Bağımsız İletişim Ağı (BİA) yerel medya eğitim seminerlerine yaslanan habercinin el kitabı serisi, "objektiflik" rejimi yerine önerdiği hak odaklı habercilik dizisi ve iletişim fakülteleri öğrencilerine yol gösterici olması amacıyla “Gazeteciliğe Başlarken” adlı habercilik/gazetecilik pratiğine sorgulayıcı bir yaklaşım sergilemenin yanısıra etik ve politik olarak sorumlu bir gazeteciliğin nasıl yapılabileceğine dair önemli öneriler de geliştiriyor.
bianet’in sözünü ettiğimiz bu kitaplığı sadece yerel medya veya profesyonel gazetecileri hedef almıyor; iletişim fakültelerinin özellikle de gazetecilik bölümü öğrencilerini de hedef grubu içerisinde düşünüyor; çünkü yerleşik pek çok kurum gibi üniversiteler de toplumun değişim hızını yakalamakta ve siyasal iktidarların kırmızı çizgileri ötesinde müfredat geliştirmede hayli cılız kalabiliyor.
bianet 1980’den beri artan oranda ulus-devletlerin sadece Türkiye değil küresel ölçekte zora giren hegemonyası; sanayi kapitalizminin krizden çıkmak için çözüm olarak gördüğü mal ve sermayenin uluslararası hareketliliği yeni yapılanmalar ve yeni çelişkileri de beraberinde getirdiği çağda yeni bir gazeteciliğe işaret ediyor: Barış Gazeteciliği.
20. yüzyıl büyük savaşlar, krizler ve çatışmalara sahne oldu. Yıkıcı iki büyük dünya savaşının ardından Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) liderliğinde iki kutuplu gerilim dozu çok yüksek soğuk savaş yıllarının ardından Sosyalist blokun rejim değişikliği kararı ile dışa açılım süreci başladı; Berlin Duvarı yıkıldı ve kentin iki yakası sancılı da olsa yeniden birbirlerine yakınlaşmayı denemeye başladı.
Ancak iki kutuplu dünyanın çözülüşü ve yerine yeni bir dünyanın inşası kolay ve barışçıl gerçekleşmiyor. Önce Kafkasya ve Balkanlar’da başlayan mikro milliyetçilik, yıllardır bir arada yaşayabilen insanları birbirine düşman ederken düşmanca duygular birlikte yaşadıkları insanlara zulüm, şiddet, tecavüz, insan öldürme olarak yöneldi…
ABD'ye yapılan 11 Eylül saldırısı ve ardından Irak’ın işgali insanlara getirdiği tüm acılarına rağmen yine de hayli medyatik kılındı. Orta Doğu coğrafyasında 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Arapların büyük kısmını oluşturduğu bölgede yeni mikro-bölünmeler, etnik ve mezhep temelli yeni devletçiklerin oluşmaya başladığını görüyoruz.
20. yüzyılın başlarında Birinci Dünya Savaşı’yla çizilen sınırlar 21. yüzyılın başlarında Ortadoğu’da gizli eller aracılığıyla ve özellikle Suriye üzerinden yürütülen bir “mikro dünya savaşı”yla* yeniden kurgulanıyor.
Türkiye ise tüm bu şiddet dolu dünyanın kıyısında veya komşusu değil; şiddet, kriz ve çatışma Türkiye ‘nin de merkezinde yer alıyor. Son 30 yıldır ülkenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da süren düşük yoğunluklu savaş, kadın ve LGBTİ bireylere yönelen cinsiyetçi şiddet, mevsimlik tarım işçileri veya maden ocaklarında çalışan sosyal güvenceli veya güvencesiz çalışanların iş güvenliği tedbirleri alınmadığı için yüzlerle ifade edilen ölümleri kanıksanan gerçeklerimiz.
Yaşadığımız dünya bir yandan toplumsalın çözülüşüne diğer yandan yeni biçimlerde yeniden inşasına sahne oluyor. Sermaye, mal ve insanların küresel bir akış düzeninde, bütün olgular katılıklarını yitirmekte ve birbirleriyle bağlantılı hale geliyor. Zaman ve mekân, bu akışkanlıkta en fazla aşınan kavramlardan.
İnsanın hem bireysel hem toplumsal var oluşuyla ilgili birçok dayanağı eriterek parçalayan sanayi-sonrası üretim ilişkileri, aynı zamanda, küresel enformasyon ağlarının üzerinden kurulan yeni toplumsallıkların doğuşuna da zemin hazırlamaktadır (Sennett, 1998).
Böylece çağımız, keskin karşıtlıkların, belki hiçbir zaman olmadığı kadar bir arada yaşadığı bir tarihsel dönem haline geldi. Bireyin mutlak bir yalnızlaşma içine girmesi ve sayısız cemaatleşme biçimi içinde aşırı-toplumsallaşan bir unsura dönüşmesi, haz arayışının yönlendirdiği bir bencillik ve kamu gücünün neo-liberal koşullarda yok oluşunun harekete geçirdiği gönüllü sorumluluk, hazcılığın sayısız biçimi ve acının her tonu, çağımızın büyük çelişkilerinin yalnızca bir kaçıdır.
19. Yüzyılda kamusal alanın yapısal dönüşümüne sahne olurken Gramsci’den hareketle söylersek organik aydınlar olarak gazeteciler, kendilerini kamusal birer oyuncu olarak tanımlar ve çoğulcu parlamenter sistem içerisinde siyaset, ekonomi gibi alanlarda olan-biteni haber yapma ve yapısal işlevselci kurama yaslanarak da basını kamu yararına hizmet eden bir kurum olarak tanımlar.
Böylelikle dış dünyadaki olayların bilgisini üretme meslek alanı gazetecilere ait kılınırken, kitle iletişim araçlarının sağladığı olanaklarla ürettikleri haber ve enformasyonu geniş halk kitlelerine dağıtma kaynaklı sembolik güce kavuşurlar.
Ne var ki gazetecilerin mesleki meşruiyetlerine kavuştukları kamu yararı için haber yapma edimi, siyasetçilerin sembolik gücü denetleme arzuları ve pazar dinamikleri en fazla izlenme/okunma/dinlenme karşılığı reklam gelirini sağladığından içeriklerin boşaltılması ya da siyasi olarak egemenlerin çıkarlarına hizmet eder tarzda bir habercilik politikası hayata geçirilmektedir. Gazetecilik profesyonel söylemi ile pratiği arasında ciddi bir tezat vardır.
İngiliz Kültürel Çalışmalar okulunun kurucu ismi Stuart Hall gazetecilerin çelişkilerini irdeler; ona göre göre haberler, medya kuruluşlarında basitçe yaratılmamaktadır (create); asıl sorunlu nokta yönetici sınıfların ideolojisinin haberler aracılığıyla taşınması da değildir.
Medyadaki anlam üretim mantığı açısından asıl irdelenmesi gereken şey birincil kaynaklar olarak tanımladığı askeri, siyasal veya ekonomik güce sahip kurum ve aktörlerinin haber kaynağı olarak atfedilen itibar ve akreditasyon nedeniyle haber söylemine erişimde bir ayrıcalığa sahip olmalarıdır.
İşte asıl sorunlu nokta tam da burada basın kuruluşları tarafından toplumun güçlü kesimleriyle kurulan yapısal ilişkilerdir; gazeteciler ikincil tanımlayıcılar olarak yöneticiler gibi toplumun güçlü kesimlerinin durum tanımlarını haber metinlerine taşıyarak onların olayı veya durumu anlattığı şekliyle bir “gerçeklik” üretimi yapılmaktadır (1982: 59). Böylelikle haber metinleri aracılığıyla yönetici sınıfın ideolojisine halkın rızası sağlanmaya çalışılmakta ve haber medyası önemli bir ideolojik rol üstlenmektedir.
Hackett ise Hall’un işaret ettiği yapısal olarak iktidarın yanında ve toplumsal uzlaşının süreğenliğine yönelik kurgulanan gazeteci-haber kaynağı, haber söyleminin yapısı gibi temel normları bir daha onarılmayacak şekilde yapısöküme uğratır. Gazetecilerin objektiflik idealinin pozitivist felsefe ve bilim teorisine yaslandığını belirtir ve “Olguların aktarımına yorumların sızmasının engellenmesi” ve “Gazetecilerin nötr bir dil kullanarak ve haber yazma tekniklerine uyarak okuyucularına doğruları tarafsızca aktarabileceği” görüşünün gazeteciliğin temel felsefesi olduğu belirtir. Bu bakışla da, “dengeli ve doğru” bir haberciliğin önünde en önemli engel, haber metnine gazetecinin önyargılarının veya siyasal görüşlerinin girmesi olarak kabul görür. Yani, nesnellik “sadece gazetecilik pratiklerinde ölçütü oluşturan iki kavram ‘dengelilik ve çarpıtmama’ arasında bir gerilimdir” olarak belirginleşir. Taraflılık, objektif olmanın tamamen karşıtı olarak kabul görür ve haber medyasının ideolojik rolü bu kavramla ilişkili olarak değerlendirilir. Gazetecilerin veya yöneticilerin kendi politik görüşleri, ideolojik bakış ve tutumlarının haber metinlerine sızmasıyla eş anlamlı kullanılır. Taraflılık ise haber analizlerinde çoğuna iki şekilde tanımlanır: Dengelilik ilkesine riayet edilmemesi ve gerçekliğin çarpıtılması. Taraflılık, Bir tarafın görüşlerine daha çok yer veya süre ayırma olarak ele alınırken, gerçekliğin çarpıtılması olayı doğrudan anlatma yerine dolaylı anlatıya geçme, kalıp yargılar kullanma vb. olarak kabul edilir (Hackett, 1984).
Bununla birlikte “taraflılığın” siyasal bir görüşü savunmayı aşan yönleri olduğu ve farklı yayın politikalarına sahip çeşitli basın kuruluşlarının, farklılıktan çok ortak bir paydada birleştikleri ve bunun da haberde yapısal bir yanlılık/taraflılık olarak” açığa çıkar (İnal, 1995:113). Çünkü yapısal yanlılığın kaçınılmaz varlığı ise dilin ayrı bir maddi pratik olarak kabulü ve toplumsal/özneyi inşacı işlevinin kabul gördüğü teoriden hareketle haberin kullandığı dilin nötr ve cam gibi şeffaf bir araç ol(a)maması, ve haber üretiminin ekonomik-politik süreçlerin dışında kalmaması, ve bu üretim pratiğinin yaslandığı gazetecilik normlarının gerçekte ideolojik bir nitelik taşımasıyla (Hackett, 1984) ve Hall’un ikincil tanımlayıcılar olarak adlandırdığı gazetecilerin resmi kurum ve kuruluşlara haber kaynağı olarak verdikleri ayrıcalıkla açıklanmaktadır.
Anaakım gazeteciliğin toplumsal düzendeki güçlüler lehine yanlı haberciliği ve 21. Yüzyılın mikrodan makroya uzanan düzlemdeki şiddet ve acıya içkin yapısı yeni bir gazetecilik algılayışını gerektirmektedir; bu yeni kavrayış barış gazeteciliğidir.
Barış gazeteciliğinin öncü isimleri Jake Lynch ve Johan Galtung ise konvansiyonel gazetecilik norm ve standartlarının eleştirisine dengeliliği de ilave ederler. Barış gazeteciliğini ayrı ve yeni bir gazetecilik türü olarak ifade ederken, “editörler ve gazetecilerin nelerin ve nasıl haberleştirileceğinin kararlarını alırken topluma, çatışmalı ortam/olaylarda geniş perspektiften ve şiddet içermeyen şekilde değerlendirme yapma olanağı sağlaması” (Lynch ve Galtung, 2010: 51) olarak tanımlar. Yani onlara göre editörler veya yöneticiler tarafından yapılacak bir tercihtir ve bu tercih yukarıda altını çizmeye çalıştığımız gazetecilerin pazar dinamikleri veya siyasiler tarafından denetim kaygılarına rağmen bir tercih yapmaları; iktidar veya seçkinler tarafından değil veya şiddeti tetikleyen çatışmacı bir dil ve anlatım değil; barıştan yana serinkanlı bir haber üretme tavır ve iradesinin gösterilmesidir.
Barış gazeteciliği savaş gazeteciliğinin kolaycı, sansasyonel ve şiddeti önceleyen çatışmacı dil ve anlatımını eleştirir. Özellikle biz/onlar ayrımına hizmet ederek insanları, grupları veya devletleri birbirinden uzaklaştıran ikili karşıtlıklar üzerinden kurulan dar bir yolda geliştirilen haber öykülerini değil; şiddetten etkilenen ve ilk aşamada görünür olmayan tüm tarafların anlattıklarından beslenen ve şiddetin kısır döngüsünden çıkmış daha geniş bir rotada haber anlatıları kurmayı önerir.
Örneğin “Uçağımızı düşüren Suriye’yi sınırı geçme vururuz diye uyarmıştık, dediğimizi yaptık”; "Sınır İhlaline Füzeli Cevap”; “Vurduk”, “Sınır İhlaline Jet Yanıt”, “Esad Al Sana Misilleme” başlıklarında görüldüğü gibi en küçük bir gerilim ortamında bile belki de olgusal gerçekten çok daha yoğun şiddet ve gerilim içeren bir tonda başlık atmadan yana editöryal tercihler yapmamak.
Benzer şekilde 31 Mart 2015 tarihinde Çağlayan Adliyesi’nde "rehin alınan savcı" ile "terör örgütü" olmak üzere iki taraftan çok daha fazlasını görebilmek. Kuşkusuz şiddeti görmezden gelmek değil ama daha fazla düşünerek ve barışın olanaklarına hep öncelik vererek şiddeti haberleştirmek.
Lynch ve Galtung, "objektiflik" ideali tartışmalarına kıyasla dengeliliğin daha problemli olduğunu belirtirler. Onlara göre dengeli habercilik iki tarafa “eşit yer vermeden” daha fazlası olmak durumundadır. Olan-biteni “çatışan” iki tarafın meselesi olarak değil, olaydan etkilenen tüm tarafları kadınlar, çocuklar, azınlıklar veya genel topluluk vb. nasıl etkilendiğini görünür kılan haberciliktir.
Barış gazeteciliği, çatışma veya toplumsal yarılmanın görünür değil derin ve yapısal nedenlerini araştıran, fiziksel şiddeti değil; şiddet ortamında yitirilenleri de haber yapar. Sivillerin travması, yoksul işsizlerin maden ocakları gibi güvencesiz iş ortamlarına mahkûmiyeti gibi. İnsan hakları, olay değil daha geniş toplumsal bağlam ve süreç eksenli haberciliktir. Siyasi oyuncular veya elitlerin bakış veya sözünü egemen kılmaz; tüm tarafların lehine olacak ve gerçeği açığa çıkarmaya yönelik haberciliktir. En önemlisi de savaş/çatışma/kriz ortamlarını maç, arenada döğüş gibi seyirlik ortamlar olarak değil; barış kültürünü rehber edinerek barışın ne kadar yakın olabileceği arayışında habercilik yapmadır.
Barış gazeteciliği kuşkusuz yaratıcı olmayı, yerleşikleşen gazetecilik norm ve kodlarının çatışmacı niteliği üzerinden değil; mesleki ezberlerin dışına çıkarak, özellikle yerleşikleşen haberin eril ve seksist dilini dönüştürerek, modern hayatın hep daha hızlı daha hızlı dayatmasından sıyrılarak yapıcı ve ötekileştirmeyen bir yaklaşımla barış kültürünü destekleyen yeni bir tür gazetecilik elbette mümkün. Yeni bir tür gazetecilik çünkü barış gazeteciliğine yöneltilen bir eleştiri olarak iyi gazetecilik zaten barış gazeteciliğidir argümanın aksine barış gazeteciliği yeni bir gazeteciliktir. Çünkü mevcut haberciliğin yerleşikleşen tüm norm ve kodlarını yeniden yapılandırmayı en önemlisi de epistemolojisini değiştirmeyi önerir. Çünkü mevcut haber dili çatışmacı olduğu gibi eril olmayan tüm özneleri dışlayan ve ötekileştiren bir dildir (Alankuş, 2008).
Barış gazeteciliği hakkında söylenecek kuşkusuz çok şey var ancak sunuş yazısının sınırlarını aşmamak için burada daha fazlasını vermeyelim. Barış Gazeteciliği Kütüphanesi Türkiye’de gazetecilik literatürü ve pratiğinde bir eksikliği giderme amacı taşıyor; barış gazeteciliği konusunda kavramsal ve kuramsal bir başvuru kitaplığı olmayı hedefliyor. Barış gazeteciliğinin ne olduğu kadar ne olmadığı; barış gazeteciliğinde temel prensipler ve etik kodlar; dünyanın çatışma/kriz veya çatışmalı farklı bölgelerinden örnekler içeren analizlerden oluşan bir seçki sunuyor. (İC/BA)
* Bu tanımlamayı Cengiz Tomar’dan alarak kullanıyorum (Erişim Tarihi 11.04.2015)
Kaynakça
Alankuş, Sevda (2008) “Dilin Erilliği ve Kıbrıslıtürk Basınının Söylemi Üzerine Notlar”, Kıbrıs Yazıları, Sayı 10-12
Hall, Stıart ve diğerleri (1982) Policing the Crisis Mugging, The State, And Law And Order, London: MacMillan Press
İnal, Ayşe (1995) Yazılı Basın Haberlerinde ‘Yapısal’ Yanlılık Sorunu, Toplum ve Bilim, Sayı 67, ss.111-135
Hackett, Robert A. (1984) “Decline of a Paradigm: Bias and Objectivity in News Media”, Critical Studies in Mass Media, Vol.1 Number 3, s.229-29
Lynch, Jake ve Johan Galtung (2010) Reporting Conflict New Directions in Peace Journalism, Quennsland: UQP
Sennett, Richard (1998) Karakter Aşınması Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkileri, 8. Basım, (Çev. Barış Yıldırım) İstanbul: Ayrıntı
Cengiz Tomar “Arap Dünyası ve Ortadoğu’nun Geleceği”, http://www.aljazeera.com.tr/gorus/arap-dunyasi-ve-ortadogunun-gelecegi