Hatıralarınızın, Yaşanmışlıklarınızın, Hikâyelerinizin izinin dahi kalmadığını bilerek bir hırsız gibi girersiniz artık eskiliği belleklerde kalıp yenileştirilmiş sokaklara!
‘Acaba geride size geçmişinizin bir karesini anımsatacak yol, iz, bir taş parçası kalmış mıdır’ o sokaklarda diyerek eliniz yüreğinizin tam da üzerinde girersiniz.
İşlediğiniz kaçak göçek suçun farkındasınızdır. ‘Aman sende, olacağına varır, görmeli ve yüzleşmeliyim’ hâl û ahvali ruhiyatının tam da içindesinizdir!
Gözleriniz bir anda derin bir boşluğu, yaban ve virane bir vandallığa takılı kalır. Gayri ihtiyari iki elinizin işaret parmağını içe kıvırıp gözlerinizi oğuşturursunuz!
Gördüklerinizin zahiri değil, gerçek olduğunun farkına varmanız birazcık zaman alır. Zaman o ana dairdir, belki bir kaç dakika.
Ama değildir, bütün bir hayat flu bir film şeridi misali sanki size ait olmayan hayatların, izlediğiniz ama görüntüleri giderek hafızada silikleşmiş bir filmin kareleri gibi algı yaratırcasına akıp gider.
Her bir şey; size, ait olduğundan tıpkı adınız sanınız gibi emin olduğunuz her bir şey, artık yoktur. Koca toz tabakaları kümelerine bürünmüştür hemen her yer. Her ayak bastığınızda içine gömülen toz, toz ve toz.
Gözleriniz artık kaba ve gerçek olana tanıklık ediyordur. Yakın zamanlara kadar size ait ve size dair her bir şey, adeta hiç bir şeye dönüşmüştür ve artık yoktur. Yok, yok ve yok! Halbuki oradaydılar; evler, sokaklar, mahalleler...
Oradan, artık izi bile size ait olmayan, olmayacak olan o göz alabildiğine tozla kaplı meydanlık alandan kaçarcasına çıkarsınız.
Sonra oturacak bir yer, sırtınızı yaslayabileceğiniz bir taş arar ve bulursunuz.
Oturursunuz. ‘Bu, ben miyim’ diye sorarsınız kendinize! Belki değilsiniz! Belki aslında siz de yoksunuz, yoktunuz. O hayatlar başkalarına ait miydi ne! Sizi birileri o hayatların yaşandığına dair bir filme mi ekledi, sahi!
Sonra iç sesiniz ‘kendine gel, o sensin bütün bunlar senin başına geldi’ der. Döne, döne yineler ‘o sensin, o sensin, o sen, o...’ der ve sonra giderek kısılır ve kaybolur sesin.
Birden gözlerin pabuçlarına takılır. Kesif bir toz tabakasıyla kaplıdır. Rengi kahverengiden patlıcan moru ile gri karışımına dönüşmüştür.
Kalkarsın oturduğun ve sırtını yasladığın yerden. Hafif bir baş dönmesi yaşar sonra toparlarsın. Ve yürürken kendine, sadece kendine söylenirsin; Tozu Kalsın...
Silkinirsin! Sanki rüya körlüğü halinden kurtulma gayreti içindesindir. Birden o toz bulanık rüyadan sıyrılır her birinin dış cephesinde boylu boyunca sarkıtılmış soysuz brandalar yüzüne yüzüne çarpar: filanca kafe, ocakbaşı, kahvaltı, takı mekânı yakında burada hizmetinizde… (ŞD/AS)