Eski Dışişleri Bakanı, Anayasa Profesörü Prof. Dr. Mümtaz Soysal 11 Kasım’da hayatını kaybetti. Soysal’ın 90 yıllık ömründe akademi ve siyaset önemli yer tuttu. Kendisinin öne çıktığı konulardan biriyse Ermeni Soykırımı konusunda Ankara’nın tezlerini savunmasıydı.
Prof. Dr. Mümtaz Soysal vefatının ardından Dışişleri Bakanlığı dönemi, anayasa profesörlüğü, akademiye verdiği uzun yılları ve yetiştirdiği sayısız öğrenci nedeniyle aldığı “hocaların hocası” unvanı, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a Kıbrıs konusunda yaptığı danışmanlığı, yazdığı köşe yazıları, Türkiye’deki “ayrılıkçı” Kürtlerin, Irak Türkmenleri ile mübadelesi çıkışlarıyla hatırlanıyor. Soysal’ın bir özelliği de Ermeni Soykırımı’nın dünya genelinde daha çok bilinmeye başladığı yıllarda Ankara’nın tutumunu uluslararası platformda taşımasıydı.
Mümtaz Soysal, Ermeni Soykırımı konusunda 1980’li yıllarda Milliyet gazetesindeki “Açı” köşesinde yazmaya başladı. Gündemindeyse soykırım değil, Türkiye’nin yurtdışındaki temsilcilerini hedef alan Ermeni militanlar vardı. Soysal, 8 Şubat 1980’deki “Tetik ve Parmak” yazısında Ermenilerin “Türklerle en çok kaynaşmış azınlık” olduklarını söylüyordu. Bunu ilerideki yazılarında da tekrarlayacaktı. Türklerle ve Türk kültürüyle en çok kaynaşmış” olmak yaşananın ağırlığını hafifletecekmişçesine…
Mümtaz Soysal’a göre 1970’lerin ortasında başlayan silahlı eylemler, “Ermenilerin acılarını depreştirip silahlı hınca dönüştürme ve Türkiye’yi bu yoldan yıpratma fesadı”ydı. 11 gün sonrasında yazacağı yazısında şöyle soracaktı: “Onların ardında kimler var? Kemikleri bile kalmamış eski Hınçak ve Taşnaksagan komitacıları mı?” Soysal kendi çerçevesinde sorumluyu bulmuştu. Ermeni militanların ortaya çıkma nedeni, soykırım ya da Ankara’nın inkar politikaları değil, Kıbrıs Sorunu’ydu, daha doğrusu 1974’teki Türkiye’nin Ada’ya yönelik harekatı. Mümtaz Soysal’ın yazısında bu aşamadan sonra bir “parmak” harekete geçmişti ve “intikam almak” için Ermeniler üzerinden Ankara’yı sıkıştırıyordu. Halbuki Ermeni Soykırımı 1974’ten önce de gündemdeydi. Soykırımın uluslararası anmaları 1965’te başlayarak dünyanın gündemine bir kez daha girmişti fakat Mümtaz Soysal bundan da, bu süreçte Ankara’nın sessizlik/inkar politikasından da bahsetmiyordu.
Mümtaz Soysal’ın ilgisini, başkalar yazarların da yaptığı/yapacağı gibi “iyi Ermeni” portreleri ve geçmişteki “olumlu” dönemler çekiyordu. Mesela 19 Aralık 1980’deki “Yüzkarası” yazısında Ermenilerin “En güzel Türkçeyi konuşmalarından” bahsediyor, “yakın zamanlara gelinceye kadar en değerli Türk müziği üstadlarının bir bölümünün” Ermeniler içinden çıktığını ifade ediyordu. Soysal’a göre “Orta ve Doğu Anadolu Türk sanatı Ermeni katkısını unutamaz”dı. Mümtaz Soysal yazısına şöyle devam ediyordu: “Bugün de Gedikpaşa ve Samatya gibi eski İstanbul semtlerinde Türklerle en yakın bir sıcaklık içinde yaşayanlar Ermenilerdir.”
Mümtaz Soysal her ne kadar yazısında sık sık “iyi” geçmişe atıfta bulunsa da, konu soykırıma dayanınca geçmişin sayfalarının “kapalı” olması gerektiğine inanacaktı. Burada Ermenilerin yerine de konuşacak, onların da kendi hatalarını bildiklerini savunacaktı: “Her iki taraf da bilir ki, Birinci Dünya Savaşı içinde ve öncesinde olup bitenler, devletlerarası kışkırtmalarla karşılıklı hatalardan doğan ve tarihsel sorumlulukları çoktan kapanmış olaylardır. Zaten o olayların yarattığı hınç dalgası mütareke yıllarının hemen sonrasında Talat Paşa gibi kurbanlar alarak yavaş yavaş durulmuştur.” Soysal’ın bu yazısındaki Talat Paşa atfı önemliydi çünkü gelecek yazılarında bu örneği sık sık verecekti.
Mümtaz Soysal, yurtdışında Türk misyonlarının hedef alınması devam ettikçe kalemini sertleştiriyordu. 26 Eylül 1981’de “Bir Üslubun Sonu” başlıklı yazısında Fransız medyasının eylemlerle birlikte, bunların nedeni olan Ermeni Soykırımı’na da yer vermesine tepkiliydi. Bunun için Paris yönetimine çağrıda bulunuyor, eylemleri de artık “Ermeni kinciliği” diye nitelemeye başlıyordu: “Peki, Fransız devleti, seçim sonrasında bellibaşlı personeli değiştirilmiş bir radyo ve televizyon şebekesinin Ermeni kinciliğine tarihsel gerekçeler bulurcasına yayın yapmasını engellemekten de aciz midir?”
Soysal’a göre 1915 soykırım değildi ancak Türkiye’nin yurtdışındaki temsilcilerini hedef alan eylemlerin kendisi “kincilik”ti ve hatta “ucu soykırıma varabilir”di: “Tarihteki doğruların sırasını unutup bir an için diyelim ki, Türklerin vaktiyle Ermenilere yaptıkları tek yanlı bir “soykırımı” idi. Peki bugünkü Türkiye’nin altmış yetmiş yıl önceki olaylardan sorumlu tutup sapır sapır vurmak, en azından bir ulusa karşı kincilik hem de ucu soykırımına varabilecek bir kincilik değil midir? Bunun böyle olduğu tartışmasız doğrudur da, Türkiye’nin bu doğruyu dostla düşmana gereken güçle kabul ettirebildiği tartışmalıdır.” Bu çıkışını daha da ileriye götürecekti. Fakat Mümtaz Soysal’ın Türkiye medyasında en öne çıkan yazılarından biri SSCB’ye, daha doğrusu Sovyet Ermenistan’ına ziyareti olacaktı. 13 Temmuz 1982’de yazdığı “Ağrının Eteğinde” yazısında Ermenilere tek hak verdiği konu, Ağrı’nın Ermenistan tarafından daha güzel göründüğüne ilişkindi:
“Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin topraklarından bakıldığı zaman Büyük Ağrı’nın görünüşü bir başka güzelliğe, bir başka görkeme bürünüyor. Karaköse dolaylarından bakıldığında aynı güzellik, aynı görkem yoktur. Araya başka tepeler, başka dağlar girer ve Ağrı, onların gerisinde, herhangi bir başka yüksek dağdır. Oysa onların Erivan ya da Araratovası dedikleri düzlükten bakılınca Aras Irmağı’nın gerisinde birdenbire yükselen ve yaz ortasında bile karlarla kaplı doruğu bulutlara değen güzeller güzeli bir dağ vardır karşınızda. Bizim Iğdır Ovası’ndan bakıldığı zaman bile görüntü bu kadar büyüleyici değildir.”
Aynı yazıda siyasete, daha doğrusu Ankara yanlısı bakışa girmesi uzun sürmeyecekti. Ermenistan’da Ermeni Soykırım Anıtı’nı ziyaret eden Soysal’a göre bu durum Sovyetler’in mantığına sığmıyordu:
“Geçmişe dönük ulusal duyguları çoktan aşmış olması gereken ve insanların kardeşliği üzerine kurulduğu söylenen bir Sovyetler topluluğu içinde, genç kuşaklarını hala yakın tarihin tek yanlı yorumlarıyla besleyen böyle bir cumhuriyetin bulunması şaşırtıyor insanı. Evet, sosyalist tarih anlatışı da “geleceğe bakarken geçmişi unutmama”yı ister ama bu unutmayış yakın komşudan hep bir “cellatlar topluluğu” olarak söz etmeyi ve ona karşı nefret duygularını uyanık tutmayı mı gerektirir? Buna benzer soruları galiba Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin yöneticilerine sormak gerekecek.”
Bir gün sonra çok daha sert bir yazı gelecekti. Milliyet gazetesi, Soysal’ın yazısını “Ermeni liderleri ASALA’yı kınamaktan kaçınıyor” başlığı ile duyuruyordu. Soysal, Ermenistan’da önce Tüm Ermeniler Katolikosu I. Vazgen ile görüşüyordu. 1915’i de, ASALA’yı da sorduğunda alabildiği tek yanıt “dostluk ve barış” mesajıydı. Soysal’a göre, ruhani liderin tutumu “çekingen”di, bunun üzerine Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti’nin dışişleriyle görevli başkan yardımcısı Manastıryan ile görüşüyordu. Sorusuna “Türkiye’deki Ermeni cemaati gibi, siz de Türk diplomatlarına karşı girişilmiş inayetleri kınayan beyanlarda bulunmuş, bildiriler yayınlamışsınızdır herhalde” başlıyordu. Aldığı cevapsa “Hayır böyle beyanlarda bulunmamıza, bildiriler yayınlamamıza gerek yok. Çünkü olaylar bizden kaynaklanmıyor. Elbette bu gençlerin yaptıkları desteklenemez ve övülemez. Ama niçin böyle davrandıklarını izah etmek mümkündür. Unutmayalım ki soykırımda bir buçuk milyon Ermeni ölmüştür ve şimdiki gençler hala o olayların etkisi altındadırlar.”Dönemin Ermenistan Dışişleri Bakanı ise Mümtaz Soysal’ın da, Mehmet Ali Birand’ın da yazılarının kendileri tarafından okunduğunu belirtiliyor ve şöyle devam ediyordu: “Artık sizlerin de Osmanlı haşmetinin çöküşüne yanmaktan ve tarihi çarptırmaktan kurtulmanız gerek. İstanbul Üniversitesi’nin (Katliamı Ermeniler başlattı) tarzındaki açıklamaları soruna ciddi bir yaklaşım sayılamaz.” Soysal bu ziyaretinde aldığı karşılıkları şöyle yorumlayacaktı: “Sovyet Ermenistanı’nda siyasal mevkileri işgal edenler, dıştaki Ermeni terörü konusunda açıkça kınayıcı söz söylemekten kaçınmaya özellikle dikkat ediyorlar.”
Eylemler sürüp giderken Mümtaz Soysal, Türkiye’nin kararlı tavrını net bir dille kaleme alacaktı. Soysal’a göre eylemler ne boyuta ulaşırsa ulaşsın Ankara, Almanya gibi soykırımı kabul etmeyecekti. Bunu da 7 Ağustos 1982’deki Esenboğa Havaalanı saldırısından 4 gün sonraki yazısında anlatacaktı: “Türkiye dıştaki diplomatları öldürülüyor diye, Doğu Anadolu’nun topraklarında yeni bir Ermeni devletinin kurulmasına mı razı olacaktır? Terör başkentin havaalanına sıçradığı için Ankara’daki sorumlular 1915 olaylarının bir “soykırımı” olduğunu uluslararası forumlarda kabul edip geride kalmış Ermeni topluluklarına tazminat ödemeye mi başlayacaktır? Cinayetlerin artmasını önlemek amacıyla bir Türk başbakanı vaktiyle Brandt’ın Varşova Gettosu’ndaki lağımların çıkış yerine dikilmiş Musevi anıtı önünde yaptığı gibi, Ermenilerin gösterdikleri bir yerde diz çöküp tarihten özür mü dileyecektir? Bunların hiçbiri olmayacağına, olamayacağına göre, yeni Ermeni kuşaklarını yeni Türk kuşaklarına düşman eden anlamsız bir hareket niçin sürmektedir?”
Soysal bu yazısında da bir kez daha Talat Paşa vurgusu yapacaktı. Fakat bu kez Paşa’nın vurulmasını “bir ölçüde” de olsa anlaşılabilir olduğunu dile getirecekti: “Birinci Dünya Savaşı’nı yaşamış bir kuşağın kendine göre bir hınç duygusuyla İttihat ve Terakki sorumlularını öldürme tutkusuna kapılmış olmasını ve Talat Paşa’yı vurmaya kadar varan bir cinayet salgınının vaktiyle Avrupa başkentlerinde Türk kanı akıtmasını bir ölçüde anlamak kolaydır ama yarım yüzyıl sonra birdenbire başlatılan bu yeni hunharlıktan anlam çıkarmak zorudur. (…) Şimdi herkes sussa bile Moskova ve Erivan konuşmalıdır.”
Mümtaz Soysal’ın istediği açıklamalar gelmezken, adını dünya kamuoyuna duyuracak olan gelişme 15 Temmuz 1983’te Ermeni militanların Fransa’da Orly Havaalanı’ndaki eylemleriydi. Yaklaşık 1,5 yıl sonra Paris’te başlayan Orly Davasında üç sanık vardı: Varujan Garbisyan, Soner Nayır ve Ohannes Semerciyan. Davanın uzman tanıkları arasında anılan isimse Soysal olacaktı. 19 Şubat 1985’te başlayan dava sürecinde Mümtaz Soysal Türkiye’nin önde gelen hukukçularından biri olarak sözü alıyordu. 1915 ile ilgili Ankara’nın resmi tezini tekrarlıyor, “savaş şartları içinde iki tarafa da zor durumlar yaşanmış, facialar olmuştur. Ama daha önce de belirttiğim gibi bu hiçbir şekilde bir soykırım sayılamaz.” diyor, 2,5 milyon Müslüman’ın da farklı nedenlerle hayatını kaybettiğini söyleyip soykırım sayılabilecek eylemin Ermeni militanlar tarafından düzenlenenler olduğunu savunuyordu: “Uçağa bomba koyulacak, içindekiler ölecek, niçin? Çünkü onlar Türktür. Kurşun atılacak, silah çekilecek, niçin, çünkü onlar Türktür. Asıl işte burada etnik, ırksal ve dini bir grubu hedef alan o niyeti ve kastı taşıyan bir jenosid hareketi vardır. Asıl soykırım budur.” Soysal’ın çıkışları tartışma yaratırken 3 Mart 1985 gazetelerinde dava sonucunda sanıklardan Varujan Garbisyan’ın müebbet, Soner Nayır 15 yıl, Ohannes Semerciyan 10 yıl hapis cezasına çarptırılması zafer gibi sunuluyordu.
Varujan Garbisyan’ın Orly’de zarar görüp duruşmasının başından beri “mağdurlar” bölümünde oturan Türklere hitabı Mümtaz Soysal 1915 için Ermeni Soykırımı dese de, demese de, Ermeni toplumunda bıraktığı izi gösteriyordu:
“Sizin çektiğiniz acılardan dolayı ben de büyük acı duyuyorum. Ancak siz gene şanslısınız. Biz bu acıları 70 yıldır çekiyoruz. Ve çektiklerimizi anlatacak merci bulamıyoruz. Ama siz, burada başınıza gelenleri anlatabildiğiniz bir mahkeme önündesiniz. Siz de bizim çektiğimiz acılar için benim yaptığım gibi, üzüntü duyduğunuzu söyleyebilir misiniz?” (SK/AS)