Toplumun size verdiği eril yetkiye dayanarak ve ondan güç alarak cümle kurmaktan vazgeçemiyorsunuz. Atölyelerde, sınıflarda, öğretmenler odalarında, toplantı salonlarında, yayınevlerinde, televizyon programlarında, sosyal medyada, sofralarda... Cinsiyetçilikten arınmış gibi yapıyor, poz kesiyorsunuz. Kimi zaman örtük kimi zaman açık, ama işte değişmeyen gerçek, siz ayrımcısınız.
Pozculuğunuz hakikatle karşılaşıp da kucağınıza düşmeye başladığında öfkeleniyor, geriliyor, sinirleniyorsunuz bayım. Sır dökülüyor, perde kalkıyor. Poz, hükmünü kaybediyor. Eril öfkeniz, zorbalığınız ortaya saçılıyor. Ne afili kelimeleriniz ne o dikkatli, özenli, söz kesmeden dinlermiş gibiliğiniz ne entelektüel donanımınız kurtarabilir sizi.
Cinsiyetçiliğiniz andığınız, okuduğunuz, okuttuğunuz yazarlardan; masanın başını kapmak şöyle dursun yuvarlak masalara merkez çizip kendinizi onun içine yerleştirmenizden; sözü hem de en doğrusunu, dolusunu, güçlüsünü, güzelini ilk söyleyen olmanızdan; öğretme, anlatma, gösterme, bildirmelerden vazgeçmemenizden; birden kendinize gelip, yanıbaşınızdakine göz ucuyla dönüp peki sen düşünürsün, ne dersin bu konuda sorunuzu bırakıp, ama’nız dilinizin ucunda dinlemelerinizden, yaz kızım tonuyla bunu not edersin sen demelerinizden; yahu neden kadın yazar okutmuyor, konuşmuyor, çalışmıyoruz zaman yetmedi de ne demek, esas olan iyi edebiyat olması mı, üstüme iyilik sağlık, iyi kadın yazar olmadığından mı hep erkek okuttuk o vakit, bunlar argüman mı şimdi, hem kabul edilebilir değil hem yanlış itirazlarına sinirlenip, titreyen parmaklarınızın arasındaki sigaranızı içli içli çekip dumanını uzaklara üfleyip gözlerinizi kısıp kaşlarınızı elbette çatıp yani cinsiyetçi miyim ben sorunuzdan... taşıyor bayım.
Pardon ama, evet siz de cinsiyetçisiniz. Bu, bir etiket değil; hakikat. Keşke yüzleşseniz.
Hem, biliyor musunuz bu yaptıklarınızın hepsine eril baskı, engelleme, mobbing deniyor. Sesinizin yükselmesinden, kaşınızın çatılmasından, elinizi kolunuzu savurarak konuşmanızdan endişe duyup içine kapanıyor ve kaçıyor bakın karşınızdaki. Görebiliyor musunuz?
Siz yazar bey, kabul edin ya da etmeyin toplumun size verdiği eril yetkiyi kullananlardansınız. Hem de en tehlikelilerinden. Saklama çabanız takdire şayan! Ama bazen siz de başaramayabilir, beceremeyebilirsiniz. Hem bakın, göğsünü size siper eden kadınlı erkekli sessizlik duvarları da siz de bir gün toprağa karışacaksınız. Solucanlar, karıncalar, bok böcekleri bedeninizi, en nadide ve olmazsa olmaz’dınız uzvunuz dahil, minik minik kemirecek, koparacak, yutacak, tükürecek. Unutmayınız bayım, kıymetiniz ve gücünüz nefes alıp vermenizle sınırlı.
Peki siz yazar ve editör bey, cinsiyetçi yazınızdaki maksadınız nedir? Bu yazıyı nasıl yayımlarsınız soruları karşısında neden suçlayan, aşağılayan bir dil kuruyorsunuz? İtibarınız erkekliğinizden, biliyorsunuz değil mi? Dişiyle, tırnağıyla, teniyle, teriyle; aklı, kalbi, midesi, gözü, kulağıyla... hücre hücre yıkıp kurup yıkıp kurup var etmeye çalıştığımız canlı olma hallerimize değmez eril öfke kokulu, çürük çarık kelimeleriniz. Çabanız boşuna. İtibarımız ne sizden ne cinsiyetimizden. Bilirkişiliğe soyunup kız kardeşlerimiz için savurduğunuz böyle de yazar/şair/eleştirmen olunur mu, şiir/öykü/roman/eleştiri yazılır mı cümleleriniz hükümsüzdür tüm kara parçalarında. Sosyal medya dahil, düşün kızkardeşlerimizin yazdıklarından.
Ve vazgeçin, sempozyumlar, paneller, bildiriler, jüriler, ödüller söz konusu olunca aradığımız yazar/şair/editör/düşünür/öğretmen/akademisyen... kadına şu an ulaşılamıyor, müsait değil, meşgul... yalanlarınızdan.
Ve evet baylar, ana rahminden atılmış, babanızca iğdiş edilmiş olabilirsiniz. Ağlamayın, sızlanmayın ve de bağırıp çağırmayın artık. Bedenleriniz dik, parmaklarınız havada, diliniz dışarıda hep. Sakin. Biraz soyunmayı deneseniz?
Hadi, size yüklenen erkekliği soyunun. Çırılçıplak kalın. Tüm kimliklerinizi sessizce bir kenara katlayın dürün bırakın. Tamam, dağınık da kalabilirler. Çizik atın kendiliğinize. Kazıyın onu. Silin. Yarın. Bırakın aksın irininiz, ağunuz, katranınız. Bırakın aksın. Hafifleyin. Omuzlar yuvalarına, kollar, bacaklar öylece aşağıya aşağıya... salın, salın kendinizi. Korkmayın.
Bu eril öfke, düşmanlık, nefret gizlenemiyor; görmüyor musunuz? Sızıyor, dökülüyor, saçılıyor ve evet bayım, evet, cinsiyetçisiniz. Homofobik ve transfobiksiniz. Ve sizi bunlardan, sizden başka kisme kurtaramaz. Kimse, söküp atamaz bunları zihninizden, dilinizden, bakışınızan, dokunuşunuzdan.
Olmuyor mu? Mesela, önce kendinizden uzaklaştırın gözünüzü. Bakın tezgahtaki bulaşıklar yıkanmayı, makinedeki çamaşırlar asılmayı, nevresimler değiştirilmeyi, camlar silinmeyi, yerler süpürülmeyi, karnabahar pişirilmeyi, çay demlenmeyi, çöp atılmayı, çocuklar okuldan alınmayı, ödevleri yapılmayı... bekliyor. Hasta teşhis konmayı, elbise dikilmeyi, hesaplar kapanmayı, dükkânlar açılmayı, konserve kutularının kapakları sıkıştırılmayı, notlar açıklanmayı, dersler hazırlanmayı, toplantılar tartışmayı, filmler izlenmeyi, kitaplar okunmayı, yazılar yazılmayı... Yeryüzü bekliyor. Olmayı, olmamızı. Kendimizin dışına çıkıp ona bakmamızı.
Elbette, önce biz hepimiz dişlerimizin arasına sıkışmış siniri, dudağımıza bulaşmış kanı, genzimize takılan kemiği tabağımıza koymalı ve ona uzun uzun bakmalıyız. Tabakta başlayan zorbalığımıza, barbarlığımıza. En ve ilk hakikate.
Ama siz bayım, en çok siz sorumlusunuz bunlardan da. Silahınız, bıçağınız, makinelerinizle bedenler üzerinde tahakküm kuruyorsunuz. Bu elbette yetmiyor size. Erillikten aldığınız güçle yoğrulu kaleminiz, kağıdınız, statünüz, rolünüz, pozisyonunuz, entelektüel donanımınız; ilk sahici darbede ve tutulan aynada pup pul dökülen kibrinizle sürdürüyorsunuz çeşit çeşit kıyıcılığı.
Tek derdimiz elbette siz değilsiniz. Koskoca patriarkal gericilik denizi içinde ne çok mühim ne de asıl belirleyicisiniz. Ama işte küçük de olsa, az da olsa, midemizi bazen bulandırabiliyor o kibirli varlığınız. Zira, epey yakınlarımızdasınız.
Bakın, bütün bu cümleleri siz kurduyorsunuz bayım. Ne kadar da sakin ve soğukkanlı sesleniyorum size. Görüyor, duyuyor musunuz? Sinirlenmenize, öfkelenmenize, bağırmanıza, ayağa kalkmanıza, sesinizi yükseltmenize ne gerek var? Saldırıya ya da savunmaya geçmenize? Biraz durabilir misiniz? Durup düşünmeniz mümkün olabilir mi?
Ama önce o parmağını indir e mi?