"Kurban Bayramı'"da kaçan dana sahiplenildi, Ferdinand adı verildi.
"Kendi türüne ve dışındakilere karşı sınırsız bir kötülük potansiyeline sahip, gölgesi ve karanlığı şiddete meyyâl insan, yeryüzünün ezelî ve ebedî bir salgını, habis bir urudur sanki" demiştim "Bir Zorbalık Matruşkası Olarak İnsan"* isimli yazımda.
"Sineklerin Tanrısı" (William Golding, İş Kültür Yay.) ile "Vejetaryen" (Hang Kang, April Yay.) romanını karşışıklı konuşmaya çalıştığım bir yazıydı. Meraklısı bu linkten okuyabilir.
Bu cümleyi içimden ya da ortalıklarda tekrarlıyorum zaman zaman. Keşke hiç gelmese dilime.
"Kurban Bayramı" ezber ettiğimiz görüntüler ve cümlelerle bitti.
Biz, bazılarımız görüş, bakış, duyuş dükkânlarımıza kepenk indirdik birkaç gün. İçimiz içimizi yedi, biz de tırnaklarımızı.
Apartmanlarımızın havalandırmalarından yükselen ölü canların kokuları elbette ne olup bittiğini an be an hatırlattı bize.
Sosyal medyaya cümle yazmaya çekindik. Öfkeli ve agresif (!) veganlar olarak insanın kendisi dışındaki canlıları tüketmesi, sömürmesi, öldürmesi karşısında sessiz, sakin, sabırlı, toleranslı olmalıydık.
Ortak olmamız bekleniyordu
Sürekli işlenen bu suça, bu dört gün de ortak olmamız bekleniyordu. Evet, vegandan beklenen tam olarak buydu ve bunun kadından, çocuktan, Alevi'den, Kürt'ten, Ermeni'den, işçiden, transtan... beklenenden ne farkı vardı?
Zira yün kazaktan deterjana, rakı masasındaki peynirden kahvaltı masasındaki yumurtaya, Instagram'daki mangal fotoğrafından börekteki süte kadar hemen her yerde karşımıza çıkıyordu sömürü. Pardon, ben yemeyeceğim, yok onu kullanmıyorum, yo yo yo üşümedim giymesem de olur, neyse bu fotoğrafı da görmeyivereyim...
Neden? Şey, çünkü, kem küm...'den, veganım da, o sebepten'e geçtik. Ama yine de, nedendi? Neden vegandık, ne gerek vardı şimdi?
Nerden çıkmıştı bu? Zaten hep de böyle biraz şey... Önceleri -sanırım hepimizin geçtiği yol birbirine üç aşağı beş yukarı benziyor- açıklamaya, anlatmaya çalışmak; giderek öfkelenmek, karşı tarafın göbeğini kaşıyarak saldırıya devam etmesi.
Sonraları, kurulan cümlelerin aynı ezber, öğrenilmiş, kalıp cümle ve önyargılar olduğunu iyiden iyiye anlayınca bedenimde, midemde, kanımda ölü bir can taşımak istemiyorum da ondan deyivermek sakince. Peşinden de ha, bi dakka, sen neden vegan değilsin ki?
Oh, be! Peki, hayvanların maruz kaldığı sömürü, tüketme, öldürme, kıyımın kadın, çocuk, Alevi, Kürt, Ermeni, işçi, transın yaşadığından ne farkı vardı?
Nihayetinde yaşam hakkı ihlali, sömürü, yok sayma, dışlama. Kaldı ki bu hemen ehr alanda sürekli, çopalabilir, yaygın, bitimsiz bir yok etme.
Sosyal medya ve 'mangal'
Ben bunlardan söz etme niyetinde değildim; ancak hepimizin içinde debelendiği ne onlu ne onsuz yapabildiğimiz medyada sosyal medyada "et yerim, sana ne, kimse de bi şey diyemez, kızartır yerim, haşlar yerim, mangal yapar yerim, yağları da akar şöyle, ohhhh afiyet olsun, gel anam sen beraber yiyelim..." vb. veganlara karşı da oldukça da provokatif bir şekilde kurulan cümleleri görünce demek epeyce insan sömürüleri de birbirinden ayırıyor, aralarında bir fark görüyor; bununla da kalmıyor bir kısım sömürüyü kendine hak görüyor dedim.
Ah bu konforlu alanlar!
Cümleleri evirim çevirdim, kalbimde, vicdanımda bir yere yerleştiremedim. Altındaki zihniyet, yaklaşım, bakış, ton, üslup tam da muktedirin dili değil mi, dedim. Evet ya, sizin de hep karşısında olduğunuz, eleştirdiğiniz.
Canlıları tüketmekle kalmıyor, bunu savunuyorsunuz. Savunma biçiminiz, diliniz, tonunuz, üslûbunuz ile benzerlerine zemin yaratıyor, alan açıyorsunuz.
Sömürüp bir de bunu savunurken veganlara saldırıyor, onları çeşit çeşit "suç" üretip bunlarla itham ediyor, yetinmiyor, provoke ediyorsunuz.
Neden? Hangi suçu örtmeye, gizlemeye çalışıyorsunuz savunma ve öfkenizle?
Bir kedinin başını okşamak da kurtarmaz sizi sokağa bir kap su koymak da. Hatta evdeki yoldaş, candaş bildiğiniz kediniz, köpeğiniz de!
Hak, hukuk, adalet, eşitlik, özgürlük ve en temelde yaşam hakkı meselesine, mücadelesine Türk, Müslüman, erkek, yetişkin, patron, ulus merkezli, öncelikli bakmak ile insan merkezli bakmak böyle sonuçlar doğuruyor işte. Hani azınlık hakları?
Ha bir de ezber ettiğimiz karşı argümanlarınızdan biri de veganlık da kapitalizmin bir oyunu! Evet ya, hep dış güçlerin oyunu!
Kapitalist yaşam kurgusu
Endüstrileşme sadece vegan ürünleri kapsıyor zaten! Komik, zavallı, arkaiksiniz. Kendi konforunuzdan vazgeçmemek için bahaneler üretiyorsunuz. Görmek istediğinizi görüp, vegan yaşamın bireyin kendi hayatının hemen her alanından başlayarak pek âlâ anti-kapitalist bir yaşam kurgusu olduğunu, olabileceğini görmüyorsunuz.
Oysa siz, pek çok alanda tüketmeye, sömürmeye, sınırlara, muktedire, faşizme karşısınız; söz konusu hayvanlar olunca binbir dereden kanlı sular taşıyorsunuz hakikatleri gömmek için. Ne bedeniniz ne vicdanınız temizlenir böyle.
Birkaç gündür sosyal medyada dolaşan cümlelerinizden gözlerim yandı. Aklım su kaynattı. Kaslarım gerim gerim. Olabildiğince sakin, basit, sıradan cümlelerle anlatmaya çalıştım sizi, size.
Elbette, bir veganın ırkçı, milliyetçi, cinsiyetçi, homofobik... olmadığını, olmayacağını söylemiyorum. Örneği epeyce. Vegan olmak, hayvanları sömürmekten vazgeçmek her tür sömürü, ayrımcılık, ötekileştirmeye karşı olmayı içermiyor maalesef.
Hiçbirinin birbirinin içinden çıktığını savunmuyorum burada ben. Böyle bir torba alıp elime hepsini içine atıp hooop karıştırıp ağzını bağlamıyorum.
Hayvanları sömürmenin ve bir de bunu savunmanın yanına eklenebileceklerden söz ediyorum. Güçlü bir ihtimalden.
Temellendirilebilecek bir gerçeklikten. Buradan da bakabileceğimizden. Benzer bir bakışı vegan arkadaşıma da öneriyorum.
Hayvanları sömürmeyelim tamam, yaşam hakkı esas; peki bir Kürt, Ermeni, trans, Alevi, seks işçisinin hakkı?.. Hak mücadelelerini tüm canlıları kapsayacak şekilde örmek neden bu kadar zor?
Terk, mümkün
Hadi burada edebiyata başvuralım. Sığınmak değil, öğrenmek için. İyileşmek değil, sersemlemek, sarsılmak için. Arınmak, soyunmak, çırılçıplak kalmak için. "Vejateryen" romanının şahane kişisi Yonğhe'yi dinleyelim:
"Buzdolabına artık öyle şeyler koyamam. Dayanmam mümkün değil."
"Yemeyeceğim"
"Ben et yemeyeceğim."
"Rüyalar gördüğüm için... Bu yüzden et yemiyorum."
"Yüzler."
"Resimler sayesinde rüya görmüyorum..."
"Et yemezsem o yüzlerin ortaya çıkmayacağını sanmıştım. Ama değilmiş."
"Yani... Artık bilmiyorum. Yüz karnımın içinde. Yüz, karnımdan yukarıya doğru yükseliyor."
"Artık korkunç değil... Korkmayacağım."
"Abla, ben amuda kalktım, vücudumda yapraklar büyüyüp, ellerimden kökler çıkarak... toprağın altına girdi. Sonsuzdu, sonsuz... Evet, kasıklarımda bir çiçek açmaya başladığından bacaklarımı araladım, genişçe araladım ama..."
"Abla... Dünyadaki bütün ağaçlar kardeşim gibi."
"Ben, sulanmalıyım. Abla, bana böyle yemekler gerekmiyor. Benim suya ihtiyacım var."
"Ben artık bir hayvan değilim abla."
"Yemek falan yemesem de olur. Yaşayabilirim. Sadece güneş ışığı yeter."
Bence siz romanı alıp okumaya çoktan karar verdiniz. Burada durayım.
Siz bilirsiniz ama, bence #govegan
İnsan, canlı türlerinden biri...
Başka bir yazımdan alıntıyla başlamıştım bu yazıya. Tekrara düşecek olsam da o yazımın sonundan esinlenerek ve alıntılayarak bitireyim.
İnsan, canlı türlerinden biri. Kendinden güçsüz addettiğini sömürüyor, tüketiyor, öldürüyor. Bunlar için çeşitli araçlar, yöntemler üretiyor, geliştiriyor.
"Hayvandan yararlanmak, bedenini askıya asmak, kesmek, bantlarda parçalara ayırmak, pişirmek, yemek ile bir bedenle rızası dışında cinsel ilişkiye girmek, ona istemediklerini yedirmek, deli gömleği giydirip hastaneye kapatmak; hayvanı tahakküm altına alıp sömürmek ile dili, bedeni, inancı, dini, kimliği, emeği tahakküm altına alıp sömürmek arasındaki birbirinden üreyen, birbirini besleyen, çoğaltan korkunç ilişkiyi, bağı sorgulamak, bunlarla hesaplaşmak, yüzleşmek zorunda değil miyiz?
"Toplama kamplarında, çöllerde, hücrelerde, bodrumlarda... yakılmanın, öldürülmenin, yok edilmenin; silahla, bombayla 'vücut bütünlüğünün boz'ulmasının, parçalanmanın hesabını sormak için mezbahalardan, endüstriyel üretim çiftliklerinden başlamak ve sonra okullar, hastaneler, hapishanelere... her biri insan eliyle bütün canlılar için inşa edilmiş kıyım mekânlarına uzanmak gerekmiyor mu?"*
Azınlık olana reva görülen
Ortak olmayacağımız suçlara hayvanların sömürülmesi, öldürülüp tüketilmesi dahil değil mi?
Ayakları kesilen, tecavüz edilen, aç bırakılan, terk edilen, barınaklarda zulmedilen, faytonlara koşulan...
Atlar söz konusu olunca yükselen itiraz ve isyan neden bunlarla sınırlı kalıyor da sömürünün daha büyüğü karşısından sus pus oluyorsunuz?
Vegan bir yaşamın imkân ve ihtimalleri, nasıl toplumsallaşacağı, yaygınlaşacağı, çoğalabileceği üzerine beraber düşünmek, konuşmak; araçlar geliştirmek, alanlar, kanallar açmak dururken bu kıyıma, bu suça neden ortak oluyor, yetmiyor bir de bunu savunuyorsunuz?
Söz konusu sömürüye karşı bir başka yaşamı kurmaya çalışanlara, savunanlara saldırıyor, onları öteki, yabancı, marjinal ilan edip saldırıya açık hâle getiriyorsunuz.
Neden? Herhangi bir yanından azınlık olana reva görülenden de görenden de ne farkınız kalıyor?
Mücadelelerde kesişimsel bir bakış, yaklaşım, dil, eylem bunca ihtiyaç haline gelmişken; bu olmaksızın hangi alanda olrusa olsun her mücadele biraz eksik, zayıf, güçsüz kalırken başka yol ve tercihleri hayata geçirmek zorundayız.
Hele hele barıştan, eşitlikten, adaletten; özgür, sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz bir hayattan yanaysak. Hayallerimiz ve mücadelemizde hayvanlar hariç değil. Olmamalı. Daha da geç kalmadan şu siteye göz atın: http://www.veganoluyorum.com/neden
* "Bir Zorbalık Matruşkası Olarak İnsan" isimli yazı için tıklayın. (MK/PT)