Toplumsal geleneğimiz; özgürce düşünmek ve konuşmaktan, okumak ve yazmaktan, inanmak ya da inanmamaktan, gönlünce yaşamak ve yaratmaktan hayli uzak. Dinlediğini anlamamayı, önce kızıp öfkelenmeyi, hatta nefretten delirip duygusal ya da fiziksel şiddet göstermeyi daha kolay, daha çabuk becerdiğimiz ortada. Üstelik öyle safız ki; her söylenene, her gösterilene sorgusuz sualsiz kanıyor, teslim oluyoruz. Peki büyük çoğunluk bunun asıl nedeninin, temel eğitimimizdeki eksiklikler ve çağdaş yaklaşımlardan geriye düşüren amaçlı politikalar olduğunu görmüyor mu?
Ya ilkbaharın vaatleri! Hani umut, hani neşe, hani yaşama sevincimiz nerede? Hadi, tam da ikinci yarıyıl başlarken, “Her şey kötü olamaz!” güvenine tutunalım ve kitaplardan, meraktan, gelişmekten, inadına iyiliklerden söz edelim şuracıkta. En azından deneyelim:
Daha çok kitap yayımlıyoruz artık. Yayıncı Meslek Birlikleri Federasyonu (YAYFED) tarafından açıklanan verilere göre 2016 yılında ülkemizde kişi başına düşen kitap adedi 8.4’e yükselmiş.
Üretilen toplam 667 milyon adede yakın kitabın sadece yüzde 12’si kurgu kitaplar, yani edebiyat. Bu veriye göre 2016 yılında kişi başına düşen edebiyat kitabı 1. Peki bu iyi mi?
Çağdaş çocuk edebiyatının eğitim öğretimde tartışmasız çok önemli bir yeri olduğunu artık daha çok eğitimci biliyor. Edebiyatla daha çocukluk yıllarında buluşan şanslıların, daha olgun, daha insani bir yetişkinliğe evrileceğinin 10 yıl öncesine oranla daha çok farkındalar. Ne iyi! Peki ama okullarda, bu kitapları öneren, onlarla yaratıcı okuma uygulamaları yapabilen eğitimci sayımız yeterli mi?
Kütüphanecilerimizin mesleki gelişimlerine, geçmişe oranla daha çok önem verdiklerini gözlemlemek çok sevindirici. Bilgi ve belge erişiminin ve iletişiminin hızlanması, artması sayesinde özellikle genç kuşak kütüphanecilerin daha etkili ve kalıcı işler yapabilme koşulları oluşuyor. Ancak kütüphanelerde, her yaştan kullanıcı için çağdaş ve nitelikli edebiyat derlemeleri yeterli mi?
Toplu taşıma araçlarında daha çok kitap okuyan görmek, metro istasyonlarında daha çok müzisyen dinlemek şahane! Bazılarının özellikle yoğun saatlerde metrobüslerin içinde ve dışında yaşadığı insanlıktan çıkarıcı keşmekeşten soyutlanma çabası dikkate değer. Peki ama ya tanımadıklarımızla konuşabilmek, selamlaşmak, hal hatır sormak? Hadi canım sen de! Bu güvensiz, bu ürkütücü kalabalıkta mümkün mü?
Hani iyiliklerden söz edecektik? N’oldu?
Önümüz ilkbahar, önümüz yaz! Doğanın yeniden doğuş mevsiminde, iyiliği, huzuru, barışı dileyen insanların kendileri ve çocukları için yapabileceği ne çok şey var. Hele her insan kendi adımlarını atarak, küçücük şeyleri değiştirebilme gücüne sahipken. Kocaman, insanca bir geleceğe o küçücük adımlar sayesinde hep birlikte yürüyebiliriz. Çocuklar buna inanıyor. Ya biz yetişkinler! Bizler, geleceğimizi başkalarının değil, sadece kendimizin kurabileceğine güvenmek yerine, kırılıp dökülmeyi sürdürecek, yılacak, vazgeçecek miyiz? Tabii ki hayır! (MS/YY)
* Bu yazı Günışığı Kitaplığı blogunda yayınlandı.