Tasavvuf düşünürü avukat Ömer Tuğrul İnançer’in TRT 1’de 23 Temmuz’da yayınlanan “Ramazan Sevinci” adlı iftar programında ve ardından gelen tepkiler üzerine 24 Temmuz’da yaptığı açıklamada söylediği sözler son birkaç gündür hem yazılı ve görsel hem de sosyal medyanın gündeminde.
İnançer’in sözleri başta kadınların ve feministlerin olmak üzere farklı kesimlerden pek çok insanın haklı tepkisine neden oldu. Hemen ertesi günden başlayarak başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok kentte refleks eylemler ve yürüyüşler düzenlenirken, diğer yandan da sosyal medya üzerinden konuyla ilgili sayısız durum mesajı ve görsel paylaşıldı.
Bu paylaşımlar, İnançer’in neresinden tutsak elimizde kalacak sözlerine farklı çeşitli açılardan haklı eleştiriler getirirken, bazılarıysa, bu yazıda tartışacağımız üzere, farkında olmayarak da olsa sorunlu birtakım temsiliyetleri ve anlayışları yeniden üreterek pekiştirdi.
İnançer’in sözleri, AKP iktidarının özellikle son birkaç yıldır gündeme getirdiği ve uygulamaya koyduğu muhafazakar söylemler ve kadın politikalarıyla büyük ölçüde devamlılık arz ediyor.
Başbakanın her kadının üç çocuk doğurması gerektiği yönündeki ısrarlı konuşmaları, sürekli hale gelen sezaryen karşıtı açıklamalar, yasayla olmasa da yönetmeliklerle birçok kamu hastanesinde uygulanmaya başlanan kürtaj yasağı, ertesi gün hapının reçeteye bağlanması ve nihayet geçtiğimiz hafta başında sağlık bakanının “işin fıtratı”na uygun olacak şekilde hipnozla doğumu gündeme getirmesiyle iyiden iyiye şekillenen, doğurmama hakkını kadınların elinden almaya yönelik ve çok sayıda doğumu teşvik eden iktidar politikaları bir süredir gündemde ve hepimizin malumu.
İnançer, iktidarın kadınların doğurganlığı üzerinden sürdürdüğü politikaları ve söylemleri destekler bir şekilde, hamile kadınların “genç kızların onları görüp doğurmaktan korkmamaları” için evden çıkmamaları gerektiğini buyuruyor. İnançer ayrıca, muhafazakar anlayışa da uygun bir biçimde, hamile kadınların “böyle karınlarıyla sokakta gezmemeleri” gerektiğini, ancak hava almak için “beylerinin otomobiline binip biraz dolaşabileceklerini” söylüyor. Nedeniyse “annelerin mahremiyetinin bu şekilde aşikar edilmemesi” gerektiği.
İnançer’in sözleri, hamile kadınların kamusal mekanlarda var olmak yerine evlerine kapanıp doğurmayı bekledikleri bir tahayyülü ifade ederek siyasal iktidarın kadın ve aile anlayışıyla eklemleniyor ve bu anlayışı destekleyerek yeni tartışma mecralarına taşıyor.
İnançer’in konuşmalarında ısrarla vurguladığı ve diğer söylediklerinden bir anlamda ayrılan ya da en azından onlarla direkt olarak örtüşmeyen bir diğer nokta ise, hamile kadınların görünüşlerinin estetik olmadığı ve bu nedenle “böyle karınlarını salına salına yürümemeleri” gerektiği.
İnançer’in hamile kadın bedenlerini görünmez kılmak üzerine kurulu sözlerinden onların görünürlüğüne dayalı bir yargıya geçiş yaptığı bu sözleri sosyal medyada yapılan paylaşımların önemli bir kısmının hedefinde.
Bu paylaşımların birçoğu İnançer’in bu sözlerinin adeta aksini ispatlamaya çalışırcasına hamile kadınların aslında estetik bedenleri olduğunu göstermeye yönelik görseller içeriyor.
Diğer bir deyişle, hamile kadın bedenini “estetik” kılan tam da bu normlara uygunluğu olurken, hamileliğin estetiği de “ideal” kadın bedeni imgesi üzerinden kuruluyor.
Hamile kadınların “estetik görünmedikleri” yönündeki sözlere bu şekilde verilen bir tepkinin aslında açık ettiği, akıllarımıza kazınmış olan kadın bedenine dair hakim estetik anlayışı.
Bu görsellerdeki kadın temsilleri alttan alta yalnızca belirli beden formlarının güzel olduğunu söyleyerek bir yandan estetik olanın sınırlarını çiziyor, diğer yandan da bu sınırlara uymayan kadınları dışlayan bir temsiliyet üretiyor.
Hangi kadın bedenlerinin güzel olduğu, hangilerininse olmadığı dolaşıma sokulan “estetik” hamile kadın fotoğrafları üzerinden pekiştirilirken, bunlar üzerinden verilen tepki de oldukça sorunlu bir hale geliyor.
Bu sorunla yakından ilişkili ancak gözden daha çok kaçan ikinci bir sorun ise tartışmayı hamile kadınların bedenlerinin estetik olup olmadığı ekseninde yürütmek.
İnançer, estetik görünmediklerini savlayarak hamile kadınların “sokakta gezmemeleri” gerektiğini söylüyor.
Sözünü ettiğimiz dolaşımdaki görseller de İnançer’in sözlerine bunun aksini göstermeye çalışarak karşı çıkıyor. Bu da akıllara ister istemez şu soruyu getiriyor: Kamusal mekanlarda var ve görünür olabilmek toplumsal olarak inşa edilmiş estetik yargılara uygun olmaktan mı geçiyor da biz hamile kadınların bedenlerinin aslında estetik olduklarını göstererek sokaklarda dolaşabileceklerini söylüyoruz?
Diğer bir deyişle, burada mesele artık yalnızca paylaşılan görsellerin güzellik normlarını ve “ideal” beden imgelerini yeniden üretmesi değil, kamusal mekanlarda yalnızca toplumca estetik olduğu kabul edilen bedenlerin var ve görünür olabilecekleri düşüncesinin, bu görseller üzerinden verilen tepkilerin içinde kendine (pek farkında olunmasa da) oldukça sağlam bir yer bulması.
Başka bir şekilde söyleyecek olursak, tartışmayı bu eksende yapmak, bir yandan yalnızca “estetik” bedenlere kamusal mekanlarda istedikleri gibi var olma hakkını verirken, diğer yandan toplum tarafından estetik olarak görülmeyen bedenleri kamusallıktan dışlayan oldukça sorunlu bir anlayışı (istenmeden de olsa) yeniden üretiyor.
Söylemeye gerek yok belki ama, bu anlayış, kamusallığı hakim beden estetiği üzerinden kurarken, onun dışında bırakılan her türlü bedeni de kamusal mekanlardan dışlıyor.
Tepkilerimizde kullandığımız dilin birtakım toplumsal şiddetleri sürdürerek dışlayıcı olmamasına eleştirelliğimizi sonuna dek koruyarak özen göstermemiz gerekiyor. Aksi takdirde böylesine haklı tepkilerimizde bile oldukça sorunlu temsiliyetleri ve anlayışları istemeden de ya da farkında olmadan da olsa çağırabiliyoruz. (BK/TE/ÇT)
* Burak Köse, York Üniversitesi Sosyoloji Doktora öğrencisi
* Tuğçe Ellialtı, Pennsylvania Üniversitesi Sosyoloji Doktora öğrencisi