*Marcus Aurelius heykeli.
Roma İmparatoru, "bilge kral" Marcus Aurelius, Kendime Düşünceler adlı eserini yazdığında insanlık M.S. ikinci yüzyılı yaşıyordu.
Döneminin dünya üzerinde yaşayan en ünlü insanıyken, "ünler, namlar, sahip olunan her şey gelip geçicidir, bu sebeple insanın erdemli yaşaması hayatını anlamlı kılan en önemli ölçüttür" demişti. Bugün Aurelius'u ünlü bir Roma İmparatoru olarak değil, erdemli yaşama dair değerlendirmeleri ile hatırlıyoruz.
Piazza Del Campidoglio'da, yani çoğu kişinin Capitol Tepesi olarak bildiği Roma'nın yedi büyük tepesinin en yükseğinde Marcus Aurelius'un at üzerinde bronz heykelinin bir kopyası bulunur.
M.S. 163-173 yılları arasında yapılmış olan heykelin aslı, atın baktığı yönde yer alan dev müze binasının içindedir.
Aurelius'un Germen kabileleri karşısında kazandığı zaferden sonra dikilen, doğal boyutlardan büyük, altın yaldızlı, bronz heykel, antik çağdan günümüze bütün halinde ulaşmış ender eserlerden biridir.
Büyük boyutlu bu çalışma bir kaidenin de üzerine yerleştirildiğinden, eseri inceleyen kişi imparatora başını yukarı kaldırıp bakmak zorundadır. Sıradan ölümsüzleri tanrısallaştıran bu heykeller Hristiyanlık döneminde pagan, dolayısıyla dinsiz olarak nitelendirilmiş, Roma Hristiyanlığı kabul ettikten sonra birçoğu eritilmiş, paraya ve başka eserlere dönüştürülmüştür.
Pagan imparator
Bir tek Aurelius'un heykeli, pagan bir imparator olmasına rağmen korunmuş ve günümüze kadar gelebilmiştir. Bunun sebebinin, o dönemde heykelin Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlığı ilk kabul eden Konstantin'e ait olduğunun zannedilmesi olduğu belirtiliyor.
Atlı heykelinde Aurelius, kudretli, vakur ve sakin bir yüz ifadesiyle tasvir edilmiştir. Atın dizginlerini güvenle, rahatlıkla, yumuşakça tutuşu onun yönetim anlayışına dair bir ipucu verir.
Oturuşundaki nezaket ve güçlü duruş, imparatorun hoşgörülü ve etkili bir yönetim izlediğini, bakışın rahat ifadesi ise yönetimi altındaki halka karşı anlayışlı olduğunu gösterir.
At, bir Roma İmparatoru'nu güvenle taşıyabilecek ölçüde büyük ve güçlüdür.
Sağ ayağı havada, kulakları dik, her an şaha kalkabilecek gibidir. Giysileri ve duruşu, İmparator'un aynı zamanda asker olduğunu gösterirken, silah kuşanmamış oluşu, barışçı bir imparator olduğunu imgeler.
Andrey Tarkovski'nin ünlü filmi Nostalgia'nın delisi Dominicus, insanlığı uyarma temalı söylevini bu heykelin tepesinde verir. Sonrasında ise kendini aynı yerde yakar.
"Fazla büyük usta kalmadı" der Dominicus bu söylevinde, "zamanımızın gerçek kötülüğü budur."
Bugün artık usta yol göstericiler kalmadığı için mi dönüp dönüp eski ustaların yazdıklarını okuyoruz? Marcus Aurelius'un Kendime Düşünceler (Meditations) adlı kitabının Türkiye İş Bankası Yayınları'ndan çıkan çevirisi geçtiğimiz günlerde sekizinci baskısını yaptı.
Dünyada pek çok dile çevrilmiş, zaman zaman çoksatan listelerine girmiş bu eser, Nelson Mandela, Bill Clinton ve başka nice liderin de başucu kitabı olmuştur.
Kendime düşünceler
Kitabın adı, Aurelius'un bu kitabı yazma amacının başkalarına öğüt vermek olmadığını, birtakım düşüncelerini kayıt altına alma ihtiyacından ortaya çıktığını düşündürüyor.
Onca entelektüel birikimine, felsefe bilgisine, dönemin en büyük imparatorluğunun başındaki en yetkili devlet adamı olarak kazandığı deneyimlere rağmen, Aurelius insanlara nasihat verecek durumda görmemiş kendisini.
Kitabın başlangıç bölümünde yüksek ahlak prensiplerini açıklarken de, bu değerlere sahip olmakla övünmek yerine bu önemli ahlak derslerini kimlerden aldığını tek tek sayarak, hem hayatındaki önemli insanlara teşekkür etmiş, hem de övgüyü kendi üzerine almak yerine başkalarına yöneltmiş.
Aurelius'un Kendime Düşünceler'i 169 sonları 170 başlarında kuzeye, özellikle Tuna boylarındaki Germen kavimleri üzerine çıktığı seferde yazmaya başladığı söylenir. Bu metni yazmaya başladığında ellisi civarında, o dönem için yaşlı denebilecek bir yaştadır.
Artık ölüme yaklaşmış, yalnız bir İmparator, etrafındaki kalabalığın içinde yapayalnız bir adam, ordusunun başında cephede savaş halindeyken çadırının önünde oturup bir şeyler karalayan beyaz saçlı bir adam düşünün. İktidarın şaşası, savaş sahasının karmakarışık gürültüsü içinde düşüncelerini toplayıp kayıt altına almaya çalışmış olmalı.
Metinde, "yaşamı acaba boşa mı geçirdim" endişesi görmüyoruz, ama bir hayat muhasebesi yapıldığını söyleyebiliriz.
Yaşlandıkça idrak kabiliyetinin azaldığını fark edip fiziksel olarak çöküşe geçtiğini gördüğünden, ölümü her zamankinden daha yakınında hissediyor olabilir.
Hayatta her şeyin gelip geçici olduğunu düşünen filozof imparator, hayattaki en değerli varlığı olan düşüncelerini koruma altına almak istemiş.
Belki de yaşlandıkça akli muhakemesi zayıflayacak, neler yaptığını, neyi neden yaptığını hatırlamayacak, işte o zaman dönüp notlarına bakacak.
Belki de yazma motivasyonu buydu. Yazdıklarını kendisinden sonra gelecek Roma imparatorlarına, Roma halkına ya da Aristoteles'in yaptığı gibi oğluna ithaf etmemiş oluşu bu olasılığı düşündürüyor.
Bilge Kral
Marcus Aurelius öncelikle entelektüel bir Romalı. Kendini çok iyi yetiştirmiş bir düşünür. O dönemde Roma'da özellikle Yunan kültürü, edebiyatı ve felsefesinin eğitimde baskın olduğunu biliyoruz.
Aurelius'u ilginç kılan unsurlardan biri hiç kuşkusuz bir filozof olarak aynı zamanda Roma İmparatoru oluşudur. Tarihte "filozof" diyebileceğimiz kadar felsefi anlayışını içselleştirmiş kişilerin imparatorluk yaptığı pek görülmüş değil.
İmparatorlara hocalık yapan Aristoteles gibi, Cicero gibi büyük filozoflar var, ancak bizzat ülke yönetmemişler. Aurelius, Roma İmparatorluğu'nun en parlak döneminde, üstelik büyük ölçüde savaşlarda, hatta bizzat cephede geçen bir yönetim süresinde İmparatorluk yapmış bir filozof.
Aynı insanın, kinik felsefe ile de akrabalığı olan stoacılığın önemli savunucularından olması da acayip bir durum.
Düşünsenize, Büyük İskender'e "gölge etme başka ihsan istemem" diyen, bir fıçının içinde yaşayan, bir köpek gibi yaşayarak da mutlu olunacağını iddia eden Kinik Diyojen'in felsefesi, en yüksek seviyede iktidar sahibi bir İmparator'da bir ölçüde yansımasını buluyor.
İktidarın tüm nimetlerine en üst seviyede hükmedebilecek güçte bir imparator, sade ve basit yaşama dair söz söylemekle kalmıyor, söylediklerini içselleştiriyor ve hayata geçiriyor.
Aurelius'un Roma İmparatorluğu'nun en güçlü olduğu dönemde tahta geçmiş olmasına rağmen çok sade bir hayat sürdüğü bilinir.
Rivayet olunur ki, İmparator Roma Meydanı'nda yürürken arkasında bir hizmetli onu yakından takip ederdi. Bu hizmetlinin tek işi, insanlar Aurelius'a şükranlarını sunduğunda İmparator'un kulağına "Sen sadece insansın" diye fısıldamaktı.
Doğaya uygun yaşam
Marcus Aurelius'un ve stoa felsefesinin temel anlayışı, doğaya göre, doğaya uygun ve doğayı örnek alan bir yaşam sürmektir. Bunun için de doğayı araştırmalı, onu daha iyi anlamaya çalışmalıyız. Doğayı araştırmak, anlamak, korkularımızı yenmemizi de sağlar.
Örneğin depremlerin nedenini anlamanın, yine doğa kanunlarını araştırarak korunma yolları bulmanın, deprem korkusunu yenmemizi sağlayacağı gibi.
Doğaya göre yaşam, aynı evreni paylaşan canlıların birbirine hoşgörülü olmasını gerektirir. İnsanların saçma, yanlış diyebileceğimiz hareketleri doğaya uyumsuz davranışlardan kaynaklanmaktadır. "Daha şimdiden ölen biri gibi bedenini küçümse" diyor Aurelius.
İnsanın evrenle ve diğer canlılarla olan bağı ruhsal bağdır ona göre. Tüm canlılar doğanın bir parçası olarak birbirleriyle etkileşimdedir.
Tüm canlılar aynı bütüne hizmet eder. İşte bu nedenle, bazen nankör, küstah, hilekâr, haset, geçimsiz olsalar da insanlara anlayış göstermek gerekir.
Çünkü tüm bunları bilgisizlikten yaparlar. Aynı aklın ve aynı tanrının kutsal parçası olduklarının bilincinde olsalar böyle davranmazlar.
Socrates'in de dediği gibi, aslında kötü insan yoktur, insanlar sadece bilmediklerinden kötülük yaparlar.
Aurelius'a göre evrende uyum vardır. Tanrısal öngörüyle yönetilen her şey iç içe geçmiştir. Kötülük görünümleri doğaya uygun yaşamamaktan doğar. Ancak doğada zorunluluk vardır. Eninde sonunda doğanın zorunluluğuna uymak, tüm canlılar için geçerlidir.
Stoacılığın tesellisi
Son birkaç aydır yaşadığımız pandemi koşullarında Marcus Aurelius'un Kendime Düşünceler'ini bir kez daha okudum.
Aurelius'un düşünceleri beni yine rahatlattı, teselli etti. Sadece kendi yapabildiklerime odaklanmayı, bunun dışındaki olayları akışına bırakmayı, gerçekten değerli olanın evrenin yararına olan için çalışmak olduğunu hatırladım.
Bizler evlerimize kapanmışken havanın, suyun, ormanların, denizlerin, hayvanların, keza dünyada insan dışında her ne varsa hepsinin bir nebze rahat ettiğini bilmek beni de rahatlattı.
Eğer doğanın kendini toparlamasına yardımı olacaksa daha uzun süreler evlere kapanalım diye düşündüm.
Her bir cümlesi değerli ve üzerinde düşünülmesini gerektiren kitaptan alıntıladığım birkaç cümle ile bitirmek isterim:
"Elinin altındaki ilkelere şu ikisini ekle: Birincisi, şeyler ruha temas etmez, daima onun dışında ve hareketsizdirler; bütün kaygılarımız içimizdeki düşüncelerden doğar. İkincisiyse gördüğün hemen her şey kısa sürede değişecek, hatta artık var olmayacak."
(ND/PT)