* Görsel: 18. yüzyıl sonunda bir meyhane minyatürü. (Kitapta yer alan görsellerden biri).
"Osmanlı İmparatorluğu Müslümanlarının içki yasağına harfiyen uyduklarını hayal edelim –tıpkı bu dinden olanların ezici çoğunluğunun İslâm'ın diğer yiyecek tabusu olan domuz eti yeme yasağına uyduğu gibi–. Bu durumda, imparatorlukta alkollü içeceklerin tarihi yazılabilir miydi? Bu, cemaat duvarlarının arasına sıkışmış, Hıristiyanlarla ve Yahudilerle sınırlı, marjinal bir anlatı olup çıkardı. Oysa durum farklıdır: İlerleyen sayfalarda da göreceğimiz gibi, şarap ve alkol Osmanlı İmparatorluğu tarihinde merkezî bir yer tutar."
Centre National de la Recherche Scientifique (CNRS) bünyesindeki "Türk ve Osmanlı Araştırmaları Bölümü"nün yöneticisi, Osmanlı İmparatorluğu ve modern Türkiye tarihi üzerine çalışmaları olan François Georgeon, yaklaşık altı-altı buçuk asırlık bir dönemde Osmanlı İmparatorluğu'ndaki ve yakın dönem "Erdoğan Türkiyesi"ndeki içki kültürünü ele alıyor.
Georgeon'u en çok tartışılan sultanlardan biri olan II. Abdülhamid'i anlattığı "Sultan Abdülhamid" kitabından da hatırlayabiliriz.
"Rakının Ülkesinde - Osmanlı İmparatorluğu'ndan Erdoğan Türkiyesi'ne Şarap ve Alkol" kitabında esas kayıtlar "İstanbul'un fethi"nden sonraki İstanbul üzerinden ilerliyor; ancak yazar kitabın zeminini 1453 öncesine yerleştiyor. Toplumdaki alkol alışkanlıklarının başlangıç noktasını ve nasıl şekillendiğini ele aldığı birinci bölümde, Osmanlı'nın kadim Bizans İmparatorluğu'ndan devraldığı mirası anlatıyor.
Şarap, boza ve rakı
Osmanlı Devleti'nin klasik döneminde piyasaya üç temel içecek hâkim. Bunlar önem sırasına göre şarap, boza ve rakı. Bozanın Osmanlı'daki hikâyesi hayli ilginç. Osmanlı'da 14. yüzyıldan itibaren rastlanan boza besleyici bir içecek olmasının yanı sıra bir de alkollü türünün olmasıyla dikkat çekiyor. Fransalı seyyah Jean de Thévenot'ya göre, bozanın çok ucuz olan bu çeşidi "fakir fukaranın keyif kaynağı". Fakat bu keyif kaynağı, içenleri sarhoş etmesi müsebbibiyle Hanefi fakihlerin "kesin yasak" listesinde.
Bozada dahi alkolün olduğu bir toplumda, böyle bir kültürü yerle bir etmek mümkün müydü? Ya da yazar Georgeon'un deyimiyle: "Bizans İmparatorluğu'nun bu mamur üzüm ve şarap medeniyeti İslâmi bir gücün, Osmanlı Devleti'nin kontrolüne geçtiğinde ne oldu? Bunlar yerine başka ekinler ekmek için bağları tahrip mi edeceklerdi? Yoksa miras aldıkları şartlara uyum mu göstereceklerdi?"
Osmanlı İmparatorluğu, tam da yazarın ikinci sorusuna odaklanarak bu mirası sürdürmeyi tercih ediyor. Bir nevi de zorunda kalıyor. İmparatorluk sınırları içerisinde yaşayan ve "ehl-i kitap" olarak tanımlanan Hıristiyan ve Yahudilere bir şekilde müsamaha göstermiş gibi görünse de Osmanlı İmparatorluğu alkolü, üretici ve tüketicilerini yüksek vergilere tabi tutuyor.
Yani ticari ilişkileri daha güçlü olan Hıristiyan ve Yahudilere uygulanan bir hoşgörü politikası değil, şaraptan alınan verginin hazineye getirisinin yüksekliği. Yazarın deyimiyle Osmanlı Devleti alkolü vergilendirme pratiğini hem kendisinden önceki İslâm devletlerinin mirasına hem de "boyun eğdirdiği" halkların yerel âdetlerine uydurmuştu. İmparatorluğun kuruluşundan itibaren de Bizans İmparatorluğu'nda yürürlükte olan vergilerin çoğunu korudu.
Şeriat
Bizans üzerine kurulan imparatorluk, diğer yandan da toplumdaki yurttaşların yaşamında önemli bir yeri olan içkiyi gündelik yaşamdan bir anda koparamadı. Osmanlı bir de Balkanlara "açıldıktan" sonra Osmanlı bürokrasisi Şeriat'ın gerektirdiği şarap yasağı ile devletin bu önemli gelir kaynağını kullanmaktaki çıkarı arasındaki çelişkiyi çözmek için incelikli bir yaklaşım sergiledi.
Alkol tüketmek her daim Müslümanlar için zor ve görece yasak olsa da bu yasaklar zaman içerisinde bir esnedi, kalktı ve yeniden yürürlüğe girdi. Ve zaten alkolü Müslümanlar arasında da toplumun en üst katmanları tüketebiliyordu. Yani sultanlar ve imparatorluk ailesinin diğer fertleri. Öyle ki bazı Osmanlı şehzadeleri ya da ailenin başka üyeleri bu "düşkünlüklerini" gizlemiyor ve sarayda "işret âlemleri" düzenliyorlardı. Yazar, Osmanlı'daki içme kültürüne dair ilerleyen sayfalarda şu tahlili yapıyor: "İmparatorluk bir alkol severler cenneti olmak için gereken her şeye sahipti..."
Alkol bir gelir kapısı ise kapının kolunu tutanlar Ermeniler ve Rumlar olduğu için Osmanlı, amiyane tabirle altın yumurtlayan kazdan da vazgeçmedi. Ve böylelikle o dönem bilinen bütün İslâm ülkeleri içinde en çok alkol tüketilen topraklardan biri haline geldi. Alkol tüketenlerin dağılımı ise yoğunlukla en yüksek ve en alt sınıf arasında dağılıyordu. Orta sınıflar alkole ulaşacak pozisyona dahi gelemiyorlardı. Sokakta yaşayanlar, toplumdan dışlananlar için ise alkol tüketmekte bir beis yoktu, çünkü bu kesim kendilerine "ahlâki düşkün" denmesinden de rahatsız olmuyordu. Keza yapacakları başka bir işleri de yoktu yazara göre.
Cumhuriyet değil, Tanzimat
Kitabın belirleyici tahlillerinden biri ise yazarın Osmanlı coğrafyasının şu anki Fas'tan Endonezya'ya kadar en çok içki tüketilen İslâm ülkesi olmasının nedenini Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini atan Kemalist devrimde değil; Tanzimat reformlarında araması. Tanzimat reformları bunu nasıl sağlıyor?
Alkol meselesi Osmanlı bürokrasisi için zaman içerisinde bir teatiye dönüşüyor. Ve burada neredeyse bir "imaj çalışması" yürütülüyor. Yazar, kitabın bu bölümlerinde içki kültürünün Kemalizm sayesinde değil de Tanzimat reformları sayesinde bu coğrafyaya sağlamlaştığı savını detaylarıyla açıklıyor: "Kemalist Cumhuriyet'in tek yaptığı yarım asır önce varlığına gayet iyi tanıklık edilen bir hareketi sürdürmek, nihayetinde de büyütmek olacaktı."
Burada aslında güncel bir tartışmaya da işaret ediyor, çünkü sıkça duyduğumuz ve zaman zaman gerçeklikten kopuk tartışmalarda da alay konusu da olabilen "Mustafa Kemal olmasaydı..." cümlelerine yanıt veriyor yazar. Hayır, Bizans'ın göbeğine kurulan bir Osmanlı İmparatorluğu'ndan zaten bir Suudi Arabistan, bir Suriye çıkmayacaktı, diyor. Çünkü "Türkler içmeye Cumhuriyet'le başlamadı."
U dönüşü
Bu savının üzerine yazar bir de Mustafa Kemal'in ilk Meclis kararlarından birinin içki yasağı olmasına değiniyor. Bu kararı "U dönüşü" olarak nitelendiren Georgeon, içki yasağının Mustafa Kemal'in kendisi de dahil siyasi elitler arasında kabul görmediğini söylüyor.
Kitabın son kısmı, yani "Erdoğan Türkiyesi'nde İçmek" ise Nicolas Elias ve Jean-François Pérouse isimli başka iki yazar tarafından kaleme alınıyor. Yazarlar bu bölümde Mustafa Kemal'in alkol konusundaki pragmatizminin AKP pragmatizmi ile olan bağına dikkat çekse de, Georgeon kadar derinlikli, orijinal ve ince bir dil ile aktarmıyorlar bunu ne yazık ki.
Ancak yazarların dikkat çektiği önemli noktalar elbette var ve bunlardan biri, AKP'nin "alkole sıfır tolerans" imajına rağmen toplumdaki alkol tüketiminden rahatsız olmaması. Rahatsız olmuyor, çünkü yüksek vergilere tabi tuttuğu bu ürünü zenginlerin ve güçlülerin tüketmesi AKP'yi rahatsız etmez. Ve dışarıdan bakıldığında görünen "Erdoğan'ın Türkiyesi"nde alkole sıfır tolerans tablosu, bize hiçbir gerçeklik sunmuyor:
"Uzun lafın kısası, Türkiye'de alkolün izlerini takip etmek söylemlerin sarhoşluğundan kurtulmayı sağlar."
Künye
Rakının Ülkesinde
Osmanlı İmparatorluğu'ndan Erdoğan Türkiyesi'ne Şarap ve Alkol (14.-21. Yüzyıllar)
François Georgeon
Çeviren: Renan Akman
Kapak: Suat Aysu.
İletişim Yayınları
2023
(TY)