‘Ali ile Ramazan’ gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak Perihan Mağden’in akıcı anlatımında kurgulamış iki “ibnenin” romanı. Kitap 2010 senesinde Doğan Kitap’tan yayımlandı. Edebiyat eleştirmenleri ve LGBT aktivistleri/politika yapıcıları kitaba dair çok söz söylediler. Mevzubahis yazının konusu kitap değil, kitabı yeniden gündemimize alan bir oyun: Ali ile Ramazan.
Mağden’in aynı adlı eserinden uyarlanan oyun hem romanı okuyanlar hem de LGBT çevrelerince merakla bekleniyordu. Mevcut yazıda Ali ile Ramazan oyununun eleştirisinden yola çıkıp, sanatın LGBT meselesine artık nasıl bakması gerektiği üzerine fikir yürütülecek. Kuşkusuz bu eleştiriler etkin ve yetkin olmadığım bir alanda ahkâm kesmek olarak algılanabilir zira tiyatro eleştirmeni değilim. Bu sebeple daha çok politik satıhta bir eleştiri cereyan edecek yazıda. Yani meseleye sadece LGBT politikası açısından yaklaşacağım.
Oyun romandan parçalar içerecek şekilde kurgulanmış. Bir üst kurgu tasarlanmış ve roman bunun içine “üstkurguyu” sağlamlaştıracak şekilde yerleştirilmiş. Bir akademisyenin roman üzerine ders verdiği bir bölüm ve sinema öğrencisi eşcinsel bir gencin (Rüzgâr) Ali ile Ramazan üzerinden yola çıkarak LGBT mekânlar üzerinden belgesel hazırladığı sahnelerle romandan parçaların birlikte sergilenişini izliyoruz oyun boyunca.
Şüphesiz böyle kurgulanmasının sebebini oyunun sonunda anlıyorsunuz: üstkurgunun verdiği mesaj “kimlik büyüktür sınıf-sallık”.
Oyunda farklı sınıf pratiklerinden ve farklı habituslara sahip eşcinsel erkek karakterleri izliyoruz. Sınıfsallık üzerinden bu karakterleri şimdilik “gey-ibne” (1) diye kategorize edelim. Ve üstkurgunun bir gey ile bir ibnenin “homofobi ve ölüm” kavramsallaştırmasında hangi yanlışlarla kesiştirilmeye çalışıldığını anlatmaya çalışalım; tabii ki “homofobinin” herhangi bir sınıfa ait bir davranış biçimi olduğu iddiasını taşımadığını bilerek ve fakat farklı sınıfsal dinamiklerde farklı pratikleri görmezden gelmemize de neden olmadan.
Yani demeye çalıştığımı oyun özelinde açarsak; annesi çalışan, Kurtuluş’ta oturan ve Bilgi Üniversitesi Sinema bölümü öğrencisi ile yurtta kimsesiz büyümüş ve hayatını tokmakçılıkla (2) idame ettiren Ramazan’ı “cinsel yönelim” kimliğinde eşitlememizi sağlamamalı. Ramazan’ın ölümü toplum için “su testisi ve suyolu” denkleminden hareketle yorumlanırken; zeki, yetenekli ve aktivist bir eşcinselin öldürülmesi “yazık” ile anılır. En kötü ihtimalle el âlem biraz dedikodu yapar; sonuna mutlaka yazık ekleyip rahmet okuyarak. Dolayısıyla ölümde eşitlenen kimlikler sadece bir kurgudan ibaret kalır. Buradan hareketle tek bir dinamik üstüne -konuyla alakalı olarak- kimlik üstüne kurulu olan oyun bariz hataları bünyesinde taşıyor.
Tekçi bakış yani kimliği vesaireleştirmeye müsaade etmeyen görüş bunun en temel sebebi oluyor çoğu zaman. Mesela oyunda geçmesi hasebiyle tüm gey barları aynı görmenize yol açabiliyor. Şöyle ki; orta sınıf eşcinsel karakterin yani gey olan kişinin gideceği/eğleneceği/sosyalleşeceği bar oyunda adı geçen kulüp olamaz. O kulübe gitmiş olsa bile orada bulacağı/flörtleşeceği kişi yine kuvvetle muhtemel bir gey olmayacaktır. Karakterimiz oraya laço (3) bulmak için gider; büyük ihtimalle beldeli (4). Keza annenin başta tehlikeli bulduğu gey barlarda çocuğun öldürülme –ki bunun politik sakıncaları malumun ilamı- sahnesi yine üstkurguyu yani kimliğin eşit ölümünü sağlamlaştırmak için yapılan büyük bir hata. Bir diğer gey bar sahnesinin sergilenişi ise en hafif tabiriyle homofobik önyargıları pekiştirir nitelikte: sapık/sübyancı/oğlancı amcalar!
Oyunun tasarlanışı/kurgulanışı/sahnelenişi meseleye de nasıl bakıldığını ve yaklaşımı çıplaklaştırır. LGBT alanını yeknesak görmek, buradaki varoluşları tek bir algı üstünden değerlendirmek ve LGBTleri sadece mağduriyet üstünden okumak oyunda kendini gösteriyor; tıpkı diğer oyunlar gibi.
Nitekim oyunda da trans seks işçiliği alt kültürüne ait olan lubunya dilinin (5) jigolo ve müşterisi arasında kullanılması bunun somut göstergesi. İki farklı alt kültürün sırf LGBT alanı içerisinde var olması sebebiyle aynı jargonu kullanacaklarını düşünmek ve sahnelemek bahsi geçen yeknesak algıdan kaynaklanıyor ve oyunda tabiri caizse sırıtıyor araya serpiştirilmiş lubunya sözcükleri.
Rüzgâr’ın yani orta sınıf gey karakterin öldürülmesi meselesi ise mağdur yaklaşımından kaynaklanıyor. Ve fakat sormak icap eder, LİSTAG örgütlenmesi ve Benim Çocuğum gibi bir filmin gösterime girip binlerce anne-baba tarafından izlenmesinden, Gezi’den ve on binlerce insanın yürüdüğü bir LGBT yürüyüşünden sonra bu mağduriyet dili ne ifade eder? Nereye dokunur? Bu mağduriyet dili LGBT’lerin politik özne olmalarını sağlamaz. Bilakis buna engel teşkil eder.
Amacınız ‘politik tiyatro’ yapmak olmasa da LGBT gibi politik ve kırılgan bir konu seçiyorsanız artık bunları düşünmek zorundasınız. Toplumsallık içerisinde LGBT’ler mağdurdan ibaret değil. Herhangi biri gibi herhangi bir hayat sürebiliyorlar. Bu ayrımcılığa uğramadıkları anlamına gelmez ama hayatı ayrımcılık pratiğinden ibaret değildir anlamını taşır. İnanmazsınız mesela aşk acısı çeker, bunu arkadaşlarına anlatır, eğlenir, eyler, yazar, politika yapar… Velhasıl sadece öldürülmüyoruz, sadece ayrımcılığa uğramıyoruz; başka yaşamsal pratiklerimiz de var! Ya da ayrımcılığı acıma duygusu uyandırmadan başka bir dille anlatmak da mümkün. Tercihinize saygımız sonsuz. (LP/ÇT)
**
(1) Buradaki ayrım pratik bir kaygıyla yapılmış politik-teorik temelleri olan bir ayrımdır. Ancak politik-teorik temellerine dair tartışma derinlikli bir makalenin konusudur. Burada bahsetmek istediğimiz bir yaşam tarzı pratiğine içkin olan yani “gey life” dediğimiz olguyla özdeşleştirilen gey kimliğidir.
(2) Para karşılığı seks yapan erkeğe verilen ad.
(3) Lubunya dilinde: Heteroseksüel erkek
(4) Lubunya dilinde: Paralı, ücretli
(5) Etimolojik olarak incelendiğinde, Çingene dilinden, Rumca'dan, Arapça'dan gelme kelimeler barındıran, çoğunlukla transların gizli kalmak, korunmak ve kendi aralarında anlaşmalarını sağlayan bir jargon, alt kültür.