Erken Cumhuriyet dönemi politikalarının temelini ulus-devletleşme pratiğinin önemli aşamalarından sayılan nüfus mühendisliği çabaları oluşturur. Bu politikanın temel amacı ise siyasal elitlerin tahayyül ettikleri "Türk" etnisitesini bir şemsiye kimlik olarak tüm toplumu içine alacak biçimde etkinleştirmektir. Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma sürecinin yarattığı travmadan beslenen bu dönem, dünyadaki siyasal eğilimler ile de eşzamanlı ilerler.
Irk, ulus, merkezi üniter devlet kavramlarını temel alan rejimlerin, etnokratik yönelimlere evrildiği bu süreçte, devletin belirlediği baskın bir kimlik formu "öteki"leri yok saymış/yok etmiştir. Bu yok etmenin temel gerekçesi ise politik eşitliği ve/veya toprağın kontrolünü sağlamaktır. (1)
Türkiye Cumhuriyeti'nin etnokratik politikalarının birinci nesnesi Kürtlerdir. Zorunlu iskân, asimilasyon ve şiddetin temel nedeni, dönemin siyasal elitlerince belirlenmiş bir kimlik formu içinde Kürt kimliğini eritebilmektir. Ancak bu politika başlangıçtan günümüze farklı aşamalarda ilerlemiştir. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında varlıkları tanınan Kürtler, 1930'ların sonlarından itibaren ise "Dağ Türkü"ne evrilir.
1926-1930 arasında aralıklarla devam eden Ağrı İsyanı ve 1937-1938 dönemini içeren Dersim Katliamı'nın dönem basınından takibi, Cumhuriyet'in "Kürtler"i tanımlarken geçirdiği evrimi anlamak açısından ilginç veriler sunar.
Ağrı İsyanı boyunca yapılan haberlerde dikkat çeken en önemli nokta, Kürtlerin ayrı bir topluluk, bir etnik grup olarak kendilerinin ve dillerinin kabulüdür. İsyan boyunca ırkçı ifadelerle de olsa Kürtlerin varlığı tanınır. Bu tanıma, "Türk'ün bahşettiği onca yaşam hakkı ve nimete rağmen nankörlük eden Kürt" tasviri ile gerçekleşir. Özellikle isyanın liderlerinin (örneğin İhsan Nuri Paşa) eski Osmanlı subayları olması bu söylemi pekiştirir ve dönemin elitlerinin zihinsel iklimini gösterme açısından ilginç veriler sunar.
Bu tasvirde millet-i hâkime Müslüman'dan Türk'e evrilir: veren ve bahşeden Türk, alan ve nankörlük eden ise Kürttür. Bu dikotomi içinde aynı zamanda medeni Türk, ilkel Kürt söylemini de barındırır:
"...O zamana kadar rütbe, nişan, üniforma ne olduğunu bilmeyen yarı bedevi Kürt ağaları birdenbire mülazım, yüzbaşı, kolağası, binbaşı, kaymakam, miralay, liva rütbelerine nail olunca kendilerinin birer sahipkıranı zaman (!) olduklarına inandılar.
"...Bu vahşiler böyle aşarı, ağnamı, verkiyi yağma ettiklerine de kanaat etmezler. Maiyetlerindeki haşaratı öteye beriye sevk ederek sakin, muti köylülerin ağnamını, emvalini, inek, öküzlerini aşikat bir surette, bilaperva gasp ve garat ettirirlerdi ki, buna Kürtçe talan denilir.
"...Şurasını itiraf edeyim ki bu Kürtler vahşetlerile beraber gayet zeki, hassas, kurnaz adamlardır! İşlerini bilirler. Rüzgâra göre yelken açarlar." *
Türk'e atfedilen bu üstünlük kompleksi çoğu zaman iç-şarkiyatçı bir söylem ile birleşir. Kürt, medeniyet görmemiş, vahşi bir "yerli" olarak medeni Türk ırkının başındaki bela olarak gösterilir:
"...Ben isyan eden bu Kürt'lere -bir vatan evladı olmak hissiyatile- uğrayacakları akibetten dolayı hiç acımam... Hatta hükümetin bunlar hakkında ihsan ve merhametle hareket etmesini münasip görmem. Çünkü bunlar -tarihin şehadetile sabittir ki- Amerika'nın kırmızı derililerinden fazla kabiliyetli oldukları halde ziyadesiyle hunhar ve gaddardırlar...
"Dessas ve bedii hislerden, medeni temayüllerden tamamile mahrumdurlar. Bunlar asırlardan beri ırkımızın başına bela kesilmiştirler." **
Ağrı İsyanı boyunca ırkçı bir dil ile olsa da Kürtler ayrı bir etnisite olarak tanınır, varlıkları teslim edilir ve gazeteler aracılığı ile bu kimlik kamusal alanda görünür durumdadır.
Yaklaşık yedi yıl sonra ise, Dersim "Türk Dersim" olarak anılacak, "Tunceli'nin Türklüğü'nün Orta Asya ve Anadolu'nun Türklüğü kadar eski olduğu" (20 Eylül 1937, Kurun) iddia edilecektir. (2) Dersim olayları boyunca, bölge halkının Orta Asya'dan ve Horasan'dan göç etmiş öz-Türkler (Dağ Türkleri) olduğu ve konuştukları dilin de Dağ Türkçesi olduğu sık sık vurgulanır. Bu konudaki çerçeveyi bölgenin olağanüstü yetkilere sahip idarecisi, "vali-komutan" General Alpdoğan çizer:
"Tunceli ahalisinden bir takımın Kürd olduğuna dair ortada bir söz vardır. Bu söz yanlıştır. Tuncelinde Kürd yoktur. Bu ahalinin aslı vaktiyle Horasandan gelmiş olan Türk kabileleridir. Buradaki kabilelerin isimlerine dikkat edilirse hepsinin Türk olduğu derhal anlaşılır...
"Ahalinin tarikatta okudukları nefesler, ilahiler kâmilen Türkçedir. Yalnız Selçukiler devrinde devletin resmi dili Farsi olduğu için bunların arasına Farsça karışmış ve Türkçe ile birleşerek bozuk bir dil hâsıl olmuştur ki buna Kürdçe denilmektedir. Hakikatte bu dil dağ Türkçesidir. Kürd ve Kürdçe yoktur. Tunceli ahalisi kanca Türk olduğu gibi dilleri de Türkçedir". ***
Etnokratik politikalar çerçevesinde, Osmanlılar tarafından asırlarca "heretik" görülen Alevi-Kızılbaş inancı dahi bölgenin Türklüğü'ne kanıt olarak gösterilir. Cumhuriyet'in erken dönemine hâkim "Osmanlı-Türk" geriliminde, Hanefi Osmanlı'ya karşı Aleviliğe öz-Türk inancı mertebesi bahşedilmesi ilginçtir:
"Dersimlilerin Kürt olmadıkları muhakkaktır... Dersimliler Aleviliğin Caferi tarikatına mensup ve İmam Cafer Sadıka bağlıdırlar. 'Anadolu'nun Doğu ve Cenup doğusu' ve 'araştırma ve düşüncelerim' adlarile Şarkın kültürel ve tarihi vaziyetini üzerinde esaslı iki tetkik eseri hazırlayan arkadaşım Kadri Kop bana Dersimlinin maruz kaldığı tesirleri şöyle anlattı:
'Asılları öz Türk olan Dersimliler, her Türk ülkesinde olduğu ve her Türkün gösterdiği gibi gerek din ve gerek itikatte en liberal tarafı iltizam etmişlerdir. Şamanizmin liberal hususiyetlerini ihtiva eden Alevilik bütün Türkmenleri tek akidesi olmıya başladığı vakit bugünkü Dersimlinin dünkü cetleri de bu tarikati kabul ettiler. Bunun içindir ki, Sünni Osmanlılarla aralarında içtimai ve dini bir mücadele başladı.'
"Bugün bile Kürt kelimesi Kürt denilen halk tarafından meçhul kalmıştır. En kesif zümresi, kendilerine kırmanj, zazalar da soran diyorlar... Zazalar kırmanjlara kirdasi, Siverekte de Zazalara lolo diyorlar. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Dersimlinin Kürtle bir alakası yoktur." ****
Türk ya da Kürt, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, Cumhuriyet elitlerinin "medeniyet projesi"ne karşı duran herkes "vahşi, ilkel ve barbar" tanımlaması dâhilindedir. Bu bağlamda, Dersimli'nin portresi Ağrı'lıdan farklı değildir:
"Hükümet ergeç bu cahil dağlılara hayatı namuskarane çalışarak kazanmanın şerefli ve zevkli bir yaşayış olduğunu ispat etmiş bulunacaktır... diğer taraftan buralarda oturan ve iptidai, haşin hayatlarının idamesi için etrafa sarkıntılık yapmak ısrarında bulunan halka da iş temin olunarak kendilerinin sakin ve namuskarane maişet vasıtaları elde etmelerine yardımcı olunacaktır." *****
Ağrı İsyanı ve Dersim Katliamı'nın dönem basınındaki izi, Cumhuriyet Gazetesi'nin etnokratik söyleminin sürekli bir anlatı olmayıp, kendi içinde önemli bir evrim geçirdiğini göstermektedir. Önceleri isyan edenlerin Kürtlükleri kabul edilirken, Dersim ile birlikte bu anlatı terk edilmiş, Dersim'de başkaldıranların tüm iptidailiklerine rağmen Türk oldukları vurgulanmıştır. Resmi devlet raporlarında Kürt etnisitesi tanınıp, Türklerin Kürtleşmesi tehdidi ve asimilasyon politikalarının önemi vurgulanırken, gazetelerde Kürt kimliği görünmez hale getirilmiş, özellikle Dersim'de söylem tersine çevrilerek bölgenin Kürtlüğünden bahsedilmezken Türklüğü sürekli vurgulanmıştır. İlerleyen yıllarda bu anlatı sadece Dersim'de değil, Kürt etnisitesi ve Kürtçenin her yerde tamamen reddine evrilecektir. (GBİ/YY)
Alıntılar:
* "Derebeylerin Elinde", 28 Temmuz 1930, Vakit Gazetesi, vurgular bana ait, yazım hataları metnin orijinalinden.
** Yusuf Mazhar, "Ararat Eteklerinde", 18 Temmuz 1930, Cumhuriyet Gazetesi, vurgular bana ait.
*** 20 Haziran 1937, Kurun Gazetesi
**** Latif Erenel, "Kirmanjlar: Bunların Kürtlük Denen Şeyle Hiç Alakaları Yoktur", 5 Ağustos 1927, Tan Gazetesi
***** Yunus Nadi, "Maksat tenkil değil, temdindir", 18 Haziran 1937, Cumhuriyet Gazetesi, vurgular bana ait.
Dipnotlar:
(1) Oren Yifthachel, "Ethnocracy: The Politics of Judaizing Israel/Palastine", Constellations 6(3), 1999.
(2) Dersim etnik çeşitliliği bol bir bölgedir. O dönemde ağırlıklı nüfus Kürt/Zaza olmasına karşın bölgede Türkler ve Ermeniler de bulunmaktaydı. Etnik milliyetçiliklerin nüfus siyasetleri gereği Türkler bölgenin Kürt, Kürtler ise Türk olarak gösterilmesinden yakınmaktadır. Nuri Dersimi, kitabında coğrafyanın tamamını Kürt göstermektedir. Resmi Türk kaynakları ise bölgenin tamamını Türk ya da Kürtleşmiş Türk göstermektedir. Buna göre Türkler bölgedeki Kürtlerin asimile edilmiş Türkler olduğunu söylerken, Kürtler de bölgedeki Türklerin Kürtlüklerini unutmuş Kürtler olduklarını belirtmektedir. Kimliğin subjektifliği göz önüne alındığında, bölgenin kendini ağırlıkla Kürt-Zaza ve Alevi olarak tanımladığı söylenebilir. Zazaların bir bölümü de Kürt olarak değerlendirilmeyi reddetmekte, Zazalığın ve Zazacanın ayrı bir etnik kimlik ve dil olduğunu vurgulamaktadırlar. Demografik bilgiler için bkz: Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, İstanbul: Doz, 2004 (İhtiyatla okunması gereken bir kaynak, Kürt milliyetçi söylemi dikkat çekici) ve daha akademik bir tartışma için bkz: G. Fırat, "Dersim'de Etnik Kimlik", Herkesin Bildiği Sır: Dersim içinde, Şükrü Aslan (Der), İstanbul: İletişim, 2010.
(*) Bu makale "Erken Cumhuriyet Basını ve Kürtler" başlıklı yayınlanmamış yapıtın içinde yer almaktadır.
Fotoğraf: Hasan Saltık Arşivi