Bir yandan, özellikle Amerikalı yetkililerce "sansasyonel", "taraflı" ve "terörist gruplar"la ilişki içinde olmakla eleştirilirken diğer yandan da "alternatif haber kaynağı" olarak nitelendirilerek özellikle Arap dünyasında büyük sempati topladı.
Irak'ın işgalinden bir yıl sonra gösterime giren Kontrol Odası adlı belgeselle El Cezire tekrar tartışılmaya açıldı.
Mısır doğumlu yönetmen Jehane Noujaim yönetmenliğinde çekilen belgesel New York`ta düzenlenen Yeni Yönetmenler/Yeni Filmler festivalinde gösterildi.
Noujaim, savaşı oturma odasında izlemektense yerinde neler olup bittiğini görmeyi tercih eder. Tüm Arap dünyasında yoğun ilgi duyulan El Cezire televizyonunu daha yakından tanımak ve bu savaşı nasıl vereceklerini merak eder.
Bu nedenle de ekibiyle birlikte savaştan kısa süre önce El Cezire televizyonun bulunduğu Katar`a gider.
Belgesel ağırlıklı olarak koalisyon güçlerinin basın için oluşturduğu Cent.Com adlı basın merkezinde ve El Cezire televizyonun stüdyolarında geçer.
Belgeselin sunum konuşması ve değerlendirme yazıları "El Cezire`nin savaşı nasıl verdiği" temasına odaklandığını belirtse de Noujaim`in filmi bunun ötesine geçer.
İşgal sırasındaki olayların gazetecilerin farklı ekonomik, politik ve kültürel bakış açılarından nasıl farklı algılanarak yansıtıldığına odaklanır. Profesyonel bir meslek olarak gazetecilik rutininin dayandığı öne sürülen "tarafsızlık" nosyonunu ters yüz eder. Deyim yerindeyse çuvaldızı El Cezire kadar Amerikan medyasına da batırır.
Belgeselde, Irak halkını özgürleştirmek ve demokrasiyi güçlendirmek için Saddam`ın peşine düştüğünü ifade eden resmi Amerikan söylemi ile savaşın her çeşit şiddetine maruz kalan çocuk, kadın ve erkeklerin yani ortalama insanların yaşadıkları iç içe ilerler.
Eş deyişle, politik söylemin manipulasyonu ile halk için savaşın yıkıcılığı görselliğin de katkısıyla izleyiciyi sarsar.
Amerikan ordusunun ve politikacılarının yaptığı basın toplantılarının vazgeçilmez söylemi "Irak halkını özgürleştirmek", Bağdat Müzesinin yağmalanması olayında yön değiştirir; bu sefer sorumluluk bir Amerikalı komutan tarafından Irak halkına bırakılır.
Tüm dünya gazetecilerin, daha doğru deyişle Batı odaklı kameralar ile müzenin yağmalanması ve Iraklı yağmacılara odaklanırken belgesel müze için göz yaşı döken Iraklılar olduğunun da altını çizer.
Sameer Khader, El Cezire televizyonu program yapımcısı ve belgeselin önemli karakterlerinden biri. Khader salt gazeteci olarak değil politika ve tarihin yapımı üzerine görüşleriyle de yer alır; tarihin oluşumunda güçlünün güçsüz üzerinde adaletsizce ve acımasızca hakimiyetine dikkat çeker, tıpkı Irak`ta yaşananlar gibi.
Sonuçta tarihi yazan ve yapan gücü elinde tutanlardır. El Cezire`nin politikasını "bizim kültürümüzü ve bizim insanımızın sorunlarını yansıtmak" olarak baştan açık bir taraf olarak tanımlar ve baştan konan açık tarafla etik dışı haberlere de imza atar.
Amerikan politikalarına hayli eleştirel bakan ve bunu da filmde net dile getiren Khader diğer yandan önemli bir çelişki de sergiler. Bireysel olarak Amerikan değerlerini, hoşgörü, özgürlük vb., takdir etmektedir ve "Amerikan rüyası için Arap kabusunu değiştirme" cümlesiyle özetleyerek çocuklarını da üniversite eğitimi için Amerika`ya göndermeyi düşünmektedir.
Bağdat'ın bombalanması sırasında El Cezire bürosunun da isabet alması ve gazetecilerin yaşamını yitirmesi Katar'daki meslektaşları arasında da büyük üzüntü yaratır ve izleyiciler için de sarsıcı bir noktadır.
Belgeselde El Cezire`ye eleştirinin fazla mı kaçtığını düşünürken Batılı gazetecilerin de olaylara ne kadar kendi perspektiflerinden baktıklarına tanık oluyoruz.
Özellikle koalisyon güçlerinin Bağdat`a girişleri Amerikalı gazeteciler tarafından yüzlerindeki belirgin sevinç ifadeleriyle izlenir, tıpkı Saddam Hüseyin`in yakalandığı haberini verirken CNN stüdyolarında bir şampanyalı kutlamanın eksik olması gibi...
Khader`in ifade ettiği gibi Amerikalı gazeteciler de kendi ülkelerinin "gerçeği"nden sıyrılamıyor ve savaşı da bu perspektiften yansıtıyor. İşte tam da sorunsallaştırılan ve değişik paradigmalardan değişik yorumlanan noktadır bu.
Tüm gazetecilerin üzerinde uzlaşarak verebileceği bir "gerçek" var mıdır; yoksa "gerçek" gazetecileri birey olarak var eden politik, kültürel, eğitsel vb. süreçlerden edindikleri ile çalıştığı kurum için taşıdığı kurumsal, etik, ideolojik vb. duruştan hareketle dilin olanakları içinde ürettiği gerçeğin farklı görünümleri midir?
Liberal medya kuramlarını ürettiği nesnellik iddialarının aksine gazetecilerin hepsinin uzlaşarak aktarabileceği tek bir "gerçek" yoktur ama insan haklarından, hukukun üstünlüğünden, barış çağrılarından, adil olan gibi her zaman taraf olmakta sakınca olmayacak değerler de vardır.
Yonetmen Noujaim`in de sunuş konuşmasında belirttiği gibi "demokratik düşünüş" desteklenebilir.
Yönetmenin bu yaklaşımına da koşut olarak belgeselin işaret ettiği önemli bir nokta savaş salt basın konferanslarından ibaret olmasa da gazetecilerin haber kaynaklarını politik özneler ve askeri yetkililerin açıklamaları oluşturur.
Medya savaşın askeri boyutun odaklanırken kentlerde ve kent sokaklarında yaşanan dram da çoğunlukla es geçilir. (İC/BA)