Yanlara doğru dimdik açılan iki örgü halinde örülmüş havuç kırmızısı saçlar, küçük patates biçiminde ve üzeri çillerle dolu bir burun, bembeyaz dişlerin göründüğü oldukça geniş bir ağız. Orası burası yamalı maviye çalan bir elbise. Biri yeşil, diğeri kavuniçi uzun çoraplar. Ayaklarının tastaman iki katı büyüklüğünde bir çift ayakkabı. Pippi Uzunçorap bu. Omzunda maymunu, atının üzerinde çevresindeki şaşkın bakışlara aldırış etmeden Issız Köşk’e doğru ilerliyor. Orada tek başına yaşayacak. Henüz dokuz yaşında olmasına rağmen bu bir sorun değil onun için.
Pippi’nin ne annesi ne de babası vardı; aslında bakarsanız bu pek de kötü bir durum sayılmazdı. Çünkü bu durumda, en çok eğlendiği bir sırada onu yatağa gönderen, ya da canı karamela isterken balıkyağı içmeye zorlayan hiç kimsesi yoktu.
Pippi, annesinin gökyüzünde oturduğuna ve küçücük bir delikten kendisini izlediğine inanıyordu. Bunun için zaman zaman elini sallayarak, “Benim için sakın kaygılanma anneciğim! Ben her zaman başımın çaresine bakarım!” diye sesleniyordu gökyüzündeki annesine.
Babası gemilerde kaptandı ve koca koca denizleri dolaşırdı. Bir gün adamcağız korkunç bir fırtınada gemiden denize uçup kayboluncaya kadar Pippi babasıyla birlikte dolaşmıştı. Ama Pippi, babasının ne yapıp yapıp bir gün geri döneceğini biliyordu. O, asla boğulmuş olamazdı. Pippi, onun, Zencilerle dolu bir adada karaya çıktığına, sonra da Zencilerin kralı olup, bütün gün başında altın tacıyla ortalıkta dolaştığına kesinlikle inanıyordu.
“Annem göklerde bir melek, babam da Zenciler kralıdır. Bu kadar seçkin ana, babaya sahip çocuk az bulunur,” derdi Pippi, büyük bir hoşnutlukla. (Birinci Kitap s. 8-9)
Dokuz yaşında bir kız çocuğu nasıl tek başına yaşayabilir, diye kaygılandığınızın farkındayım. Kaygınız boşuna, çünkü acayip güçlü bir kız Pippi; hem ruhen hem de bedenen. Örneğin bir keresinde at arabasını çekmekte zorlanan yaşlı bir atı tek eliyle tutup havaya kaldırdı, diğer eliyle de at arabasını tutuyordu. Her ikisini de gideceği yere götürüp bıraktı. Sadece bu da değil, bir keresinde de arkadaşını ısırmaya çalışan kocaman bir köpek balığını tuttuğu gibi Hint Okyanusu’ndan Atlas Okyanusu’na fırlattı. Bu örneklerden pek çok.
Yıllar önce Pippi Uzunçorap serisini okumaya kalkışmış, serinin ilk kitabını bitirmeden yarıda bırakmıştım. Sebep ise groteskten habersiz oluşumdu. Kitaptaki grotesk özellikleri abartı sanmıştım. Sonra, Mihail Bahtin, “Rabelais ve Dünyası” adlı eserini Sanat Felsefesi dersi esnasında inceleme ve tartışma fırsatı buldum. Pippi serisini tekrar okumaya başlayınca da abartıların grotesk olduğunu anladım. Tabii Rabelais’in dünyasındaki groteskin kullanış amacıyla Astrid Lindgren dünyasında groteskin kullanış amaçları farklı.
Rabelais’nin dünyasında groteskin kullanış amacı, herkes tarafından kabul edilene karşı şüphe duyurmak ve genel kabulleri anlamsızlaştırmak, diğer bir ifadeyle siyasi ve dini iktidarı itibarsızlaştırmaktır. Rabelais itibarsızlaştırma öğesi olarak bedensel imgeleri kullanır. Dışkılama, çiftleşme, ana rahmine düşme, gebelik ve doğum gibi bedensel imgeler abartılı bir fizyolojiyle ortaya çıkar. Gangantua’nın annesinin kulağından doğması ve ilk çığlığında içki istemesinde olduğu gibi bu fizyoloji, alt ve üst bedensel bölgelerin ters yüz edilmesiyle vuku bulur. Rabelais’in groteskinde bedensel alt bölge mezar ve doğumu simgeler. Mezar, iktidara sanki ölmeyecekmiş gibi sarılan dini ve siyasi liderlerin ölümü; doğum ise yeni bir yaşamdır.
Grotesk gerçekliğin temel ilkesi itibarsızlaştırmak, yani yüksek, ruhani, ideal, soyut olan her şeyi yukarıdan aşağıya indirmektir; yukarıdakileri maddi düzey, çözülmez bütünlükleri içinde dünya ve bedenin alanlarına aktarmaktır (s. 47).
Pippi serisinin yazarı Astrid Lindgren’in groteski kullanış amacı ise alışagelmiş siyasi, ekonomik ve ataerkil değerleri alt üst etmektir. Bunun için de Pippi’nin fiziksel ve düşsel gücünü kullanır.
Sokağa çıktılar. Tomi, merakla, “Bu kol ne işine yarayacak?” dedi.
“Bu mu? Ne işime mi yarayacak? Sen hiç takma diş, takma saç görmedin mi? Takma burun bile var. Ne yani, benim de takma bir kolum olamaz mı? Üstelik insanın üç tane kolu olması çok iyidir. Sayısız yararları vardır bunun. Babamla birlikte açık denizlerde dolaşırken, bir keresinde, bütün insanların üç kolu olduğu bir kente ulaşmıştık. Ne akıllıca bir iş, değil mi? Diyelim ki, oturmuş yemek yiyorlar; bir ellerinde çatal, bir ellerinde de bıçak var. Ama tam o sırada burunlarını da karıştırmak istiyorlar, ne bileyim kulaklarını kaşımak istiyorlar. İşte o zaman üçüncü kollarını kullanıyorlardı. Böylece de zaman kazanmış oluyorlardı. Bilmem anlatabildim mi?”
Pippi, biraz düşünceli görünüyordu.
“Üf, yine yalan atmaya başladım,” dedi. “Çok garip. İçimde birdenbire öyle çok yalan birikiyor ki, söylemeden edemiyorum. Doğrusu o kentteki insanlar üç kollu falan değildi. Yalnızca iki kolları vardı.” Bir süre sustu, düşündü. “Üstelik bir çocuğun da tek kolu vardı,” dedi. “Evet, gerçeği söylemek gerekirse, hiç kolu olmayanlar da vardı. Yemek yiyecekleri zaman, masanın üzerine kapanıp, yemeği tabaktan, ağızlarıyla almak zorunda kalıyorlardı. Kulakları kaşındaysa, annelerine başvurmaları gerekiyordu. İşte aslında durum böyleydi.” Pippi, keyifsizce başını salladı. “İşin doğrusu, hiçbir yerde, o kentteki kadar az kol görmedim. Ama işte ben böyleyim. Önemli olmak, göze batmak için, örneğin üç kollu insanlar gördüğümü bile uydurmam gerekiyor.” (İkinci Kitap s. 22-23)
Serideki grotesk, yukarıdaki örnekte olduğu gibi kullanılan dilden kaynaklanmaktadır. Serideki groteski, feminizm olarak nitelendirmeme sebep ise Pippi’nin tercihleri ve fiziksel görünüşüyle barışık olması. Örneğin kıyafeti. Pippi, kendi kıyafetini kendisi dikiyor. Alışagelmiş bir kıyafet değil. Canı çektiği gibi giyiniyor. Eleştirildiğinde de kendisini savunduğu dil feminist bir dil.
Aranırken karşılarına bir eczane çıktı karşılarına. Eczanenin vitrininde bir kutu çil kremi duruyordu. Kutunun yanında da şöyle bir yazı vardı: Çillerinizden mi yakınıyorsunuz?
…
Pippi, eczaneye girdi. Ardından da Tomi ile Anika girdiler. Tezgâhın ötesinde yaşlı bir hanım duruyordu. Pippi, doğruca yaşlı hanıma gitti.
“Hayır,” dedi.
“Ne istediniz?” dedi yaşlı hanım.
“Hayır,” dedi Pippi yine.
“Ne demek istediğinizi anlamadım,” dedi yaşlı hanım.
“Hayır, çillerimden yakınmıyorum,” dedi Pippi.
“İyi ama yavrum, baksana yüzün çil içinde.”
“Elbette çil içinde. Ama bundan yakınmıyorum. Üstelik çillerimi çok seviyorum. İyi günler efendim.”
Ve o hızla dönüp kapıya doğru yürüdü. Tam kapının ağzındayken durdu, yüksek sesle:
“Ama çilleri daha da çoğaltan bir krem bulursanız, bana sekiz on kutu gönderebilirsiniz,” dedi. (İkinci Kitap s. 18-19)
Feminist öğeler o kadar çok ki… Bu feminist öğelerden bir tanesi de günlük yaşamda kendisinden beklenen geleneksel cinsiyetçi rollere karşı durması.
“Doğrusu temizlikten çok hoşlandığım söylenmez. Temizlik yapmak elbette iyidir, ama her gün değil. O zaman biraz sıkar işte.” (Birinci Kitap s. 67)
En önemli feminist öğelerden biriyse Pippi’nin erkeklere ayrılan alanlarda yer almasıdır. Bu alanlarda olmasının sebebi, o alanları yıkmaktan çok doğası gereği meraklı bir çocuk oluşudur.
“İşte şimdi bir haydut çetesi kurabiliriz,” dedi Pippi ve dürbünü gözlerine dayadı. “Bu dürbünle neredeyse Güney Amerika’daki bitleri bile görebiliyorum. Çete kuracak olursak bu dürbünden de yararlanabiliriz.” (Birinci Kitap s. 134)
Kaptan Uzunçorap, sık sık,
“Benim kızım kadar iyi bir denizci yedi denizde bulunmaz,” derdi.
En kötü dalgaların, en tehlikeli kayalıkların arasından, sağlam ellerle gemiyi yöneten küçük kız, gerçekten bu sözleri hak ediyordu. (Üçüncü Kitap s. 61)
Birden Anika’nın aklına bir şey geldi:
“Ama Pippi!” diye korkuyla bağırdı. “Hani sen büyüyünce korsan olacaktın?”
“N’olacak, yine olurum,” dedi Pippi. “Acımasız minik bir korsan olur, yine de çevreye korku, yılgı salarım.” (Üçüncü Kitap s. 109-110)
Serideki önemli bir başka feminist öğe ise Pippi’nin bedeninin geleneksel değerlere değil kendisine ait oluşudur.
Pırıl pırıl güneşli, bulutsuz bir gündü. Pippi, gözetleme direğinin tepesindeydi. Üstünde, giysi olarak, beline sardığı bir bez parçası vardı yalnızca. (Üçüncü Kitap s. 60)
Serideki her bir olay aslında geleneksel değerlere bir eleştiri. Hepsini buraya taşımam ve örneklendirmem mümkün değil. Lakin sona doğru ilerlemeden önce Rabelais groteskinin önemli öğelerinden biri olan karnavalesk gülmenin de seride yer aldığı belirteyim.
Rabelais’nin groteskinde yer alan karnavalesk gülme, evrenseldir, özgürdür ve halkın gayri resmi hakikatiyle bağlantılıdır. Aynı zamanda ortaçağ despotluğuna karşı mücadele aracıdır.
Ortaçağ gülmesi, dünyanın gizeminden ve iktidardan kaynaklanan korkuyu mağlup ettiğinde, hem dünyanın gizemini hem de iktidara ilişkin hakikatin peçesini düşürdü. Övgüye, dalkavukluğa, riyakârlığa karşı çıktı. Sövgülerde ve kaba sözcüklerde ifade edilen bu gülen hakikat, iktidarı itibarsızlaştırdı […](s. 119).
Pippi serisindeki karnavaleks gülme, çocukların ortak eğlencelerinde var olur. Oyunlarda attılan kahkahalar karnavalekstir; başkaldırıdır ayrımcı sosyal statülere, cinsiyetlere ve ırklara.
Pippi serisi, Pippi’nin ve yakın arkadaşı olan komşu çocukları Tomi ve Anika’nın maceraları gibi gözüküyor. Çocuğunuz bu seriyi okurken eğlenecek, çünkü seride yaşanan maceralar çocuk gerçekliğiyle uyuşmakta. Lakin seriyi birlikte okuyup maceraların altını kazıdığınızda kapitalist, cinsiyetçi ve siyasi öğeleri fark edip çocuğunuzu ruhen beslemekle birlikte entelektüel olarak da besleyebilirsiniz.
Çocuklarımızın bu seriyle buluşması umudumla.
Keyifli okumalar. (ED/HK)