Küçük Prens ile ilgili yazmak ne kadar da zor, güya kısacık bir kitap!
12 yaşındaki Henna birkaç gün önceki doğum gününde kitabı okuyup, çok güzel deyip anlatmaya başladığında onun kötü biri olmama, sorumluluk sahibi ve sorgulayıcı olma yolunda ciddi bir donanım daha kazandığını düşündüm.
“Onu size anlatmaya çalışmamın nedeni, onu unutmak istemiyor olmam.”
Antoine de Saint-Exupéry’nin ölümünden bir yıl önce yani 1943’te 43 yaşındayken yayımlattığı kitabı bir başyapıttır ve kitabı ‘büyümüşlerin’ de sıkıca sahiplendiği düşünülecek olursa, çocuk kitabı olarak değerlendirilemez. Çocukluğundaki kayıplarının çocukluğunu çalmasına izin vermemiş, ‘büyürken ve büyüdüğünde’ çocukluğuna, çocukkenliğine hissizleşmemiş, büyüdükçe büyüklere benzememiş, Ibert’e göre ise “çocukluğundan sürgün edilmişliğini” hiçbir zaman kabullenmemiş olan Exupéry’nin sergilediği bu duruşu biraz da yeryüzündekileri gökyüzünden izlemesine borçlu olabiliriz.
“Sevdiğiniz çiçek milyonlarca yıldızdan yalnız birinde bile bulunsa, yıldızlara bakmak mutluluğumuz için yeterlidir.”
Exupéry’nin metni, sizi yine kendisinin çizdiği resimlere yönlendirir; öyle ki, yazar sanki ‘Bu resimlere karşı dikkatli olmazsan, bu cümleleri boşuna okursun ve böylece bir çocuğu daha hayata döndüremem’ der gibidir. Kitapta da, filmde de resimleri okumayı, anlamayı, dikkatlice izlemeyi ve ‘ben de çizebilirim’ deyip denemeyi unutmayın.
Psikoloji alanındaki yıldızlarını parlatmaya devam eden Fransızlar, bu parıldayışı filme de yansıtabilmiş. Aslında bu açıdan bu film bir ilk değil. Öncesinde, oldukça etkileyici psikolojik çözümlemelere ve çözümlere dayanan “Ters Yüz” adlı bir yapım var. Bu film bilinçaltı, anı, kişilik gelişimi, davranış, duygulanım üzerine tartışmaları somutlaştırarak evin içine, yemek masasına kadar sokuyor ve ‘insan’ı tartışmaya çocukları da açıkça davet ediyor.
Küçük Prens filmi kitabın çoğu kısmını sesli okuyor ve kitapla yetinmiyor. Kitaptaki bazı bölümler filmde yer almıyor ve kanımca bu mazur görülemez. Annesinin istediği gibi yaşayan küçük kız, okuduğu öyküden ve yaşlı adamdan edindiği bakışla annesine düşman olmuyor, aksine büyükleri anlamaya çalışıyor yani onların tuhaflıklarını fark etmeye başlıyor.
"Sadece evcilleştirdiğiniz kişiyi anlayabilirsiniz."
Yaşlı adama küçük prensi getirebilmenin yani yaşlı adamdan görüp öğrendiklerini özümseyebilmenin tek yolu ise o gri dünyanın insanlarıyla tanışmaktan, onlarla doğrudan temastan ve onların elinden prensi çekip alabilmekten geçiyor. Filmin bu kısmı çocuklar için oldukça ağır ve sıkıcı olmalı. Bu nedenle film, çocuğu zorlayıcı akışa sahip olan ikinci yarısıyla Ters Yüz’e yaklaşıyor.
“İnsanlarda da düş kurabilme gücü hiç yokmuş. Ne söylerseniz onu tekrarlıyorlar.”
Film, sistemin anneyi ve kızını kendiliğinden çıkaran gücü karşısında direniş sergiliyor. Ancak bu direniş sistemi tamamen dışlamayı değil de, o sistemde kendine yaşamsal soluk aldırıcı bir kanalı da işaret ediyor. Daha bizden bir örnek vermek gerekirse; TEOG ya da LYS türü sınavlar ebeveynlerin çocuklarına karşı demokrat olmasını istemez. Her yıl onlarca öğrencinin sıfır yanlışla birinci olmaları, merkezi sınav sisteminin bunu nasıl da normalleştirdiğini, başardığını kanıtlar. Başarmak için gerekli yaşam tarzına, bakışına ve duygusuna sahip ve bunlarla uyumlu olmalısınız. Sistemi sorgulamak, hayıflanmak size sadece zaman kaybettirmez ayrıca iyi bir geleceksizliği de sunar! Yani filmin işlediği konu yabancısı olduğumuz değil, tam tersine tıpkısı. Filmde ağır, eleştirel ve yaratıcı düşünce istemeyen bir sistem sergileniyor. Sistem sizden ruhunuzu isterken, yapabileceğiniz en iyi şey onu kolay kolay teslim etmemek; tek başınıza kalsanız bile! Tıpkı filmdeki yaşlı adam gibi.
Bu kitabı sadece çocuğunuzun okumasını sağlamakla kalmayın, hele çocuğunuz için hiç okumayın; lütfen kendiniz için okuyun ve filmi de kendiniz için izleyin.
“Uykularından uyandıramadığımız ne çok insan var” ve "En iyi yüreğiyle görebilir insan. Gözler asıl görülmesi gerekeni göremez" diyen Exupéry ile dostluk mutluluk verici. (AY/HK)