Geçen hafta DİSA’nın (Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü) yayınladığı “Geçmişten Günümüze Türkiye’de Paramiliter Bir Yapılanma- Köy Koruculuğu Sistemi” [1] başlıklı kitabın sunuş toplantısından sonra DİSA’ya babası yıllardır korucu olan bir üniversite öğrencisinden mektup geldi.
Mektubu yazan kişi bu sistemden zarar görmüş bir Kürt genci olarak bizlere yazdığını söylüyor, DİSA’nın yaptığı çalışmanın onlar için ne kadar kıymetli olduğuna vurgu yapıyordu. Mektup şöyle devam ediyordu:
“Babam yaklaşık 20 yıldır geçici köy korucusudur. Devletin bu kirli sistemle bize dayattığı bu trajediyi ancak üniversiteye geldikten sonra fark edebildim. Babamın taşıdığı o silahı her gördüğümde utancımdan yerin dibine giriyorum ardından bu sisteme ve bize bunu dayatanlara lanet ediyorum…”
Koruculuk sisteminin çocuklar üzerindeki etkisi, düşündüğümüzden çok daha vahim. 2011 yılında, o zamanlar çalıştığım bir korucu köyünde çocuklarla yaz okulları yaparken ilk fark etmiştim sistemin çocuklar üzerinde yarattığı travmayı.
Babası korucu olan ve olmayan çocuklardan oluşan bir koro kurmuş, boş bir ahırda bu çocuklarla günlerce çalıştıktan sonra Kardeş Türküler’in de desteğiyle konserler verebilmiştik. Aylarca beraber çalışıp, birbirimizin sırdaşı haline geldikten sonra bile, konu koruculuktan açıldığında çocukların dillerine sessizlik gözlerine hüznün hakim olduğunu gözlemlemiştim. O zaman anlamıştım bu çocukların babalarının işini ömür boyu taşınılacak bir utanç olarak gördüklerini. Ben de onlarla susmuş, şarkılarla konuşmayı öğrenmiştim o yaz.
DİSA’nın araştırmasını okurken tekrar aklıma düştü o çocuklar. Korucu çocukları kendilerine ait olmayan bir kararın bedelini toplumsal ilişkilerden dışlanarak ödüyorlar. Kendi akrabaları bile onlarla ilişkiyi kesiyor, cenaze ve düğünlere gidemez oluyorlar. “Dayımlar bile korucu olduğumuzdan beri bizi sevmiyorlar” [2] diye anlatıyor bir korucu çocuğu bu durumu. Bu dışlanma sadece köy ve akrabalarla sınırlı kalmıyor, çoğu zaman bu çocukları gittikleri her yerde takip ediyor. Bu nedenle de korucu çocuğu olduklarını çoğunlukla gizliyorlar. Bir korucu çocuğu bu durumu şöyle anlatıyor:
“… Liseyi Mardin’de merkezde okudum ve orda okurken sıkıntılarım oldu. Ve orda koruculuğun daha sıkıntılı bir uğraş olduğunu anladım. Ben korucu çocuğu olduğumu kimseye söylemek istemiyordum, çünkü ben ‘korucu çocuğuyum’ dediğimde kavga çıkabiliyordu. Laf, hakaret işitiyordum. ‘Siz hainsiniz’ diyorlar. Sonra artık korucu çocuğu olduğumu gizlemeye çalıştım. Koruculuk boş bir şeydir. Ben asla korucu olmayı istemiyorum. Babamın operasyonlara gittiğini hatırlıyorum. Ben çok kötü etkilenmiştim.” [3]
Bugün korucu çocuklarının çoğu koruculuk sistemine ve babalarının korucu olmalarına karşı çıkıyorlar. Özellikle mevsimlik işçilik ve/veya okumak için bulundukları köylerden çıkarak büyükşehirlere giden korucu çocukları babaları ile bu konuda restleşiyorlar.
2013 Nisanı’nda yeni korucu alımlarının gerçekleştiği bir dönemde, bir korucu köyünde şahit olmuştum bu duruma. İstanbul’un varoşlarında işçilik yapan eski bir korucu başının çocuğu, babasını aramış ve bir daha kendi halkına karşı eline silah alırsa onu hiç affetmeyeceğini, karşısında önce kendisini bulacağını söylemişti.
Bunun üzerine, eski korucu başı olan baba yeni gelen koruculuk teklifini kabul etmediği gibi köylülerin büyük bir kısmının da koruculuğu kabul etmesini engellemişti.
Korucu babalar okuyan, çalışmaya giden ve politikleşen çocuklarından çekinmeye başlamışlardı. Koruculuk sisteminin içinde sistemin zararlarını görerek büyüyen bu çocuklar, babalarının kendi halklarına karşı ellerine silah almalarını kabullenemiyorlardı. Artık kendi çocukları korucuların karşısındaydı.
Bugün Türkiye’de 46 binin üzerinde geçici (yani hem silah taşıyan hem de maaş alan), 20-25 bin arası da gönüllü (maaş almayan ama silahlı) köy korucusu var. Bölge kırsalında ortalama çocuk sayısının 6-7 arasında olduğunu düşünürsek bugün 400-500 bin arası çocuğun bu sistemden direkt etkilendiğini söyleyebiliriz. Yine emekli olan, ayrılan, atılan, ölen korucuları da dikkate aldığımızda korucu çocuklarının sayısı milyonu rahatlıkla geçiyor. Yıllarca babalarının gittiği operasyondan canlı dönüp dönmeyeceğini bekleyen, kendilerinin vermediği bir karar yüzünden kendi toplumundan dışlanan, ayrımcılığa uğrayan, hakaret gören, travma yaşayan, “hain” ilan edilen bu çocuklar ne olacak? Sistemin tasfiyesi sürecinde dikkat edilmesi gereken bir konu olarak önümüzde duruyor. (NB/HK)