Son birkaç metre kalmıştı sınırı geçmelerine. Ama, “Balık’ın küçük, plastik şişesi fena halde bükülmüş, bükülüp kaldığı noktada da su damlatıyordu. Bir çatırdı sesiyle birlikte dibinde küçük bir delik açıl(dı)mıştı.” (s. 158)
“Su yok. Ölecek!” dedim, ağlamaya başlayarak.
“Ağzına al hemen! Sus, ağlamayı bırak!”
“Ama…” (s. 161)
Balık, Kaplan’ın ağzına girmeden önce çamurlu bir suda yaşıyordu. Balık da Kaplan da nefes
Balık Yazan: Laura S. Matthews Türkçe yayın editörü: Müren Beykan Türkçesi: Mine Kazmaoğlu, |
almaya çalıştıkları bir an’da karşılaşmışlar. “İşte böyle, yapış yapış çamurun sulu çamura dönüştüğü son noktada durmuş, su kıyısında boy vermiş kimi yeşillikleri dürtüklüyordum. / Birden bir dalgalanma, bir parlama oldu, kahverengi suyun içinden sıçrayan büyük bir balık yay çizerek uçtu ve serpintilerin arasında bir gökkuşağı oluşturup-Plaş!-yine suya daldı./Bir dakika öncesine kadar içim sıkılırken, şimdi dikilmiş, gözlerimi kırpıştırıp dikkat kesilmiştim.”(s.8)
Kaplan, çocuk kahramanımızın adı. Tam adı bu olmayabilir. Annesi, babası bi de Rehber sürekli bu şekilde seslendikleri için adı bende Kaplan kaldı.
Kaplan, sınıra doğru yolculuğa çıkmadan önce yardım gönüllüsü olarak çalışan anne ve babasıyla birlikte bir köyde yaşıyordu. Köyünü anlatırken Kaplan yaşıtı olan bazı çocuklara “kayıplar” der. “Kayıplar” oyunlara katılmaz, ya gözlerini boşluğa dikip bakarlar ya da oldukları yerde sallanıp dururlar ve günbegün de zayıflarlar. “Anneme onların derdini sorduğumda, ya başlarına korkunç bir şey geldiğini ya da çok korkunç bir olaya tanık olduklarını söylemişti. Bir kâbus gibi, demişti, bilirsin, bir kâbustan uyandığında hemen tekrar uykuya dalamaz insan. Onlar bu duyguya saplanıp kalmışlar.” (s. 12)
“Kayıplar” kendi içlerinde kaybolmadan önce anneleri, babaları ve hayatları kaybolmuştur. Roman, bizler “kayıp”ların yanlarından sessiz ve çaresizce geçerken başlar. “Kayıplar”a zamanın ve mekânın kaybolmuşluğu da eklenir. Romanda bilindik bir zaman ve mekân yok. Zaman, geçmişteki ve gelecekteki tüm savaşların ortak zamanı; mekân ise geçmişte ve gelecekteki tüm savaşların ortak mekânıdır. Çevre betimlemeleri savaş topoğrafyasını doğurmuş. “Balık” topoğrafyası olan bir kitap.
“Moloz yığınlarının, yıkık duvarların yanından geçtik; babam bunların eski çiftlikler, hatta küçük köyler olduğunu söyledi.” (s. 43)
“Yalnızca toz toprak, kurumuş çalılar ve ufukta hiç yaklaşmayora benzeyen dağlar.” (s. 43)
“Orada burada, pörsümüş derileri kuru kemik parçaları üstünde çadır bezi gibi gerili kalmış hayvan leşleri vardı yalnızca.” (s. 44)
“Orada burada, yerinden kopmuş kaya parçaları, kurumuş çalılıklar ve ölü ağaç kökleri yatıyordu.” (s. 66-67)
Zaman, savaşların ortak zamanı; mekân, savaşların ortak mekânı demiştim. Savaş sebebi de bu iki ortaklığa dâhil olur.
“Yıllar önce burada kargaşa hüküm sürüyordu; derken güçlü bir ülke yönetime el koydu ve bunu yaparken çok hasar verdi.” (s. 44)
Ve açlık… Açlığın, doğayla kurduğu ilişkinin kısır döngüye dönüşmesi. Isınmak ve kazan kaynatmak için çevrenin talan edilmesi; toprağın bu talana dayamayıp insanların üzerine gelmesi.
“Tozlu kahverengi bir ülke yerine, çamurlu kahverengi bir ülkeydik artık.” (s. 15)
Ve yine açlık… Açlığın hükümdarlığında birkaç parça yiyeceğin askerlere verilmesi.
“Nerede biraz su ya da yiyecek varsa, önce askerlere veriliyor hep. Onlar, bizim her gün burada gördüğümüz insanlar kadar hasta ve güçsüz değiller.” (s. 16)
Balık, Kaplan’ın tüm bu sorgulamalarının tanığı ve mülteciliğinin de ortağıdır. Ama Balık, yol boyunca bazen küçülür, bazen büyür; bazen renklidir, bazen de renksiz. Bu durum, çocuk okuyucunun kafasını karıştırırsa doğru yoldayız.
Sınırın, sınırında Balık susuz kalır. “Ağzını al hemen! Sus, ağlamayı bırak!” lafıyla Balık, nefesi Kaplan’ın ağzında alır.
Sınır umut mu olacaktır, yoksa düş kırıklığı mı ağızdaki Balık’a? Umut da düş kırıklığı da sınır polisinin iki dudağının arasındadır.
Kaplan’ın ağzındaki Balık sınır polisinin dediklerini duyamaz. Kaplan ise hayal meyal duymuştur. Bayılmak üzeredir çünkü. Bayılmaya direnmesinin tek nedeni Balık’ı yutma kaygısıdır.
“Ülkemin yasalarından daha yüce yasalar olduğu gibi ülkemi yönetenlerden daha yüce merciler var hesap vermem gereken.” (s. 163)
Sınır polisinin sözleri geçiş, aynı zamanda Kaplan gözlerini açtığında karşılaşacağı manzaranın harcıdır.
“Burada yüzlerce, hatta belki binlerce şişe duruyordu;… Her şişede küçük bir balık vardı.” (s. 167-168).
Evet, bildiniz! Mülteci Balık umuttur.
Savaşın ve mülteciliğin balık metaforuyla çocuk gözünden anlatıldığı bu kitapla çocuklarınızın buluşması umudumla.
Keyifli okumalar. (ED/HK)