"Gezi" adı henüz adı konmamış, Vali bey Fransızcasını döktürmekte. "Yenileşen İstanbul" başlıklı tanıtım kitapçığında dönemin İstanbul Valisi (ve Belediye Başkanı) Doktor Lütfi Kırdar gerçekleştirilmekte olan (1939) proje için şunları söylüyor: "Burası alelade bir park değildir. Benzerlerini Avrupa başkentlerinde gördüğümüz türden, Trocadero, Tuilleries gibi bir prömönad bahçesidir..."
Bir düşünsenize. Aynı sözcüğün bugün de tedavülde olduğunu: "Prömönad Olayları." Gerçi o tarihlerde Topçu Kışlası'nın yıkımı ile meydana bağlanacak olan yeşil alana durup dururken "Gezi" dense, o daha da anlaşılmaz olacak.
Çok şükür ki aradan geçen kısa bir süre içinde "prömönad" dilimize tercüme edilmiş. Bu süre içindeki elbette ki önemli bir değişiklik de mimarlıkta Fransızca sözcüklerin yerini İngilizcelerinin alması.
Yepyeni bir kamusal alan
Ancak "Burası yalnızca bir park değildir" derken vali beyin kamuoyuna prezante etmekte olduğu çok önemli bir tüyo var: "Prömönad" derken yepyeni bir kamusal alan anlayışından söz etmektedir kendileri. Benzerleri Avrupa başkentlerinde görülen spor alanları, fuarları, sergi salonlarıyla, sanat galerileriyle modern bir kamusal alandan.
Bu küçük proje tanıtım kitapçığının konusu (Atatürk'ün direktifiyle davet edilen) dönemin tanınmış Fransız mimar şehir planlamacısı Henri Prost'un hazırladığı projeye göre gerçekleştirilen düzenlemedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti iken neredeyse iki yüzyıldan fazladır Paris'in peşinden koşan İstanbul'a nihayet devlet elini uzatmış ve onun planlanmasından sorumlu kişiyi, Henri Prost'u getirmiştir.
Bu program kamusal alan tasarımında önemli bir kopuş öngörmektedir:
Kültürel alanın kamusallaştırılması. Tıpkı daha önce şirketlere bırakılan gaz, su, elektrik, ulaşım, şehirsel kamu hizmetlerinde olduğu gibi.
Şehirdeki kültürün kamusallaştırılması için seçilen alan da bu açıdan anlamlıdır. Proje şehrin 19. yüzyıl kapitalizminin dönüştürdüğü kozmopolit merkez, Pera ile 20. yüzyıl başlarında gelişmekte olan modern Şişli arasında kalan bölgeyi dönüştürmeyi hedeflemektedir: Elektrikli tramvayların çalışmaya başlaması ile arada kalan mezarlıklar, ahırlar, kışla, gazhane, tarlaların olduğu alanı... 19. yüzyılda, modernleşme sürecinde iktidarın temsil sahnesine dönüşen meydanlar, camiler, düzenli resmi ritüellerin gerçekleştirildiği tören alanları... Ayrıca sivil hayatın şehirdeki temaşa alanları... 20. yüzyıl ortasına doğru, Cumhuriyet'in şehirdeki yenilikçi kamusal alan hamlesi.
İstanbul artık başkent değildir. Cumhuriyet'in kuruluşundan biraz sonra, şehrin Lozan Anlaşması ile hayatta kalan kozmopolit dünyasından kalan bir ruhla, Taksim'de tramvayın dönüş kurbunun içine yalnızca bir anıt yapılmıştır, o kadar. Bu anıtın işlevi sanki Ankara'ya, yeni başkente "senin otoriteni tanıyorum" gibi bir mesaj olmalı.
Siyasal hafıza mekanı
Yeni programdaki en çarpıcı öge ise hiç şüphesiz Taksim Meydanı. Osmanlı modernleşmesinin temsil sahnesinin, Dolmabahçe meydanının iptal edilerek, Taksim'de işlevsiz kalan ahırların yıkılması ile ortaya çıkan boşluğun resmi tören alanına dönüştürülmesi. Meydan bu kapsamlı projenin gösteri, tören alanı. Nitekim bu alan şehrin bugün çok katmanlı bir siyasal hafıza mekanı.
Taksim Meydanı döneminin tanınmış Fransız şehir plancısı-mimarı Henri Prost'un 1940'lara doğru gerçekleştirdiği düzenlemenin en önemli sembolü. Bu tasarımın bütününü ele aldığımızda, yalnızca bir meydan ya da park-yeşil alan düzenlemesi olmadığını, şehrin kültür hayatına kamusal bir boyut kazandıran çok amaçlı salon (Spor ve Sergi Sarayı-Lütfi Kırdar Kongre Merkezi), Açıkhava Tiyatrosu, Muhsin Ertuğrul, stadyum (İnönü-Beşiktaş), şehir operası (Kültür Sarayı-AKM) gibi ögelerle birlikte meydan da anlam kazanıyor.
Prost'un gerçekleştirdiği düzenleme, Beyoğlu'nda 19. yüzyıl sonuna doğru özel alanda gelişen tiyatrolar, sinemalar, kafeler ya da belediye tarafından düzenlenen şehir parkı ve meydanı gibi bir gelişmeye -dediğim gibi- kamusal bir alternatif oluşturuyordu. Bu nedenle bu bütünden ayrı olarak yalnızca Taksim Meydanı'nı (ve Gezi'nin girişini) ele almak ögelerden birinin işlevinin unutulmasına ya da işlevini kaybetmesine yol açıyor.
Sembolik alan ve hafıza neden, nasıl unutuldu?
Şimdi gelelim Taksim Meydanı için düzenlenen kentsel tasarım yarışmasına. Finale kalan projelerin bu gösteri alanını tam olarak değerlendirmediği (ya da daha anlaşılır olmak için korumadığı diyelim) görülüyor. Başlangıçta, program geliştirme aşamasında dile getirildiği gibi teşvik edilecek bir tartışma-mimari eleştiri ortamı ile programın her yere çekilmesi bu kadar mümkün olmamalıydı.
Siyasal hafızanın taşıyıcısı olan bu ögenin yenilikçi yöntemlerle korunması ve geliştirilmesi düşünülebilirdi. Oysa finale kalan Kutlu İnanç Bal'ın ekip liderliği yaptığı projede, bu öge tamamen silinmiş ve yerine bir "obruk" yapılmış, diğer ikisinde ise sanki bir park gibi değerlendirilmiş. Bu unutkanlığın bu programın bütününün yok sayılmasından bir farkı yok. Burada akla gelen soru şu: Bu simgesel gösteri alanının unutulması bilinçli bir tercih midir? Yoksa yarışma öncesindeki bir sorunun, bir potansiyelsizleştirmenin, bir eksikliğin işareti midir? (Benim kanaatim ikincisi.) Bu unutkanlığı yarışmacılara yüklemek doğru değil. Dediğim gibi daha başlangıç aşamasında, bu kültürel politik programın çok daha gelişkin bir düzeyde mimari eleştiriye açılması gerekirdi.
Biliyorum, bu iş hiç kolay değil. Ancak Taksim'i yarışmaya açmak da böyle bir zorluğu (ve aynı zamanda büyük bir başarıyı) üstlenmek anlamına geliyor. Taksim Meydan gibi uluslararası mimarlık ortamında bu kadar önemli bir zihinsel fırtına yarabilecek bir konu nasıl olur da hak ettiği yaratıcı bir gündeme taşınmaz?
Temsiller, imajlar izleyicileri, katılımcıları -ya da aktörleri diyelim- içerik üzerinde tartışmaya yönlendiriyor. Oysa içeriğe karşı direnmek gerekir. Çünkü eğer içeriğe teslim olunursa mimari imajlar piyasa odaklı profesyonel çalışmalarda yalnızca gösterilenlerden ibaret oluyor. Oysa asıl mimarlık gösterende yapılanıyor ve ne yazık ki o da içerik arkasına saklandığı için kolay kolay gözükmüyor.
Bu yüzden bu siyasal hafıza meselesi önemli. Eğer bu siyasal hafıza ile ilişki kurulmuş olsaydı, Prost'ün "kamusal alan" kavramını güncellemek mümkün olabilecekti. Bunun için de kamunun rolünü yeniden yapılandırmak gerekiyordu. Ne yazık ki yarışma olumlu bir adım olsa da bu yapılandırmayı gerçekleştirmek için yetersiz kalıyor.
Halka açmak ama nasıl?
Finale kalan üç projeden birini seçmek için halkın oyuna başvurulacakmış. Uygulanacak proje halkın oyuyla belirlenecekmiş. Sorun da buradan başlıyor. Evet, sürecin politik bir özelliği var ve halka açmak için yeni yöntemler denenebilir. Ancak nasıl? Bir mimarlık yarışmasının, hele hele Cumhuriyet'in en önemli mimari belgesi üzerinde gerçekleşen bir yaratıcı sürecin daha program geliştirme aşamasından başlayarak bir mimari eleştiri süreci ve tartışma yaratması beklenirdi. (Örneğin Paris'te Centre Pompidou için 70'li yıllarda düzenlenen bu yarışma hala tartışılıyor.) Mimarlık her şeyden önce bilginin kritik bir yöntemle üretilmesidir. Daha program geliştirme aşamasında önerildiği gibi. Bu tür popülist girişimler çoğu zaman çözüm değil, sorun olabilir. Oy verecek insanlar projeler hakkında nasıl bilgilenecek, değerlendirecek ve karar verecek?
Prömönad çeviride mi kaldı?
Prömönad sözcüğü 1940'ta "Gezi" olarak çevrildi. Peki bu kamusallık biçimi çeviriden öteye geçti mi?
Prost'un 1936 yılından itibaren başlayan zihinsel mesaisinin radikal bir özelliği vardı. Bugünkü mimari tasarım yarışmasının da yalnızca gösterilenler olarak imajlar boyutunda kalmayıp, gösterenleri yeniden ele alması, bu kamusallığı güncellemek gibi bir görevi olmalıydı. Bu kamusallık ise aynı yöntemle, yönetim iradesine bağlı bir çaba olmakla birlikte profesyonel mekanizmaları ve kamuoyu yapıcıları, mimari eleştiri ortamını harekete geçirmekle mümkündü.
Onun yaptığı tasarım iki semti, Beyoğlu ile Şişli'yi çok işlevli bir kamusal alanla birleştirmeyi amaçlıyordu. Bu ilişkinin Gezi'yi bir boşluk gibi değerlendiren otellerden önce, Büyükşehir Belediyesi'nin Elmadağ hizasındaki dikenli tellerle çevrili otoparkı ve deposu tarafından koparıldı. Yoksa Hilton'un halka açık olması gereken bahçesi ve otoparkı tarafından geçiş sağlamak mümkündü.
Yayaların kullanımı, yürünebilirlik meselesi için şunu da söylemek mümkün: Şerif Süreydan'ın liderliğini yaptığı projede görüldüğü gibi yukarıdan yönlendirilip etrafından dolaşan bir yaya platformu inşa etmek yerine önce onlara Prost'un sağlamış olduğu aks üzerinden bir ulaşım özgürlüğü tanımak daha iyi olmaz mıydı? Prost'un projesindeki bu ilişki sonradan koparıldığı için burası özellikle geceleri tekinsiz bir yere dönüşüyor. Rahatça ve güvenli kullanım için bu güzergahın tam tersine sosyal ilişkilerle canlandırılması daha iyi olmaz mıydı?
Tarihsel hafıza ve şimdinin ilişkilendirilmesi
Bugünkü yeniden ele alışın bu girişimi aşması beklenirdi. Peki şimdinin radikal yaklaşımı her yerde, ormanlık ya da bir kırsal bir alanda yapılabilecek müdahaleler yerine bu ana fikri bir taraftan korurken güncel bir yaklaşım olamaz mıydı? Güncel bir yaklaşımın render edilmiş imajlar, mimari canlandırmalar yerine bu çok katmanlı tarihsel hafızayla şimdiyi ilişkilendirmesi mümkündü.
Örneğin bir projede AKM'nin önünde olduğu gibi yer döşemelerinin yolların üzerini kapladığı varsayılıyor. Projelerde bu önemli meselenin, mekana dar bir ulaşım perspektifinden bakma sorunsalının geçiştirildiği görülüyor. Bu konu sanki ayrı bir uzmanlık konusu gibi. Bu tünellerin Gümüşsuyu'nda ve Mete Caddesi'nde örneğin yarıkların mevcut şehirsel topografyayı nasıl değiştireceği fark edilmemiş mi? Taksim Platformu neredeyse Bedrettin Dalan zamanından beri yapılmak istenen bu tünellere karşı yıllarca uğraştı. İstanbul’un belediye başkanları Nurettin Sözen, Recep Tayyip Erdoğan, Ali Müfit Gürtuna, Kadir Topbaş zamanında her defasında uygulamaya karşı çıktı. Yarışmacılar nasıl her konuda bu kadar hafızasız kalabilir? Güncel bir yaklaşım en azından bu tür konularda bilginin sosyalleşmesini ve geçmişte yaşanan tartışmalar ile ilişki kurulmasını hedefleyebilirdi.
Bir de Bünyamin Derman'ın ekip liderliğini yaptığı projede, şu sevimli gözüken ağaçlandırma meselesi var. Betonların üzerine dev ağaçları yapıştırmak kolay, ama bunun nedenlerini, gerekçelerini anlamak ve anlatmak daha zor. Sıraselviler'de iki metrelik daracık kaldırımlara dev ağaçlar dikmenin nasıl bir sonuç vereceği düşünülüyor? Kimi yerde meydanın sembolü, AKM'nin önünü ağaçlarla kapatmak ne anlama geliyor? AKM meydanın nirengi noktası. Meydanı ağaçlar mı, o mu sınırlandırmalı? Diğer önemli bir nirengi noktası, Cumhuriyet Anıtı, Cumhuriyet Caddesi'nin aksına yerleştirilmiş. Onu da ağaçlarla perdelemek tuhaf değil mi?
Prömönad sözcüğü 1940'ta "Gezi" olarak Türkçeye çevrildi. Peki devlet eliyle gerçekleşen bu kamusallık biçimi çeviriden öteye güncellendi mi? (Bunu defalarca dile getirdiğim için bu soruyu sorma hakkını kendimde görüyorum.) Belki de asıl sorulması gereken soru bu.
Gezi Direnişi dikkate alınamaz mıydı?
Asıl kırılma 2013 yılında gerçekleşti ve Gezi Direnişi ile güncellenmiş oldu. Peki yarışma bunu dikkate aldı mı? Bu etkinlikle bu kamusallık anlayışında bir değişiklik oldu mu? Bu değişikliğin yöntemleri neler olabilirdi? Bunun ötesine nasıl geçilebilirdi? Yarışma bir farklılık getirmiş oluyor mu? Büyükşehir Belediyesi'nin Taksim için bir mimari tasarım yarışması düzenlemesi hiç şüphesiz önemli bir farklılık. Eğer Ekrem İmamoğlu değil de Binali Yıldırım seçilmiş olsaydı, hiç kuşkum yok ki bu meydan için daha önce yapıldığı gibi ahbap çavuş ilişkileri yöntemiyle yandaş bir mimarlık ofisine verirdi. Yarışma düzenlemeye falan kalkışmazdı. Oysa İmamoğlu ekibi projelerin açık bir şekilde görülmesini, tartışılmasını sağladı. Bu tür yöntemler başarılı sonuçlar kadar hataları da gözden geçirmek için fırsatlar sunarlar. Bu yüzden yarışma da yeni bir başlangıç yapmanın ne kadar gerekli olduğunu gösterdi.
Bu yazı da bunu hatırlatma çabası olarak görülmeli.
Taksim Kentsel Tasarım Yarışması'nın kazanan projelerini buradan inceleyebilirsiniz.
(NÖ)