7 Haziran genel seçimlerinin Türkiye Cumhuriyet tarihinin en önemli seçimlerinden biri hatta en önemlisi olacağı konusunda artık şüphemiz kalmadı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemi isteği seçimlere olağanüstü bir önem kazandırırken kamuoyunda da büyük bir ilgi uyandırmakta. Başkanlık sistemi için parlamentoda gerekli olan üçte iki çoğunluğun veya referandum için gerekli vekil sayısının elde edilip edilmemesi HDP’nin, demokratik hiçbir ülkede artık var olmayan yüzde 10’luk gibi çok yüksek bir seçilme barajını atlatıp atlatamayacağına bağlı olduğu düşünüldüğünden, hepimiz bu yüzde 10’a odaklanmış durumdayız.
1980 darbe rejimi tarafından ‘aşırıların’ meclise girmelerine engel olarak getirilen bu yüzde 10’un maalesef, demokratik olduklarını iddia eden partiler tarafından ne kaldırılması ne de Avrupa ülkelerinde olduğu gibi makul ölçülere düşürülmesi düşünüldü. Ve biz oyunun seyircileri olarak bu antidemokratik engelin eşliğinde oy vereceğiz. Ve üzülerek müşahede ediyoruz ki, bugün için siyasi arenamızda, HDP’nin barajı geçmesini istemeyen önemli bir geniş siyasi yelpazenin mevcudiyeti söz konusu.
HDP’nin baraj altında kalması durumunda bu partinin kaybedeceği milletvekili sayısının çoğunun AKP tarafından kazanılacağı öngörüldüğü için bu parti doğal olarak HDP’nin baraj altında kalmasını tercih ediyor. CHP’nin özellikle ulusalcı takımı ise bildiğimiz etnik nedenlerden dolayı HDP’nin baraja takılmasını istiyor. Renk vermeyen MHP’nin ise nasıl düşündüğünü anlamak pek zor olmasa gerek. Lakin hiçbir gerekçe kendini demokratik olarak tanımlayan bir ülkede antidemokratik baraj engelinin sonuçlarını hoşgöremez, hoşgörmemeli.
Bütün bu gerçeklere rağmen, HDP’nin barajı geçebilecek olumlu sinyaller verdiği de bir başka doğru. Gerek başkanları Selahattin Demirtaş’ın etnik bir siyasi söylemden uzak, tüm Türkiye’yi kucaklamaya çalışması ve evrensel demokrasi değerlerini, ‘ama’ demeden savunması, gerekse de özellikle büyük kentlerdeki eğitimli kimi çevrelerin ödünç de olsa bu partiye oy vereceklerini ima etmeleri HDP’nin barajı geçebileceği yönde işaretler doğuruyor.
Demokrasi adına HDP’nin, aldığı oy kadar parlamentoda temsil edilmesini dilemenin tarafgirlikten uzak, hakkaniyet ve temsilde adalet ilkesine uygun bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum…
Kaçıncı genel seçimleri yaşadığımı hesaplamadım ama bu seçim öncesinde bugünkü kadar adaylara odaklanmış bir devir olmadı. Gerek sosyal medyanın etkinliği, gerekse de demokratik ülke teamüllerine aykırı olarak, Ankara’nın artık merkezi bir yönetim sisteminin uzak ara en etkili ayağı haline gelmiş olması vekil adaylarına ilgiyi olağanüstü derecede arttırmış durumda.
Kısaca baktığımızda, AKP’nin önceki seçimlere göre siyasi yelpazenin renk ve çeşitliliğinden uzak, biraz içine kapanmış , ‘Milli Görüş’e dönüşü simgeleyen ve statükoya karşı gelmeyen adayları seçtiğini görmekteyiz. CHP’nin ise önseçim gibi demokratik bir uygulamayı hayata geçirmiş olmasına rağmen duruşları, söylemleri ve birikimleriyle ‘kaliteli’ vekilleri, kontenjandan göstermeyip evlerine gönderdiğini de görmekteyiz. Bir köşe yazarının deyimiyle bu vekiller CHP için fazla ‘kaliteli’ bulunmuş olabilir. Lakin iktidar arayışı olan bir partinin ülkenin önemli değerlerini böylesine harcaması bu kadar kolay olmamalıydı.
Partilerin aday listelerine baktığımızda bu seçimlerin bir başka ilginç özelliğinin özellikle Ermeni kökenli adayların AKP, CHP ve HDP’de seçilebilecek yerlere yerleştirilmesiydi. Ayrıca Roman ve Alevi adayların da varlığını unutmamak lazım.
Pek tabii ki bu aşamada neden Yahudi aday olamadığı da sorulabilir. Türk Yahudileri Cumhuriyet tarihinin çeşitli dönemlerinde meclise altı Yahudi vekil gönderebilmişler. Samuel Abravaya, Avram Galante, Salamon Adato, Hanri Soryano, İsak Altabev ve son olarak da Cefi Kamhi. On altı senedir mecliste hiçbir Yahudi vekil görev almamış durumda.
Geçtiğimiz günlerde, Milliyet yazarı Güneri Cıvaoğlu, “Neden bir Yahudi aday yok?” diyordu yazısında. Cıvaoğlu, “Avukat, doktor, köşe yazarı, roman yazarı ve diğer mesleklerden başarılı Museviler arasında bir aday gösterilebilirdi” şeklinde yazarken CHP’ye atfen şunu da ekliyordu: “Ama sanırım AK Parti iktidarının dış politikası nedeniyle Türkiye’de oluşturulan psikolojinin dikkate alındığını seziyorum…”
Türkiye’de antisemitizmin medyada tavan yaptığı ortamda; bu mecranın, ülkedeki bütün olumsuz gelişmelerde veya komplo teorilerinde ‘üst akıl’ adı altında ezici çoğunlukla Yahudileri başrolde oynattığı ikliminde, bir Türk Yahudi’sinin meclise girdiği takdirde kendisini ülke çapında neler bekleyeceğini öngörmek pek de zor olmasa gerek. Partisine ‘yük olmasının’ ötesinde ne gibi bir işlevi olabilirdi ki bu puslu havada?
Başka bir bahara o zaman…