İstanbul'u planlamakla görevli kuruluşun, "Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi"nin yöneticisi, Prof. Hüseyin Kaptan geçtiğimiz hafta düzenlenen bir toplantıda 3. Köprü ve Dubai Kuleleri'ne karşı olduğunu söyledi. Şimdi ne olacak?
Bu görüş kent yönetimi tarafından ciddiye alınacak mı? Yoksa bu yöneticinin (kenti planlayan kurumun yöneticisinin) açıklaması herhangi bir vatandaşın kendi düşüncesini ifade etmesi gibi mi kabul görecek? Bu sorunun cevabı Planlama Merkezi'nin ne ölçüde katılımcı olduğuna bağlı.
Eğer burada çalışan plancılar kendi işlevlerini bir 'sivil toplum temsilcisi' gibi kendi görüşlerini ifade etmekle yetinirlerse, yönetimlerin tepeden inme kararlar almasına hizmet ederler.
Eğer burada çalışan plancılar yaptıkları işin katılım gerektirdiğini kavrar ve farklı kamu yararlarını temsil eden gruplar, kesimler arasında kendi çıkarlarından bağımsız bir rol oynarlarsa durum değişir.
Bu durumda planlamanın taşıyıcı aktörü haline gelen kent yönetimi bu kararların dışında bir adım atmaz. Tercihler belli.
Planlama Merkezi'nin yöneticisi ya "teknisyen" hatta "akademisyen" kimliğinin arkasına saklanıp, iktidar isteyecek. Ya da planlamanın sosyal bir kurumlaşma olduğunu fark edip, işlevini yerine getirecek.
Tepebaşı'nda 500 kişinin çalıştığı belirtilen "İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi" adı verilen kuruluşun görevi stratejik ve yönlendirici planların hazırlanmasını sağlamak. Bu planların hazırlanması için kamunun sivil toplumla, profesyonellerle, STK'larla ilişkilerini düzenlemek.
Dolayısı ile merkezin işi kendi başına kararlar almak, kentsel tasarımlar yapmak, kurumların, profesyonellerin yerine geçmek değil. Planlama Merkezi'nin yapması gereken iş planlamanın kamusal sorumlulukları yerine getirmek.
Planlama Merkezi bir özel kuruluş, bir şirket değil. Bu nedenle kuruluşları, STK'ları, profesyonelleri planlama sürecine katmak için nasıl adımlar atılacağı açıkça belirtmek zorunda.
Farklı görüşlerin müzakere edildiği, farklı kuruluşların çalışmalarıyla katkıda bulunduğu kurumsal kararları ve politikalar nasıl oluşturulacak? Planlama Merkezi'nin yöneticisinin cevap vermek zorunda olduğu soru bu.
Planlama Merkezi kurumsal politikalar oluşturduğu sürece temsile dayanan siyasal organlar politikaların aktörü haline gelebilir. Planlama Merkezi eğer bir sivil toplum kesimi gibi yalnızca kendisini temsil etmekle sınırlandırırsa, kamusal işlevini yerine getirmemiş, kendi dışındaki aktörleri işin içine katmamış demektir.
Bu durumda yalnızca bizim adımıza kullandığı bütçeleri çarçur etmiş olmakla kalmaz, kente de büyük bir zarar vermiş olur. Planlama Merkezi'nin başarılı olması için aşağıdaki konuları tartışmaya ihtiyaç var:
*İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi belediyeden ihale ile iş alan bir anonim şirkete (Bimtaş) ait. Bu merkezin İstanbul'un çevre ve stratejik planlarını üretmesi amaçlanıyor. Adından da anlaşıldığı gibi kentsel tasarım ve mimarlık hizmetleri de üretmesi hedefleniyor.
Belediye şirketi tıpkı bir özel kuruluş gibi ihale ile iş alıyor, istediği uzmanlara iş veriyor. Planlama ve mimarlık bürolarının İşverenin şirketinin karşısına çıkıp "ben senin şirketinden daha iyi hizmet üretirim" deme şansı yok.
*Bu merkez kamu ile özel alan arasında bir yerde duruyor. Kimi zaman kamu otoritesi yerine geçiyor, kimi zaman özel bir kuruluş gibi istediğine iş veriyor. Böylece profesyoneller arasında ayrımcılık yapmadan, açık kurallarla hizmet etmesi gereken kamu yönetimi, kendi şirketine kazandırdığı bir ihale ile (bu 'gereksiz' görülen yükümlülükten) kurtulmuş oluyor.
*Bu büroda çalışan kişilerin kendi düşünceleri, tercihleri kamu fikri yerine geçiyor. (Örneğin Süleymaniye Projesi) Böylece planlamanın bir kamu işlevi olduğu meselesi açıklığa kavuşmuyor. Oysa planlamanın sivil toplum ile kamunun rollerinin ayrışmasına (ve tanımlanmasına) dayanması gerekli.
*Bazı üniversitelerden kişiler bu büroda çalışıyor, yöneticilik yapıyor. Bu durum üniversitelerin özerkliğine aykırı. Üniversitelerin bağımsız olarak planlama sürecine katılması gerekli.
*Büronun yönetimi şirketler, profesyoneller ve STK'lar ile informel ilişkiler kuruyor. Oysa STK'ların, profesyonel kurumların tanımlı programlar içinde sürece katılması gerekli. Bu durum bilgi üretimini siyasetçilerin patronajına alarak profesyonelliği ve sivil toplumu dışlayıcı bir sonuç yaratıyor.
*İhale bittiğinde şeklen bu büronun işlevi de bitmiş oluyor. Oysa planlama işlevi için kalıcılık taşıyan bir kurumsallaşma gerekli. Örneğin belediyenin Deniz Otobüsleri Şirketi (İDO) İstanbul'un deniz ulaşımı ile ilgili kararlar alıyor. Bu büronun bu şirketi yönlendirme yetkisi yok. İDO ile Bimtaş aynı statüdeki iki şirket. O zaman kamusal nitelikli kararları hangisi üretecek? İDO mu, Bimtaş mı?
*Planlama Merkezi kamusal bir işlev yerine getirir. Her hangi bir özel kuruluş gibi kentsel tasarım, mimari proje işi yerine getiremez. Getirdiği takdirde kamu fikri özelleşmiş olur. AB muktesebatına göre bir kamu işlevi ile piyasadan alınan hizmetler arasında bir karışıklık olmaması gerekiyor.
Bu durumda merkez mimarlık ve planlama ile ilgili profesyonel hizmet alımlarında rekabet kurallarını çiğnemiş oluyor. Ayrıca kamu çalışanları olan üniversite mensuplarına bir şirket aracılığıyla ücret ödeyerek (kamu bilgisinin kamuya satılmasına yol açan) bir ikinci ihlal daha gerçekleştiriyor.
*Katılım, şeffaflık gibi kavramlar tam da en olmayacakları biçimde telaffuz ediliyor. Katılımı amaçlanması gereken çevrelerin yalnızca icraat sürecine katılması bekleniyor. Kararlar alınıyor, ondan sonra katılım bekleniyor.
Oysa karar alındıktan sonra katılım için geç olmuş demektir. İcraat iş disiplini gerektirir. Hedefleri gerçekleştirmek için koordinasyon ve işbirliği gerektirir. İcraat başladıktan sonra kamu faaliyetlerini tartışmaya açmak, imkansız olan bir şeyi istemekten başka bir şey değil.
Bu katılım modeli ise tamamen yanlış, çünkü itiraz etmekten başka bir katılım biçimi öngörmüyor. Bu ise çok pahalı ve kaynakların yanlış kullanımına yol açabilecek bir durum.
*Sonuçta bu yöntemle sürekli katılımcılıktan söz edilse de tersine bir gidiş var. Bu merkez kenti planlarken bilgi paylaşmadan, oldubittilerle hareket ediyor. Katılımcı olmayan, kente dair bir deneyim üretemeyen, profesyonelliği dışlayan bir planlama modelinin kentin enerjisini harekete geçirme imkanı yok.
Planlama artık 1930'lardaki örgütlenme biçimine göre, 'sosyal' sorunlara 'fiziksel' çözümler bulan teknik bir uzmanlık kurumu değil. Bunu artık şehircilikle uzaktan yakından ilişkisi olan herkes biliyor.
Planlama kamunun politika üretme işlevi ile eş anlamlı. Planlama Merkezi'nin STK'lar, profesyoneller ile işbirliği yaparak, bu kamu işlevini yerine getirmesi bir siyasal tercih, bir 'vizyon' değil, kamusal bir gereklilik.
Kent yönetimlerinin kenti planlamak için görevlendirdikleri uzmanlar oturup kendi başlarına kenti tasarlayacaklarsa, bu durumda görevlerini yapmamış, sorumluluklarını yerine getirmemiş olurlar.
Planlamadan 'bilim' adına kendisini temsil etmek anlaşılıyorsa, o zaman üniversitelere, STK'lara, profesyonellere, halka... Hatta planlamacılara ne ihtiyaç var? (AD)