Erkek, sırf kabarıp sertleşerek dikleşebilen bir organa ve “döl” adı verilen çocuk hammaddesine sahip olduğu için kendine durmadan bir tanrısallık, erk olma hakkı atfeder.
Oysa insan evladına illa böyle bir meziyet yakıştırılacaksa o tanrısallık kadının sıfatı olabilir, zira içinde yeni bir yaşamı demleyip, onu dışarıdaki dünyaya hediye edebilen odur.
Tarihte birçok tanrı var olup, öldüler, yerlerine yenileri geçti. Tanrılar savaşında kazananlara da teoloji literatüründe "şampiyon" denildi. Bu tanrılardan biri de Grek/Latin panteonundaki Priapos'tu.
Bu tanrı her ne kadar Batı'da Latincenin karizmatik ağırlığı sebebiyle "Priapus" diye bilinse de biz Yunan kültürüne yakın bir toplum olduğumuz için "Priapos" demeyi tercih edeceğim.
Priapos, bahçeler başta olmak üzere "bereket" figürüyle ilişkili her şeyin koruyucusu olan ve kalkmış, normal ölçülerden çok daha büyük bir penise sahip Frig şapkalı bir erkekle temsil edilen bir tanrıdır. Onun cinsellikle, şehvetle ilişkilendirilmesi ise Roma tarafında daha yaygındır, hakkında sayısız oranda doğrudan "s.k", ".m" gibi kelimeler içeren müstehcen ve zaman zaman tanrılıkla ilişkisi tavsamış, eğlenceye dönüştürülmüş şiir yazılmıştır.
Ama yazının hemen bu durağında arama motorlarına "Priapos", "panteon", "Yunan tanrıları" gibi anahtar terimleri yazıp, ne yazık ki bu yazıya erişmiş bulunan ilahiyat, mitoloji, okült meraklısı dostları uyaralım, bu yazı geçmişin hikayelerini zevkle okuduğumuz gökyüzünün tanrılarıyla ilgili değil, binlerce yıldır kendi kendilerine yeryüzünde tanrılık bahşetmiş beşer cinsine, erkeğe, erkekliğe ve bu elle tutulup, gözle görülebilir kültün kadınlıkla ilişkilerine ufaktan bir değinecek.
Priapos'u kefenlemek
Her fert, her halk bir şeylere inanır. Müslüman domuz etinin haram olduğuna, Musevi hem domuz eti, hem hayvansal içyağının "kaşer" (helal) olmadığına inanır. Lazlar ormana giderken ağaçların görüp de üzüleceğine inandıkları için baltalarını kumaş parçalarıyla sararlar,
Tahtacı tayfasından Aleviler ağaçların bir ruhları olduğuna inandıkları için bir ağaç kestiklerinde onun ruhundan özür dilerler... Erkek milletinin çoğu da işte böyle, onun da inancı kadının kendine yalnızca keyfince kullanabilmesi için lütfedilmiş bir "tarla" olduğu yönündedir. Çoğunluk erkeğe göre kadının yaşama hakkı elbette vardır ama illa ki eksiktir.
Üstelik bu erkeklik ve kadınlık durumlarıyla ilgili inançlar öyle pek kişiden kişiye, toplumdan topluma, dinden dine, ideolojiden ideolojiye değişmez, belli bir küreselliği vardır. Bu dünya ölçeğindeki standart da kimilerine göre erkeğin kol emeğine dayalı toplumda iktidarı eline aldığı günden beri geçmiş binlerce yıla, kimine göreyse ise insanlık tarihinin başlangıcından günümüze gelişir (1).
Bugün için bakıldığında hemen tüm toplumlar şu veya bu kesiflikte olsa da kesinlikle erkek egemendir. Türk de, Fransız da, İsveçli de, Japon da, Gürcü de, Aborjin de, Kanak da... Hepsi maskülen ve maşist bir yaşam siyasetinin hakim olduğu topluluklar. Tamam, eyvallah, bu Doğu'da daha sert. Ama sadece o kadar.
Erkek için -"çoğu erkek" yerine bundan sonra "erkek" diyeceğim- kadının hayatının bütün sınırları önceden belirlenmiş, ömrüne çekilmiş çizgiler son derece nettir. Bu çizgiler kadının yaşantısını bazen öyle bir karabasana çevirir ki, kadın "kendiliğinden" evde dizini kırıp oturmaya razı olabilir, ona dışarıda mutlak uyması gereken çok sayıda kural koyulmuştur çünkü ve "bela geliyorum demez!"
Türkiye gibi sosyal medyada yıllardır çok yaygın olan yerinde bir deyimle "cinsel açlığın Afrika'sı olan" bir ülkede ise kadının hayatı çok sayıda ülkeye göre birkaç kat daha zor. Bu zorluğun ne denli çekilmez boyutlarda olduğu gündemin altını üstüne getiren son olayla daha net anlaşılmış olmalı.
Adamın biri çıktı televizyonda "hamile kadınlar sokağa çıkmasın" dedi. Niye? Rahatsız olmasınlar, yorulmasınlar, her işlerine kocaları koştursun filan diye mi? Yoo! Kırk yıl oturup, düşünsek aklımıza gelmezdi ama sırf erkekler o kadının bu çocuğu ne gibi etkinlikler gerçekleştirerek yaptığını tefekkür etmeye başlamasınlar diye!
Libido karnavalına hoş geldiniz! Affedersiniz, evet bu site gayet nezih bir ortam ama insanın "ooohaa!" demekten gayrı bir cümle kurmaya ilk şokta mecali filan kalmıyor.
Neyse "adam ihtiyar, oruç kafasına vurmuş, yazık" filan derken, bir de ne görelim meğer mevzuya destek atmaya hazır ne de çok cevval muhterem varmış! Yani bu herhalde Türkiye'yi değiştirip, dönüştürme ana ekranında açılmış yeni bir sekme olmalı.
Adamlar bildiğiniz kafayı yemişler, bize de yedirecekler ve herkes birbirine benzeyecek, oh ne güzel memleket! Klasik etek boyu, bekaret, dekolte gibi mevzular değil ki bu, bildiğin hamile kadın!
Ne bileyim, bizim bildiğimiz hamile bir kadın insanda şefkat, sevgi, yaşama sevinci, yardımcı olma dürtüsü gibi duygular uyandırır, pornografik flashbackleri, fragmanları adamın kafasından geçirmez. Eğer geçiyorsa da böyle hissiyatlar karnı şiş bir kadın görüntüsü karşısında, o adam sapıktır sadece.
Türkiye'de cinsellik kapıları hiç açılmamış bir odadır, birleşmeyle ilgili gerçekler bilinmediğinden şu bizim bitmek bilmez penis boyu hüzünlenmelerimizi bile aşamadık. Bu ülkede sevişmek, cinsel yaşam, karşı cinsle ilişki kocaman karanlık bir tabu.
Öyle bir tabu ve bastırılmışlık hissi ki hayatın her alanını etkiliyor. Memlekette yıllardır birlikte olan çiftler misyoner pozisyondan başka bir aktiviteye girişemiyorlar, bilmiyorlar.
Bir sürü adam ve bir sürü kadın ilişki sırasında kadının da zevk alabildiğini bilmiyor, kadınların da orgazm olabileceğini/olduğunu bilmiyor, kadınların önemli bir bölümü eşiyle cinsel ilişkiye girmeyi sadece "görev" sanıyor, o dakikalarda kendisi için de eğlence/zevk olabileceği aklının ucundan geçmiyor, çünkü aklı erdiğinden beri bastırılmış bir zihinle yaşıyor.
Vajinanın yalnızca kocaya karşı bir "şantaj", taviz koparma, izin alma aracı olarak kullanılabileceğini düşünen hayatında hiç orgazm olmamış kadın "başım ağrıyor!" yalanına bundan sığınıyor. Bir yığın erkek, bir yığın kadın ilişkinin nasıl kurulacağını bile çözemiyor ve bu yıllar sürebiliyor, bunun için doktor kapıları aşındırılıyor.
Erkek faşizm mimarisinin dimdik sütunları
Az çok "cilve" yapabilen, fanteziler kurgulayan kadın eşi tarafından "orospulukla" itham ediliveriyor, kadının bu işlere hiç kafası basmıyor ya da cinsellikten çok utanıyorsa da o zaman "sen de kadın mısın!" oluyor. Kadın her gün birlikte olmak isterse erkeğin kafasında şüphe şimşekleri çakıyor, hiç istemezse adam soğuyor.
Erkek her istediği an kadının onun ihtiyacını karşılamasını bekliyor. Erkek kadını aldatırsa ya da birden fazla kadınla birlikte olursa bu sıradan bir şey olarak kodlanıyor. Ama ihanet eden kadın olursa yahut kadın "hızlı" yaşıyorsa, o ancak ve ancak bir fahişe, yollu olabiliyor.
Adam niye "fahişe" olmuyor peki? Çünkü onun çükü var. Erkek için evlilikten önce cinsel ilişkiye girmek yine hemen hepimiz için sadece gurur duyulacak skorlarken, kadının bakire olmaması baba evine geri yollamalara, ölümlere dek varan büyük acılara sebebiyet veriyor.
Ne yapsın, erkeğin egemenliğinin faşizm mimarisinin yüksek sütunları gibi dimdik ayakta durduğu böylesi bir düzende tüm çıkışlarından kuşatılmış bu kadınlar?
Sevseler bir dert, sevmeseler ayrı bir dert, sevişseler bir dert sevişmeseler ayrı, kısır olsalar bir dert, şimdi öğrendik ki hamile kalsalar da başka bir dert!
Doğdukları zaman bile moral bozukluğuna sebep olan, baba mirasından payları erkek kardeşlerince gasp edilen, neleri olabilecekse kısıtlanan, hayatları kaçma göçme üzerine şekillendirilip, cehennemleştirilen, patrondan azar işiten bir koca tarafından saatlerce kemerle dövülen, açılsa bir sıkıntı, kapansa bir sıkıntı, güzelse problem, çirkinse problem olan bu kadınlar ne yapsınlar?
Vaizin konusu
En iyisi erkekler çocuk edinmek için başka bir yöntem bulsunlar da ihtiyaçları kalmadığı bu lanetli cinsiyeti tamamen ortadan kaldırsınlar, başka yolu kalmamış bunun (!)
Bakın, bugün sırf sosyal/siyasal/kültürel bir olguyu yerinde incelemek için "olacakları önceden bilen" bir içgüdüyle cuma namazına gittim. Hangi cami olduğunun bir önemi yok zira tarikatların ya da Caferilerin elindeki bir cami olmadığı sürece vaazlar Diyanet'in, yani devletin aldığı karara göre okunur.
Bilin bakalım bu cuma vaizin konusu neydi?
Kadınların iffeti...
Ne tesadüf öyle değil mi?! Hoca kadınların nasıl giyinmesi gerektiğinden girdi, nasıl hareket etmeleri lazım geldiğinden çıktı. Arada gençlerdeki dejenerasyona da değinse vaazın ana ekseni kadın meselesiydi. Her nedense hoca konuşması boyunca namus, ahlak, haya, erdem gibi kavramları kadınlar üzerinden biçimlendirdi, erkeklere bu meselelerde düşen tek şey bunlara, dolayısıyla kadınlarına, kızlarına sahip çıkmalarıydı, başka bir şey değil.
Yani tüm bu etik kavramları yalnızca kadınlar üzerinden şekilleniyormuş, erkeklerin kendi kendilerine sahip çıkmaları gereken ahlak ve namusları söz konusu değil. Hocanın vaazıyla, son günlerde tartışılmaya başlayanlar arasındaki paralellik ürkütücü ve düşündürücü.
Bu karabasandan kadının kurtuluşu nasıl çıkar peki? Birbirimiz olmadan var olabilmemiz en fazla bir ütopya ya da distopya olabileceğine göre, kadın için kurtuluş sanırım önce erkeklerin zihinsel kurtuluşlarıyla mümkün olabilecek.
Bunun için de önce geleneksel kesimin değil, "en aydınlarımız"ın çelişkileriyle dövüşmesi gerekiyor. Bunun yanı sıra örneğin, kadına şiddet, kadın hakları gibi meselelerin arabeskleştirilip, "dayanışma gösterisi mastürbasyonu" haline getirilen, giderek reklam kokan ve bu yolla bir kere daha sömürülen poplaşmış yeni görünümlerine (2) süratle ve ısrarla vurup, her cinsiyetin sözünü ve eylemini koyduğu radikal ve diri bir ret örgütünün canlandırılması da bence zaruri.
Bu da yalnız şunun kavgası verilebilirse çıkar: Zeker sahibi olanın kendine atfettiği kutsiyet ve hakimiyet ile kadınların gününe ve gecesine düşürdüğü heyuladan kurtulup, olanca azametiyle hayatın her alanına müdahale eden Priapos'u mezara merasimsiz, helvasız defnetmesi. Ancak bu şekilde insan, insan, dünya beraber mutlu yaşanabilir bir ev olur bize. (İGY/HK)
(1) Bazı bilim insanlarına göre tarihte hiçbir toplum anaerkil olmadı. Sadece erken dönemde kadının yönetimde etkili olduğu ancak onun da erkek kardeşine gevşek bir bağla tabi olduğu dayıerkil bir süreç yaşandı. Bugün "anaerkil" denilen düzendeki komünal toplumlardaki dayıerkil karakter de bu teorinin haklı olabileceğini düşündürüyor.
(2) Kadına şiddetin poplaştırılmış sunumlarına "literatürlük" bir itiraz için tıklayınız.