Madımak’tan Ankara’ya ilk adımımı attığımda arabayla alınıp eve getirildim. Bana, benden geriye ne kaldığını bilemeyecek kadar şaşkındım. Ertesi gün derneğe (Pir Sultan) giderken hangi durakta ineceğimi şaşırmış, bunu duygusal yoğunluğuma verip aldırış etmemiştim. Ama evin yolunu bulamayınca kendimi bir doktorun karşısında buldum. “O koridorda uzun süre kalmandan dolayı hafızanda sorun oluşmuş.” Biraz hap, biraz sabır, biraz da zaman gerekiyormuş. Hapların sayısı belliydi de diğerleri belirsiz. Sabrıma sık sık gittiğim yerlerin açık adreslerini yazmak, taksi duraklarına uğrayıp yol sormak gibi yöntemler ekledim. Yöntemlerime görsel de ekledim zamanla. Sadece Amed’te Sülüklü Han’ı bulurken koku ve ses eklemiştim yöntemlerime, ama öyle kendiliğindendi ki…
Dolmuştan in. Kalabalığa doğru yürü. Birinci görselini ara: Bulgurlu pestil. İlerle. İkinci görselini bul: Altıncılar. İlerle. Kodladığın kokuyu bul: Balık kokusu. Balık kokusunun kaynağına ulaşınca dur ve dinle. Ses kodlamanı bul: Demircilerin sesi. Demircilerin çıkardığı sese doğru ilerle ve handan içeriye gir.
Ses vardı Sur’da yolumu bulurken farklı kodlama yapmama sebep olan. Bir Sur’un taşlarının, bir de Dersim’in topraklarının tarihini bağrında taşıdığını ve dile gelmeye çalıştığını hissettim. Taşın ve toprağın vereceği dili duymak için kulak değil yürek gerekiyordu. Yüreğimle dinlemeye çalışsam da taşın ve toprağın bağrında doğanlar kadar duyabilir miydim? Benimkisi bir adımdı; orada doğup büyüyenlerinki ise köprüydü atılan adımların ulaşacağı yere. Amedli Şeyhmus Közgün tarafından yazılan “Barbut” işte böyle bir roman. Bir köprü yani Sur’daki taşların anlattıklarını duymak için.
Romanı okurken bazı yerlerin altını çizmeye, bazı sözcükleri ise kutucuklar içine almaya başladım. Takılıp kaldım çizgilere ve kutucuklara. Aynen aktardım romanın yazarına. Romanın bendeki izdüşümleri bunlar, sendeki izdüşümleri neler, diye sordum. Yazar da üşenmedi izdüşümlerimin izdüşümlerini yazdı.
Alışageldik bir roman tanıtımı olmadı biliyorum. Biraz da uzun oldu, onu da biliyorum. Alışagelinmiş akademik yöntemlerin tartışılmaya başlandığı şu günlerde içimden geldiği gibilik ve karşı taraftan da kabullenişlik iyi geldi bana. Sabrınıza güvenerek ve sığınarak sizleri “Barbut”la başbaşa bırakıyorum.
1. Kayıp bir ömrün kütüğüne ulaşmanın kusuru çoktur. (s. 7)
Düne kadar nasıl yaşadığının farkında olan Mahir Koru bir mektup alır. Kaderi birden değişen karakter, bunun bir oyun mu ya da tuzak mı olduğunu bilemez. Kütüğünü öğrenmek için sırlarla dolu bir yolculuğa başlar. Ailesi Kürt değil, Ermeni’dir. Adı Mahir Koru değil, Tobi’dir. Kendi sırrına vakıf olunca, belanın bin türlüsü varsa en büyüğü kütükten kök salandı, diyor. Okuyucuya ise şu ana öğrendiklerinizi doğru bilin, hayatınıza kaldığınız yerden devam edin diye de tembihte bulunuyor.
2. Uçkur düşkünü zibidiler zavallı kadını gavur, diye helal bellemişler. (s. 9)
Mahir Koru mektuba kaldığı yerden devam eder. Öz annesi Maria güzel bir kadındır. Eşini kaybedince kadın başına yapmadığı iş yok gibidir. Çocuklarını büyütmek için çok çaba sarf eden kadının başına her ne geliyorsa erkeklerden geliyor. Uçkur düşkünü zibidiler zavallı kadını gavur diye helal belliyorlar. Hiç kimseyle yatmayan kadın fişlenir. Adı orospuya çıkar. Vuran vurana satan satanaymış. Bunlara dayanamayan kadın deliriyor sonra.
3. Tam karşımda beliren tarihin kadim taşlarında soluklanmak kâfi geliyordu birçok şeye. (s. 10)
Kendini bulacağı sığınaklar arayan Mahir Koru, her ne kadar kötü bir ruh hali içinde olsa da karşısında beliren kadim taşlara dokunur. Onlara bakıp rahatça soluklanıyor, dertlerinden bir nebze de olsa uzaklaşmış oluyordu. Teselli kaynağı huzurdu. Bu huzuru bulmasını sağlayan da kadim taşlardı.
4. İyi ki deliydiler. Yoksa kimin yüreği yaşadıklarını kaldırabilirdi. (s. 13)
Gücünüz yettiğince insanlığınızı anlatabilir, buna herkesi de inandırabilirsiniz. Sınıra tekabül eden dirayetiniz boşluğa denk geliyor ve bu sürekli bir hale dönüşüyorsa delirmek yaşamaktan iyidir. Müdahale şansını yitiren insanlar zaten başta kaybediyor. Delirmek demek unutmak ve öylesine yaşamaktı.
5. Kütükten adı düşen annem ile kız kardeşimin sızını yüklendim. (s. 14)
Eziyeti büyük ağrının kütüğü bile hile hurdayla örülüdür. Sızısı derin sancıya dokundukça kanarsızınız. Mahir Koru gün geçtikçe kendini ve yaşadığı hayatı unutarak bir nevi kayboluyordu.
6. Zorla göç ettirilen Ermeniler'in kültürleri yaşamlarıyla birlikte yok olsun istenmişti. (s. 14)
Zorunlu göç haliyle yaşamları alt üst olur Ermenilerin. Onlardan geriye görüntüdeki mülk sahipleri kalıyor. Sahiplik alınıp satılan mülkler içindi. Biri gider diğeri gelirdi. Oysa izi sürülen tarih hep orada kalacaktı. Ulu orta haykırsa Mahir Koru kim ona kulak verecekti? Yalnız bir kul gibi tanık olduklarına boyun eğiyordu. Mülk sahibi olsa ne yazardı. Var olan haksız düzen yeterince incitiyordu.
7. Dört Ayaklı minareye gelince durdum ya da durduruldum. Ses kesildi birden. Dört Ayaklı minarenin etrafında yayılan bir ışık gördüm. Gövdesinde bir geçidi saklar gibi parlıyordu. Beni o tarafa iten bir gücün esaretine boyun eğdim. Göz kapaklarım kendiliğinden kapandı. Işığın içine girince ellerim bir şeyler arar gibi sağı solu yokladı. Dokununca nerde olduğumu anladım. Dört Ayaklı minarenin dibindeydim. Geçidin sırrına orda vakıf oldum. (s. 23)
Düne dönersek Mahir Koru’nun başından geçen ilginç olayların olduğunu fark ederiz. Gecesi gündüzü birbirine karışan karakter sürekli arayıştadır. Uykusuz kalışının belli bir nedeni vardır. O gün nihayet gelir. Dört Ayaklı Minarenin etrafında sırayla dolanan varlığın dileğindeki huzur, sıhhat tamamlanmış gibi bedeni bir kuş kadar hafifliyor. Bambaşka bir yuvarlağın içine giren Mahir Koru kentin tılsımına boyun eğer. Yaz, denilir sadece yaz… O yazdıkça Amid’in masalsı dünyasına hayran kalır. Artık başka seçenek yoktur. Yazıyorsan bir görevin vardır. Amid’i kötülükten koru Mahir Koru koru!..
8. Jimo.../ 9. İfrit...
Amid’in tarihi kadar eskidir Jimo’nun varlığı. Kentin büyülü geçitlerinde bir ifrittir. İfritlerin en iyisi olabileceği gibi en kötüsü de mevcuttur. Bir ıstakoz gibi kabuk değiştiren Jimo arınma nöbetlerinde artık bir elçi olduğunu teyit eder. Kentin Aslan Kral’ı mertebesine bile ulaşan Jimo kötülükle uğraşmayı erdem bilir. Amid ile bir bütünlük oluşturan masal kahramanı kenti talan etmek isteyenlere karşı hep hazırda bekler. Amid için gerektiğinde kentlileri bile kendine bağlı vaziyete getirebilir. Hayat bir oyundan ibaretti. Aslolan Amid’di. Geridekiler bu kenti güzelleştirmek için çaba sarf etmeliydiler. Kendi dünyasına dalıp kenti unutanlar için gecenin karanlığında bir sese dönüşen bir güç kadar yakındı onlara Jimo. Nereden gelip nereye gittiğini bilmeyenler için muamma bir kişilikti. Türlü rollere soyunması ifrit oluşundan değil sadece Amid’i korumak içindi. Nelerden vazgeçtiği pek önemli değildi. Amid nasıl yaşıyorsa o da öyle ölecekti. Yaşayan bir ölünün sırrı da buydu.
10. İfritlerin kanına girdiği insanlar... (s. 43) / 11. Surlar yoksa kent savunmasız kalıp ifritlerin himayesine girecekti. Kötülüğün ebedi zaferine karşılık Amid'in tarihsel ölümü...(s. 44)
Kötülükle iç içe yaşayan ifritler Amid ve Amidliler için büyük bir tehdit ve tehlike oluşturuyordu. Amid’i ele geçirmek demek bu kenti kötülüğün başkenti yapmakla eş değerdi. Kentlilerin kanına girmek, onları erdemli hayatlarından uzaklaştırıp Amid’e kötülük yapmalarını sağlamak onlar için bir görevdi. Onlara karşı amansız bir mücadele yürüten Jimo’dur. İfritleri belli dönemlerde cezalandıran Jimo’yu büyük bir tuzak bekler. Hiç hesapta olmayan konu, insanoğlunun onlar kadar kötü olabileceğidir.
12. Surların suskunluğu kaderinden kaynaklıydı. İnsanların neler çektiğini en iyi topraklar anlatırdı. (s. 46)/ 13. Yürüyenlerin taşlara dokunması sessizliği dinlemek içindi. (s. 57)
Amid’in suskun kalışı kederindeydi. Bir kentin büyüsünü geleceğe taşıyan kentlilerdi. İfritlerin yoldan çıkardığı kentliler Amid’i incitirdi. Taşların muzaffer dokusuna zarar gelse hem Amid hem Jimo üzülürdü. Taşlara dokunan her kentli Amid’i mutlu ederdi. Tarihi bilinen yapılar insanlara güç katar toprak kadar mazisi derin olurdu kentlilerin…
14. Savaşçı kadınların gücü, kudreti tez zamanda cihanda yankılanmış. Kent kadınlarla anılınca kentin kaderi değişmeye başlamış. Adalet, huzur, güven duyguları kadınların saltanatlığında diğer kavimler, kabileler, devlet ve imparatorluklarda gıpta ile karşılanmış. Anlatılan o ki kadın kenti oluşundan sonra hiçbir devlet kenti ele geçirememişti. (s. 65)/ 15. Amid'in kadın kenti bilinişi onlar için büyük bir şüpheye yol açıyordu. Kadın şeytan kadar fettandı. Kent tılsımlı ise o da Azrail koruması altındaydı. Şeytan ile Azrail Amid'in idamesini tahkim ediyorsa bunda bir iş vardı. Varsayılan dirlik, düzenin kendilerini alçalttığını düşünen hükümdarlar türlü oyunlara başvurdular. (s. 74)
Amid’in kentli tarihinde kadınlar ön plandadır. Kadın kenti olarak nam salan Amid’i türlü belalar bekler. Adalet duygusu gelişkin kentte her insana sunulan geniş imkânlar vardır. İnsanlar haklı ve doğru olmalarını birbirilerine duydukları saygıya, sevgiye ve merhamete borçluydular. Kadın kentindeki dirlik düzenin kendilerini aşağıladığını düşünen hükümdarlar, bu kenti talan etmek için her yolu mubah saydılar.
16. İnsanların karşılaştığı her olay kendileriyle birlikte kenti de yok ediyordu. (s. 83)
Bir kenti büyüten kentlilerdi. İyilikler kenti geleceğe hazırlar, kentlilerin güçlenmesini sağlar. Kötülükler ise karanlıkta kalmaktı. Her an biri tarafından öldürülebilirdiniz.
17. Bu kentin bir elçisi bile olsa onu kurtaracak olan Amidlilerdi. Belki de tılsımlı kapıyı bu beraberlik teyit edecekti. Kurtuluş gününden beri kentin birliği hep hedef alınmış, kenti çepeçevre saran kara bulutlar kentlileri iyi, kötü diye ayırmıştı. (s. 117)
Her kentin kaderinde belirleyici güç iyiler ve kötülerdi. Masal kentindeki tılsımın gücü birlikten kaynaklıydı. Kurtuluş gününün anlamı buradan geliyordu.
18. Amid için canlarını feda edenlerin mükâfatında kurtuluş gününü görmek var... Birilerinin akıl başına geldiğinde Amid tam da içimizdeki kent olarak bize hayat verecek ve bazıları bundan çok utanıp kaçacak delik arayacak. (s. 120)
Amid’i ele geçirmek zordu. Kurulan her yapının ayrı bir önemi vardı. Kurtuluş günü tekrardan gelecekti. Mahşer yeriymiş gibi kötülükler vicdan azabı duyacak, kenti kara bulutlar terk edecekti.
19. Surların dışındaki yaşamı sevmiyordum. Bana ait hiçbir şey göremiyor, konuşamıyor, düşünemiyordum. Kurulu bir düzenleri vardı. Oysa ben o düzeni yıkmaya çalışan sur içindeki serkeş biriydim. (s. 123)
Amid’in muntazam görüntüsü sur içindekilerdi. Sur içindeki yaşam Jimo’dan ve kentin tılsımından güç alıyordu. Dicle’nin asi gövdesi dalgalanarak sur içindekileri umutlandırıyor, haksızlığa baş kaldırmalarını sağlıyordu. Surun dışında ise tarihten yoksun kalabalık bir koşturmaca vardı. Huzur sur içindeydi. Surun dışında boğulan bir hayat ve iklim vardı.
20. Sur içindeki halka uygun görülen surların dışındaki yerlerdi. Sözüm ona tarihi evler, kiliseler, camiler, müzeler ve medreseler kalacak diğerleri yıkılıp yeni yapılar inşa edilecekti. (s. 124)
Sur içine rantçılar dadanınca ilkin düşündükleri kentlileri oradan çıkarmaktı. Güya tarihi yapılar yerinde kalacak, diğerleri yıkılacaktı. İnsan olan insana bunu yapar mıydı? Zenginlerin dünyasında, yoksullar ya da zayıflar yerlerinden yurtlarından neden kovulurdu?
21. Siyahli...
Siyahli, halkı temsil ediyor. Jimo ile Mahir Koru’yu yakınlaştıran barbutun ne anlama geldiğini pek bilmez. Ona ithaf edilen metafor, nasıl yaratıldıysan öyle de öleceksin, bunu söyleyen de barbuttu. Halk yeri gelince bedel ödeyerek kazanmasını bilirdi. Güçlülerin dünyasında Siyahli bir isyancıydı. Varoşları çevresinde toplayan Siyahli toplumda dışlanan qırıxları Kurtuluş gününe ikna eder. Jimo’nun anlattığı, Mahir Koru’nun yazdığı Amid’in tarihi bilgilerini toplayıp çoğaltır, sonra bunu halka dağıtır. Birçoğunun bilgilendirildiği olay büyük bir serüvene dönüşür. Tabii iktidar ve ona hizmet eden diğer birimler rant peşinden koşanlarla işbirliğine girerek halka karşı savaş başlatırlar. Dosyalar toplanır. Dağıtıcılar yakalanır, sur içinden çıkmayanlar tartaklanır, insanlara başka seçenek sunmazlar, tek yol kalır o da sur içini korumak için surlara çıkmaktır.
22. Vuranlar, kıranlar, dövenler, yakanlar, sürenler, kesenler, yağmalayanlar, öldürenler, aşağılayanlar zalimlerdi. Yoksa mazlumlar neden eline taş alsın ki diyen yazarın burada susması gerektiğini kalemin bozulan dengesi arz ediyordu. Yazmak yerine bir taş da yazar atmalıydı. (s. 151)
Yazar arada konuşur. Zalimlerin böyle sertleşip her şeyi talan etmesine sessiz kalamaz. Yazan kişi gerektiğinde mazlumun ahı için eline taş almalıydı. Kalem taş kadar değerliyse yazar da bu oyunun bir figürü olurdu.
23. Karanlık yüzlü olan avucundakini yere atınca görülen şey barbut oldu. (s. 152)
Barbut, atılan zarlarda ya kazanmak ya da kaybetmekti. Siyahli halktan biriydi, yok oldu belki yine de onu yaşatan halktı. Bu oyunu bilmiyorlardı. Jimo ve Mahir Koru ise oyunbozan görünümündeydi. Onlara bir de yazarı ekleyince ayakta kalan barbuttu.
Amid ile Jino
Bugün ile başlayan roman farklı zamanları anlatır. Dün,dünün öncesi; bugünün sonrası. Her zaman diliminde ilginç konular olsa da ana hat Amid ile onun koruyucusu Jimo etrafında gelişir. Masal kenti diye sunulan Amid’in sosyal yaşamında kentliler mutludur. Kadın, erkek ayrımı olmadan herkesin insanca yaşayabileceği bir düzen vardır. El emeği gözardı edilmez. Bilgili insanlar baş tacıdır ve her sohbette onlara yer açılır. Tarihi evler, ibadethaneler, hamamlar, kütüphaneler kentli insanlar içindir. Sağlıklı yaşayan kentlilerin gelecek kaygısı da yoktur. Kenti yönetenler her daim haklının yanındadır. Amid’in büyüsü kentin surlarından ve kente anlam katan tarihi taşlarından geliyordur. Dicle’nin engin görüntüsü yorgunluğu alıyor, insanların daha dinç düşünmesini sağlıyordur. Herkes işinde gücündedir. Niçin yaşadığının farkındadır. Her şey böyle güzel ve birbirine güç katarak gelişirken bu düzeni realitede kimse bozamaz. Oysa masal kentindeyseniz ve karşınızda masal kahramanları var ise karşınızda ifritler de belirebilirdi. İyileri olduğu gibi kötü olanlar da vardı. Jimo’nun ortaya çıkışı da bu ana denk geliyor. Kentin delisi olarak bilinen Jimo aslında bir ifrittir. O iyi bir ifrit ise kötü ifritler neredeydi?
Amid’in masal kentindeki büyük sırlar Jimo ile ayyuka çıkar. Jimo’nun da kent kadar mazisi ilginç olaylara denk geliyor. Kentlileri türlü oyunlarla kandıran ifritlere karşı Jimo heybesinden çıkardığı kum saatiyle cenge tutuşur. Amid’in Aslan Kral’ına dönüşen Jimo, onlara unutamayacakları bir ders verir. Demir asaya bürünen kötülük bir daha Amid’in yakınından geçmeyecekti.
İfritleri yok ettiğini sanan Jimo hesaba katmadığı bir şey vardır. O da insanlardır. Demir asa çalınır ve kentin büyüsü parçalara ayrılan ifritlerle hezeyana yol açar. İnsanlar artık ifritler kadar kötüdür. Kötülük kokuyla taşlara bile siner. İnsanlar kötüyse onlarla uğraşacak bir insana ihtiyaç duyar Jimo. Mahir Koru… Normal biri gibi yaşayan Mahir Koru’nun hayatına müdahale eder Jimo. Bir ses ile onu büyülü dünyasına çeker. Ne olduğunu anlamayan Mahir Koru’ya sadece yaz, diyor yaz…
Ruh hali ve karakteri çok farklıdır Mahir Koru’nun. Amid’i kurtarmak için güya çaba sarf etmesi gerekirken kendi dünyasına çekilir. Kentin ne halde olduğunu unutur. Öyle ki yeri gelir Jimo’ya bile cephe alır.
Bugün zaman dilimine denk gelen bir mektup Mahir Koru’yu tarumar eder. Kütük arayışı başına türlü belalar açar ve mecburen susar. Jimo’nun böyle biriyle kaybedeceği vakit yoktur. Birden Siyahli diye bir karakter ortaya çıkar. Mahir Koru mu değil mi şüphe uyandırsa da Siyahli’nin aldığı göreve yoğunlaşır okuyucu. Kurtuluş günü için büyük bir serüven başlar.
Kenti kötülüğe sevk eden baskı ve zorbalıklardı. Hak, hukuk insanlara hizmet etsin diye gündemde yerini bulurdu. Eğer dertlere derman olmuyorsa mazlumu kim koruyacaktı? Siyahli…Qırıxları yanına alan Siyahli kentiler için artık saygın biridir. Halka yakındır ve onları dinleyen bir hekimi lokman gibidir. Kentsel dönüşüm projeleriyle sur içindekileri evlerinden, işyerlerinden çıkarmak isteyen rantçılar devrededir. Onlara destek sunan iktidar ve diğer birimler halka kulağını kapatır. Bir gün kente her şey farklılaşır. Amidli sur içindekiler el ele verip surlara çıkarlar. Surları baştan sona yıkayıp temizlerler. Aylarca onlara yetecek kadar yiyecek vardır. Önce kendilerini duyacak birilerini ararlar. Maalesef pek kimse dinlemez onları. Aksine tehditler ve baskılar artmaya başlar. Surların üzerindeki insanların kurduğu halka zinciri iktidar için bir isyandır. Bu isyanın bastırılması gerekiyordur. Siyahli ve surdaki insanlar kentsel dönüşüm projelerini yok sayar. Karşılıklı uzun süreli bir mücadele dönemidir artık.
Tüm olanları izleyen Jimo, Mahir Koru bir de yazar vardır. En acımasız olayları anlatan yazar kendini birçok kez kaybeder. Bazen ifrit olur, bazen taş atan bir isyancı, bazen de bir oyuncu gibi rol yapar. Halkçı düşünen Siyahli onlardan ve barbuttan habersizdir. Birileri barbut atıp oynarken Siyahli can çekişiyordur. Hayat oyun üzerine kurulu bir serüven gibidir. Kentlilerin derin soluklu ikliminde masallar gerçekleri aydınlatmak için vardı. Bir de dört mevsime konu olan rivayetler halen gizemini koruyordu. (ED/YY)
* Barbut, Şeyhmus Közgün, Lis Yayınevi, 2014