“Gözü karardı, Münevver’i öldürdü. O kadar utandı, suçluluk duydu ki; kendini öldürdü.” (Perihan Mağden)
Perihan Mağden, “Cem Garipoğlu’na haksızlık yapıldığını” düşünüyormuş.
Cem Garipoğlu “tamam gencecik, güzelim bir kızı öldürmüş” ama biz “yanında yer almamız gerektiği kadar yer almamışız”…
Mağden bugün Taraf gazetesinde Garipoğlu’na neden haksızlık edildiğini anlatırken, kadın katillerinin kendilerini savunmak için kullandıkları tüm argümanları bir bir sıralamış. Karabulut cinayetini kadın katilinin gözünden, katile hak vererek tekrar gözden geçirmiş ve katile haksızlık yapıldığı sonucuna varmış.
Çünkü katil “Münevver’in bir teğmenle mesajlaşmasını yakalamış”, “Fakir kızı Münevver’in, takma tırnakları varmış”, Münevver katiline “Sen erkek misin?” demiş…
Senelerdir bianet’in erkek şiddeti çetelelerini hazırlıyorum ve Mağden’in yazdığı neredeyse her cümleyi daha önce katillerin ağzından okudum/duydum.
Neredeyse diyorum çünkü Mağden kadın katillerinden, katilleri koruyan hakimler ve savcılardan da daha ileriye gitmiş ve cinayetin nedenini “12 yaşından 17 yaşına kadar yurt dışında dolaşan/ yaşayan” katilin, Türkiye’ye döndüğünde “ Türk Tipi İlişkiler’e hazır olmamasına” bağlamış.
Eee, ne de olsa katil intihar ederek “vicdanı olduğunu”, “kalbi olduğunu”, “böyle bir ‘suçun’ yükünü kaldıramadığını” kanıtlamış… Üstelik mahkemede ilk belirdiği andan itibaren “Pişmanım” demiş!
Bu yazıdakiler Mağden’in gerçek düşünceleri mi yoksa reklamın kötüsü mü bilmiyorum. Ama yine de bir çift sözüm var:
2013’te gerçekleşen 214 kadın cinayetinin yüzde 66’sında failler kocalar, eski kocalar ya da sevgililerdi. Yani kadınlar Mağden'in deyişiyle hep “Türk Tipi İlişkiler cangılı”nda öldürülüyor.
2014’ün ilk dokuz ayında erkekler en az 207 kadın öldürdü ve katillerin yüzde 12,5’i intihar etti. Demek ki katiller hep çok vicdanlı oluyor...
Mağden, katilin “acayip Türkiye’ye hazır olmadığını” söylemiş, “Ben, yarım yüzyıldır buradayım; her gün tökezliyorum, her gün cinai hislere kapılıyorum” demiş. Türkiye’yi bu acayiplikten kurtarmak için herkesin birbirinin kafasını kestiği bir ülke düşünenlere akıl ve fikir diliyorum.
Garipoğlu’nun intihar etmediği, kaçtığı iddiası bana göre ne kadar absürt olsa da, Karabulut ailesinin bu şüpheyi teyit etme çabasını bir o kadar anlaşılır karşılıyorum. O insanların yaşadıkları travmaları gazetelerde onlar hakkında yazıp çizerek tahayyül edemeyiz. Dolayısıyla “Münevver’in ailesi intikama doymuyor” cümlesinin vicdansızca, “Fakir kızı Münevver” tamlamasının düşmanca yazıldığını düşünüyorum.
Ama Türkiye’de kadınların ölümü hak ettiğine inanılıyor. Savcısı da, polisi de, hakimi de, habercisi de, köşe yazarı da kadınların nasıl başkalarıyla mesajlaşarak, sevgililerine “Sen erkek misin” diyerek cinayetin mağduru değil, suçlusu olduğunu anlatıp duruyor.
Kadınların ölümü hak etmediğini düşünenler de, argümanını “kadın kabahatli olsa da ölümü haketmez” üzerinden kuruyor.
Misal, erkek şiddetine karşı “elleri kırılsın” politikası yürüten Aile ve Sosyal Politikalar Bakamınız Ayşenur İslam, kadın cinayetlerinin arttığını söylerken “insan kabahat işleyebilir, suç da işleyebilir ama hiçbir suçun cezası ölüm değildir. Hiç kimse tek başına böyle bir kararı veremez” diye konuşmuş.
Türkiye’nin “en güvenilir kadını” katilleri televizyona çıkarıyor, bir bakan erkekler haklı olsa da öldürmenin çözüm olmadığını anlatıyor, bir yazar katillere haksızlık edildiğini söylüyor.
Maalesef kadın mücadelesi içinde kadınlarla mücadele eder hale geldik.
Ne yapalım, hayat bu. Mücadeleye devam… (ÇT)