i Türkçe’ye ‘özseverlik’ olarak çeviriyor. ‘Kişilik biçimi’ olarak tanımlanan narsisizmin daha ileri evreye geçip patolojik boyuta tırmanışına Şule Öncü, ‘hayattan istediğini alamayanın, alsa da tatmin olamayanın huzursuzluğu’ diyor. Hepimiz Narsistiz adlı kitabın da yazarı olan psikiyatrist Şule Öncü herkeste az ya da çok narsist kişilik özelliğinin varlığına vurgu yaparak narsisizm sorununun, özelliğin varlığında değil patolojik hale gelmesinden kaynaklındığına dikkat çekiyor.
Hızlı bir Google araması, yapay zekâ sorgulamasından söz etmiyorum, narsisizmle ilgili birçok makale, kitap, video şöyleşisi ve açıklamalar getirdi önüme. Ancak burada dikkatimi çeken ilk nokta bol miktarda hastane, poliklinik, psikoloji kliniği ve muayenehane görseli ile narsisizm anlatısının karşıma çıkışı oldu. Olayın özünü kavramak için uzun uzun kaynaklara bakıp, okuyup, dinleyip, ayıklamalarda bulunmak epey uğraşmama neden olsa da bana konu hakkında önemli ipuçları verdi. Sonuçta narsist kişilik kimliği ya da davranış bozukluğunu anlama, özelliklerini kavrama, dizinin önde giden iş insanı Kenan Baran’ın, ayrıca Hitler gibi kimi siyasal liderlerin kişiliklerine, bu kişilerin yakın çevre/toplum, ülke üzerindeki etkilerini görüp, irdelemeye ve anlamaya yöneltti.
Gelin şimdi ortaya çıkanlara ve kimlerin neler dediklerine bakalım.
Nöro-psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş (Narsist Liderlik, acarbaltas.com, 22 Haziran 2016) narsistlerin başlıca özellikleri olarak şunları sayıyor:
- Kendini mükemmel görmek,
- Kendinden başkasını düşünmemek ve davranışlarının başkalarına olan etkisiyle ilgilenmemek,
- Bütün başarıyı kendine mal etmek, başarısızlık durumunda sorumluluğu başkasına yüklemek,
- Olayları bütünüyle kontrol etme isteği,
- Eleştiriye aşırı duyarlılık, aşırı tepki ve öfke,
- Her konuda haklı olduğuna inanmak,
- Başkalarını önemsememek,
- Kuralların kendisi için geçerli olmadığını düşünmek.
Narsisizmin insanın kendisine aşırı sevgi, hayranlık göstermesi olduğunu belirten Psikiyatrist Prof. Dr. Baybars Veznedaroğlu, (Narsistlik Nedir?, baybarsveznedaroglu.com, 23 Kasım 2025) narsistlerin eleştiriyi kabul etmek yerine savunmaya veya saldırıya geçme durumlarına vurgu yaparak;
- Empati kurmakta zayıf kaldıklarını,
- Başkalarından onay almak için yalan söyleme eğiliminde olduklarını,
- Genellikle kendileriyle ilgili konular hakkında konuşmayı sevdiklerini,
- Hataları açığa çıkarıldığında saldırganlaşabildiklerini, anlatıyor.
Tüm bunlara ek olarak Psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Sayar da (Ben, Ben, Ben! Narsisizm ve kültür, kemalsayar.com, 5 Ocak 2021 ) ‘narsisizm kendini yüceltmek ve ben merkezcilik bileşenlerinden daha fazlasıdır; savunmasız iç benlik duygusunu gizlemek için şişirilmiş bir maskedir’ betimlemesiyle, narsist kişiliğin ana hat ve çerçevesini de çizmiş oluyor.
“Sigmund Freud 1931 yılında narsistlerin başkalarını karakter olarak etkilediklerini ve lider rolünü üstlenmeye çok uygun olduklarını gösteriyor” alıntısıyla yazısını bitiren Gürkan Akçay (Narsist liderler çocukları da etkiliyor, bianet, 28 Ekim 2023) bu yazıya bir dönem tanımlamasıyla girip, geleceğe dikkat çekerek: “Narsist liderliğin tahakkümünün sürdüğü bir dönemde yaşıyoruz. Dünyanın pek çok yerinde, kendileriyle ilgili görkemli oldukları algısına sahip, kanun ve düzenlemelerin kendileri için geçerli olmadığına inanan, her zaman taraftarlarının saygı ve hayranlığını arzulayan narsist liderlerin yükseliş ve nihayetinde de düşüşlerine tanıklık ediyoruz” diyor.
Dünya bu döneme narsist oldukları savlanan İskender’den, Neron’dan, Napolyon’dan, 20’nci yüzyıla uzanan ve Franco, Hitler, Mussolini, Salazar’la, bir başka uçta Stalin’le adım adım günümüze yaklaşan liderlerin kişilik kimliği sorunları, 21’inci yüzyılla birlikte yeni bir şahlanışa mı geçiyor sorusunu akla getiriyor!
Amerika Birleşik Devletleri’nin 19’uncu yüzyılda, 1829-1837 yılları arasında başkanlık yapan liderlerinden Andrew Jackson ile başlayan, sonra aralıklarla yinelenen ve 21’inci yüzyılda aralıklı olarak iki kez başkan seçilen ve halen başkanlık yapmakta olan son lider Donald Trump’la yeniden (dw.com / Euronews.com/ psychologytoday.com/ indyturk.com gibi sanal ortamlarda karşımıza çıkan) günümüze taşınan narsist kişilik tanısının, liderlik ölçeğinde giderek daha sık karşımıza çıktığını ve bu etkinin Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e yayıldığını da görmek mümkün.
Narsist liderlik ve yakın çevre
Nöro-psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş 2016 yılında yayımlanan (acarbaltas.com, 22 Haziran 2016) ‘Narsist Liderlik’ adlı makalesinde narsist liderleri, liderlerin yakın çevresinde bulunanları ve bu lider-yakın çevre ilişkilerini bize çok açık ve net biçimde anlatıyor:
“Narsist kişiler takdir görme istekleri nedeniyle çok çalışır, meşguliyet alanlarını, hayatın bütün cephelerini ihmal edecek şekilde, hayatlarının tek amacı haline getirirler. Bu nedenle de çok kere fark edilir, takdir edilir ve yükselirler.
“Tutku ve odaklanmayla yürütülen çalışmaların sonucunda kişi, başında olduğu kurumu veya sistemi ileri götürür. Bu gelişme kendi beceri ve değerlerine olan inancının yükselmesine ve bunun sonucunda kendisine olan güveninin ve hayranlığının üst düzeye çıkmasına neden olur. Çok kere sorun da bundan sonra başlar.
“Bir narsistin güçlü görünüşünün ardında, kaynağı çocukluğa uzanan derin bir güvensizlik yatar. Narsist liderlerin en büyük korkuları güçlerini kaybetmektir.
“Narsist bir liderin (…) söyledikleri her zaman doğru ve o her zaman haklıdır. Yakın çalışma arkadaşlarıyla yapılan toplantılar, nihayetinde lideri onaylamak ve ne kadar haklı olduğunu ona hatırlatmak içindir. Toplantılarda gerçek anlamda bir tartışma ve fikir alışverişi olmaz. Durum ve olaylar, liderin daha önce açık veya örtük olarak belirttiği tutum, duruş ve kararını destekleyecek şekilde değerlendirilir, kararlar daima oy birliği ile alınır ve bütün üyeler bu konuda “hemfikir” olur. Sıralanan özellikler narsist kişilerin bir süre sonra gerçeklerden kopmasına neden olur. Narsist bir lider tarafından yönetilen bir kurumda, lidere sunulan bütün bilgiler onun algısını besleyecek ve egosunu yüceltecek şekle sokulur. Böylece narsist lider kendi yarattığı bir sanal gerçeklik dünyasında yaşar ve kendi dışındaki dünyanın da bir gün onun çizgisine geleceğinden emin olur.”
Baltaş; narsist bir liderin yakın çevresiyle ilişkilerine ve narsist bir liderle çalışmanın neden olacağı sorunlara da değindiği yazısında şu noktalara dikkat çekiyor.
Narsist liderle çalışmanın sakıncaları;
- En başta, narsistin takdirini kazanmak için dış dünya gerçekliği ile bağları kopartmak gelir. Bu durum özellikle işler iyi gitmediği zaman önem kazanır. Çünkü olayları ve dış dünyayı narsist liderin bakış açısından yorumlamak kişide bir “zihinsel çelişki” (cognitive dissonance) yaratır. Bu nedenle kişi;
- Ya lidere paralel bir algı geliştirmek,
- Ya da kendisine olan saygısını kaybetmek seçeneğiyle karşı karşıya kalır.
Bu da liderin öfke patlamalarına muhatap olmaktır. Bununla yaşamak zorunda olan kişiler, bu durumu; “Bizim patron baba gibidir. Hem sever hem döver” anlayışıyla rasyonalize ederler. Ancak liderin öfkesinin ne zaman ortaya çıkacağını bilmemekten kaynaklanan belirsizlik, yakın çevredekilerin sürekli olarak kaygı içinde yaşamalarına neden olur.
- Bir diğer sakınca; narsist bir lider ne istiyorsa, hemen ve şimdi gerçekleştirilmesi gerekir. Bunun yarattığı baskı, çevresindekilerde kaygı ve çaresizlik duygularına neden olur. Dolayısıyla yakın çevresinin liderin isteklerini yerine getirmek için yasaları çiğnemesi, ahlaka ve sağduyuya aykırı hareket etmesi, sık görülen bir durumdur.
- Sakıncaların sonuncusu, yakın çevrede olanlara ihtiyaç kalmadığında fırlatılıp atılmaktır. Böylece yaşanan derin hayal kırıklığını kaçınılmaz olarak bir depresyon ve bazen de intikam alma duygusu izler. Bu nedenle liderin çevresinden uzaklaştırılan ve konumunu kaybeden kişiler, bir zamanlar tanrı mertebesine yücelttikleri kişinin içyüzleriyle ilgili itiraf veya açıklamalarda bulunurlar.
Acar Baltaş, Baybars Veznedaroğlu ve Kemal Sayar’ın yazdıklarından hareketle narsist bir liderin, liderlik aşamasını üç evreye ayırabiliriz.
- İlk evre; başarı odaklı, çalışkan, meşguliyet alanlarını hayatlarının tek amacı gören narsistlerin bir toplumun liderliğine kadar yükselmeleri sürecidir.
- Liderliğin ikinci evresi; her zaman doğru ve haklı olan liderin onaylanma, haklı olduğunun hatırlanma ve hatırlatılmasının dönemidir. Tutku ve odaklanmayla yürütülen, hayranlığın üst düzeye çıktığı bu evrede sorunlar da ortaya çıkmaya ve de baş kaldırmaya başlar.
- Üçüncü evrede ise; yaşananlar yakın çevrenin sürekli kaygı içinde oluşuna, çaresizliklerine, fırlatılıp atılmalarına, depresyona girmelerine ya da intikam alma duyguları içinde kendilerini bulmalarına neden olan olaylarla dolu bir yola, çöküş yoluna giriş, ardından da -farklı biçimlerde de olsa- beklenen çöküş gelir.
TV dizisi sona ererken
Narsist ve zengin iş insanı Kenan Baran’ın nasıl zengin olduğunu bilemesek de çocukluk travmalarına -anlatının, ileri/geri gidiş gelişlerinden- az da olsa tanık oluyoruz. Yaşadıklarını ve çöküşünü de dizinin haftalara yayılan gösterimlerinden adım adım izleyerek sona doğru gidiyoruz.
Zengin ve yakışıklı iş insanı bulunduğu ortamın daima yıldızı olarak öne çıkarken, çalışanları, birlikte iş yaptığı arkadaşları, müdavimi olduğu kulübün yönetici ve çalışanları, elbette yakın çevresinde bulunan tüm kadınlar, eş / metres ve günü birlik sevgililer dahil herkes tarafından gıptayla izleniyor ve de kendisinden övgüyle söz ediliyor, kıskanılıyor, olaylar da ardı arkası kesilmeden akıp gidiyor.
Bu akış on yıllık metresi Fadi’nin artık kandırılamaz, ikna edilemez noktaya gelişine ve isyan ederek Kenan Baran’ı terk edişine değin devam eder. Ve sonra mutlu günler evresi birdenbire son bulur. İşte bu andan itibaren de her şey ama her şey Kenan Baran için ters gitmeye başlar. Karısı ondan boşanır, yeni iş ortaklıkları kuramaz, ciddiye alıp katılmadığı iş toplantıları yinelenmez, ihaleler kazanılamaz, kredi ödemeleri yapılamaz, ihaleyle alınmış işler bitirilip zamanında teslim edilemez ama harcamalar aynıyla süre gider ve de sonuç olarak Kenan Baran (narsist zengin iş insanı) hızla iflasa sürüklenir.
Arkadaşları kendisine yardım edip toparlanmasına katkı vermek isterler ama, eski davranış kalıplarıyla onları da dışlayan Kenan Baran adım adım iflasın derin batağına doğru ilerleyip, her an daha da yalnızlaşarak, korkuyla, sığınacak yer, kucak arayarak karabasanlar içerisinde bocalar. Ve böylece Kral Kaybederse dizisinin de -büyük olasılıkla- sonuna yaklaşılmış olur.
Sonuç yerine
Zengin bir iş insanının yükseliş ve çöküş öyküsünde narsist bir kişilik kimliğinin çevreye etkisi ve bu etkinin yayılma biçimleri anlatılıyor. Zengin narsist iş insanının çöküşü başta kendisi olmak üzere, yakın çevresini ve onunla iş yapanları, yani sınırlı bir kesimi etkiliyor.
İktidardaki bir narsist siyasal liderin elinde sınırsız ya da sınırsızca kullanılabilecek yetkilerin varlığı durumunda yaşanabileceklerin mikro ölçekte yansıması, narsist bir zengin iş insanı yaşantısı üzerinden canlandırmayla tahayyül edilebilecek bir gerçeklikmiş izlenimini veriyor insana. Görünen o ki narsist siyasal liderin yükseliş ve çöküş süreçlerinde, kendisi ve yakın çevresi dışında tüm toplumsal kesimler de az ya da çok bu değişim - dönüşümden bağımsız kalamayacakları gibi, sürece de –toplumsal çıkarları yönünde– müdahil olamazlar. Çünkü tek karar mercii, o konuma uzun mücadelelerle gelmiş, mücadelesinin temelinde de kimliği ile var olan bir narsist siyasal liderdir. Ayrıca narsist kişilik kimliğinin kırılma ve yakın-uzak çevreyi etkileyememe durumuna düşüşü, tepkilere karşılık veremeyip yalnızlaşma sürecine girişi, liderliğinin çöküş başlangıcı ya da çöküş sürecinin hızlanma evresi olarak ele alınıyor. İşte bu noktada bilinmeyen ya da bilinemeyen, bir kıvılcımın nelere - nasıl kaynaklık edeceği sorusudur?
Yeni dünyanın siyasal sahnelerinde, çağımızda, benzer görünümlerle sık sık karşılaşılıyor. Bu da bizi, iktidar sorununun sınıfsal, sosyo-ekonomik ve politik boyutunun ötesinde psikolojik yönünün de göz ardı edilmemesi, edilemeyeceği gerçeğine götürüyor. Demokrasiler erkler ayrılığı ilkeleriyle bu sorunları çoktan ve kökten çözdü, diye düşünülse de kimi yaşanan gerçeklerin pek de öyle olmadığı, artık Amerika’dan bile görünür hale gelmedi mi?
(ST/VC)







