3 Mart 2013’te, yaklaşık 5 yıl önce hayatını kaybeden Müslüm Gürses, gerçek adı ile Müslüm Akbaş, 7 Mayıs 1953’te, Urfa’nın Halfeti ilçesine bağlı Fıstıközü köyünde doğdu.
Gürses pek çok haberde “Türkmen asıllı” olarak geçse de, son dönemde özellikle hayatını kaybetmesinin ardından ailesinin Ermeni olduğuna, soykırım sürecinde Müslümanlaş(tırılan)lar arasında yer aldıklarına dair bir iddia gündeme geldi. Bu iddia doğru mudur bilinmez ama bölgenin yaklaşık 100 yıl önce büyük bir yıkıma uğradığı ve bazı Ermeni ailelerin Müslümanlaş(tırıl)anlar arasında olduğu kesin bir gerçek.
Müslüm Gürses’in doğduğu Fıstıközü köyü, bağlı olduğu Halfeti, eski adıyla Rumkale ilçesine 22 kilometre, Birecik’e ise 19 kilometre uzaklıkta. Bu iki yerleşim yeri de, etraflarındaki köylerle birlikte soykırımdan etkilendi.
Patrikhane kayıtlarına göre, Antep-Urfa yolunun ortasında, Fırat’ın kıyılarında yer alan kaza merkezi Birecik, 1914 yılında 1.500 kişilik Ermeni nüfusunu barındırıyordu. Şehir, Mezopotamya’ya açılmak isteyenlerin Fırat üzerinde yer alan zorunlu uğrak noktasıydı. Rumkale ise 1151 ile 1292 arasında katolikosluk merkezi olarak hizmet vermişti ve kazanın tamamında 1.500 Ermeni yaşıyordu.
“Kör olsaydım da, şu gözler o dehşet verici manzaraları görmeseydi”
Daha sonrasında olanlar ise Prof. Verjine Svazlian’ın, Türkçede Belge Yayınları’ndan çıkan “Ermeni Soykırımı” kitabındaki sözlü tarih çalışmasında yer alan 1900 doğumlu Hagop Cırcıryan’ın anlatısında saklı:
“Benim sülalem Kilikya’nın Hromkla yani Rumkale adı verilen yerindendir. (…) Sürgüne gittiğimde 15 yaşındaydım. Keşke kör olsaydım da, şu gözler o dehşet verici manzaraları görmeseydi. Yayan olarak Humus-Hama’ya vardık. Yolda Türkler sözümona askere alma bahanesiyle Ermeni erkeklerini topladılar; aslında onları Berlin-Bağdat demiryolu inşaatına götürdüler; o demiryolu onların emeğiyle inşa edildi. Hayvan gibi, kamçı darbeleri altında, aç susuz çalıştırılıyorlardı… Çocukları ve kadınları ise ellerini ayaklarını bağlayıp boğazlamak için Fırat kıyısı boyunca dizmişlerdi.”
Raymond Kevorkian’ın Türkçe olarak İletişim Yayınları’ndan çıkan “Ermeni Soykırımı” kitabına göre, bölge Ermenileri yok edildikten sonra ortaya bir sorun çıkıyordu geri kalan nüfus için. Fırınlarda ekmek yoktu. Bunun çözümü olaraksa Antep Ermenileri arasındaki fırıncılar zorla Urfa ve Birecik’e gönderiliyordu.
Benzeri bir durumla sal yapımında da karşılaşılıyordu. Osmanlı Ordusu, Irak cephesini savunmak için Yıldırım Harekatı düzenlemeye karar verse de, yiyecek ve silah sevkiyatının yapılabileceği bölgede “şahtur” denilen salları yapmayı bilenler Ermenilerdi. Ve bu nedenle Rakka’dan 2 bin 500 sürgün Birecik’e gönderiliyordu.
Hayatta kalma yollarından biri: Din değiştirmek
Ermenilerin hayatta kalmaları için sunulan bir başka şartsa, din değiştirmeleriydi. Bir Amerikalı misyonerin Amerikan Konsolosu J. Jackson’a ilettiği bilgiye göre en büyük Ermeni grubuna – yani Birecikli Ermenilere önce din değiştirme çağrısı yapılıyor ardından tehcir başlıyordu. Rumkale kazasındaki Ermeniler ise son erkeklerin de öldürülmesinin ardından 22 Ağustos 1913 ile 24 Şubat 1916 arasında görev yapan kaymakam Midhat Bey’in yönetimi altına tehcire uğradılar. Birecikli Ermeniler arasında da hayatta kalanlar arasında din değiştirmeyi bir kurtuluş yolu olarak görenler oluyordu. Rakka’ya gönderilenlere bölge müftüsünün ortak geleceklerinin “güvencesi olarak” din değiştirmeye çağırması üzerine, Garabed Kapigyan’ın tanıklığına göre, Müslümanlaşanlar arasında iki Birecikli Ermeni de bulunuyordu.
“Fırat nehrinde cesetler yüzüyordu”
Müslüm Gürses’in ailesinin kökleri bu ailelerden birine mi dayanıyor belli değil ama Almanya’nın Halep Konsolosu Walter Rössler’in anlatısı, 100 yıl önce bölgeyi en iyi aktaranlar arasında:
“17 Temmuz’dan bana aktarıldığına göre, yirmi beş gün boyunca Rumkale, Birecik ve Cerablus’ta Fırat Nehri’nde yüzen cesetler görülmüş. Cesetlerin hepsi aynı tarzda, sırt sırta birbirine bağlanmış. Bu sistematik düzenleme insanların rastgele öldürülmediklerini, yetkililer tarafından hazırlanan genel bir imha planının söz konusu olduğunu gösteriyor… Birkaç gün sonra cesetler tekrar görünmeye başladılar, sayıları daha fazlaydı. Bu sefer esas olarak kadın ve çocuk cesetleri söz konusuydu.” (SK/HK)