Bir cümleyle, "Er Sedat Horoz Şırnak'taki birliğinde intihar etti." Er Sedat Horozun ölümü Günlük gazetelerde ancak bu kadarlık yere değer görüldü.
Sedat gibi binlerce kişi geride kalan otuz yılda Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yaparken intihar etti ve ya intihar süsü verilerek öldürüldü. Resmi kayıtlara göre 1991 ile 2001 yılları arasında 1, 248 TSK mensubu intihara kalkıştı; bunlardan 815'i öldü. 2001 yılından sonra resmi makamların açıkladığı bir istatistiki bilgi elimizde yok. Ancak bundan fazlasının intihar ettiği sanılıyor. Tabi bu istatistiki rakamlara eğitim zaiyatı adı altında ölen-öldürülen askerleri eklemiyoruz. Çünkü bu konuda elimizde istatistiki bir veri yok.
Basında askeri kışlalarda yaşanan intihar ve ya cinayet haberleri birkaç satırla geçiştiriliyor. İrdelenip üzerine gidilmiyor.Bu intihar olaylarını irdeleyen kimi muhalif basın organları ise yorum ve haberlerinde karşıt bir propagandanın ötesine geçemiyorlar.Ölümlerin nedenleri irdelenmiyor. İntiharlarda şu soruların yanıtlanması önemli: Askerleri yaşamdan bezdiren, ölüm seçeneğine iten nedir? Ancak askeri kışlalarda sadece intiharlar yaşanmıyor. İntiharlar kadar intihar süsü verilmiş cinayetlerde var. Cinayeti kimler neden işliyor? İntihar ettiği söylenen askerlerin büyük bir kısmı Kürt. İntiharların Türkiye'de sürmekte olan savaş ve milliyetçilikle bir bağlantısı var mı? İntiharlar kadar intihar süsü verilmiş cinayetlerde var. En önemlisi de bu intiharların-cinayetlerin arka planında ne var? Hem cinayet kurbanlarını, hem de cinayeti işleyenleri tanımak gerekiyor.
Kışlada intihar ve cinayetlerin arka planı
Her şey askerleşmeyle başlıyor: Türkiye de bütün güç devletin elinde. Resmi devlet ise MGK oluyor. MGK askerlerin yönetimi ve denetiminde. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) denilen kurul üçlü sacayağı olan Yasama Yürütme ve Yargının üstünde. Üç görevden de fazlasını yapıyor; özel harp dairesi denilen devletin örtülü örgütlenmesini de bu kurul örgütlüyor ve yürütüyor.
"Gizli Anayasa" da denilen milli güvenlik siyaset belgesi' MGK'nın ana işlevini özetliyor. Kimse bu "Anayasa'nın" dışına çıkamaz. Birileri bu anayasanın dışına çıktı diyelim, o zaman ne olur? Ordu bu anayasanın 35. Maddesine göre; "Tütkiye Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama görevi"ni yerine getirir. Yani ordu darbe yapar.
Buradan Türk militarizminin bir kaç özelliğine göz atalım.Türk militarizmi Müslüman, Türk, erkek, suni ve Kemalist'tir. Bu özellikler cumhuriyeti kuran kadronun özellikleridir. Bu milliyetçi ve ulusçu ideoloji Mustafa kemal şahsında ifadesini buldu. Türk olmayanlar, Müslüman olmayanlar, suni olmayanlar ve Kemalist olmayanlar dışlandılar. Bu unsurlar resmi devletin söylem ve yapısına tehdit olarak algılandılar. Devlet hiçbir zaman bu unsurları kendi içine almadı. Devlet bu unsurlardan korktu. Bu korku dışlama ve tehdit algısı Kürt, Ermeni, Alevi, Kömünist katliamına yol açtı.
Asker etrafında örgütlenmiş militarist yapının bir dizi mitosu var; Türklük, Atatürk, bayrak, vatanın bölünmez bütünlüğü, kutsal devlet, kahraman Türk askeri, cennet ve şehadet. Tabii bu mitosların dışında olanlar, farklılıklarını koruyanlar tehlikeli ve haindirler. Bu hainlerden, düşmanlardan korunmak için öldüreceksin. Korunmak için ezeceksin. Bu algı ordu içindeki bir dizi cinayetin ölümlerin esas nedeni ve kaynağı oldu.
İntiharla kurtuluş: Kurucu kadronun bu korku ve tehdit algısı devleti katı ve otoriter yapmıştır. Bu otoriter sistemin başlıca gücü ordu oluyor ve ordunun bu unsurlardan temizlenmesi ve korunması gerekiyor. Ve burada itattin egemen kılınması için disiplin devreye giriyor. Sıkı bir disiplin uygulanıyor. Devlet gücünü göstermek için terbiye etme sürecine başlıyor. Kışlalar kişinin insiyatifi ve karar hakkı ortadan kaldırırken, tamamen nesnel ve edilgen duruma getiriyor. Kışlada kişi emir komuta altında bir hiçtir ve aşağılanıyor. Bu süreç aslından en hafif deyimi ile bir kişilik tecavüzüdür. Şu nedenle tecavüz diyorum: devlet kendi doğrularını, kendi kutsallarını zorla rızasız bireye empoze ediyor. Zorunlu askerlik uygulaması aslında bu yönü ile devletin vatandaşına tecavüzüdür. Kişi ne dense onu yapmak zorundadır. Kendini donatamamış bireyin bu katı otoriter militarime karşı çıkması ve sorgulaması mümkün değildir. Bu tabii kişide bir çaresizlik duygusu oluşturur. Bu çaresizlikte bireyin karşı durmak için yapabildiği tek şey ölmek oluyor. Bir anlamda bu türden intiharlara özgürleşme çabası da denebilir. Birey karşı duramayınca, kurtulma gücü bulamayınca intihar ediyor. O böyle kurtuluyor. Militarist sistemin bireyi büyük gayeler, kutsal amaçlar için ölür. Bayrak, vatan, Atatürk, cennet, şahadet ve devlet gibi...Oysa intihar edenler sadece kurtulmak için ölüyorlar. Demek, dayanılmaz bir acı duyuyorlar ki bunu yapıyorlar. Evet kışlalarda cinayet vakaları yoğun bir şekilde yaşanıyor. Cinayeti işleyenler ise bir ideolojinin yarattığı nesnellikle kişilik ölümlerini gerçekleştiriyor..
İntihar edenler: Yukarıda izahını yapmış olduğum genel değerlendirmenin özeldeki yansıması şunlar oldu. Örneğin Barış Köroğlu: Terhis olduktan beş saat sonra intihar etti. Babası Köroğlu'nun askerde yaşadığı baskı ve işkence sonucu psikolojisinin bozulduğunu söyledi. Mehmet Köroğlu; Barış Köroğlu'nun ağabeyi, Ağrı'da askerlik yaparken intihar ettiği söylendi. Ancak ailesi hiçbir zaman intihar ettiğine inanmadı. Yine Serdar Akçe; Mardin'in Midyat ilçesinde askerlik yaparken nöbette intihar ettiği söylendi. Ersin Baş; Kandıra'da askeri birliğine teslim olurken ''baba beni öldürecekler'' dedi ve birkaç saat sonra öldürüldü. Ersin Bal; Ağrı'daki askeri kışlada komutanına küfür attıgı iddiasıyla üstlerinden işkence gördüğü ve sonra intihar ettiği söylendi. Halim Bal; Çanakkale'deki askeri kışlada intihar ettiği söylendi ama hastanede ölmeden önce ağabeyine ''beni bölük komutanı vurdu''dedi. Celal Derviş; askerde kötü muameleye maruz kaldığını belirtti ve Kürt halkına karşı savaşmak istemedigini söyleyip bedenini ateşe verdi. Memduh Argöz; iki kurşunla öldürülüp hiçbir açıklama yapılmadan ailesine teslim edildi. Tayfun D.; askerden firar ettikten sonra yakalandı ve aynı gece intihar ettiği söylendi. Vedat Turgay; firara kalkıştığı gerekçesiyle yargısız infaz edildi. Maşallah Yılmaz da aynı şekilde infaz edildi. Burhan Güzelaydın; intihar ettiği söylendi, otopsisinde İşkenceyle öldürüldüğü belgelendi. .Bunlar afişe olmuş vakalar fakat daha trajık vakaların olduğunu kestirmek için kahin olmaya gerek yok.
Verdiğim örnekler belki de yaşanan olayların binde birini oluşturuyor.
Savaşın travmatik etkisi: Askeri kışlalarda yaşanan intihar ve cinayetlerin nedenlerininin başlıcası otuz yıldır süren çatışmadır. Bir asker hekimin tanıklığı bu konuda çarpıcıdır. Türkiye de savaşın yoğunca yaşandığı kürt coğrafyasında görev yapmış bir askeri psikolog hekim bölgede her on askerden yedisinin travma yaşadığını söylüyor. Aynı kişi 1990 ile 2000 yılları arasında 35 bin askerin bunalıma girdiğini ve çeşitli hastanelerde ve ya rehabilitasyon merkezlerine başvurduğunu ancak başvuru yapmayanların bu sayının beş katı olduğunu tahmin ettiğini söylüyor. Genelkurmay bu konularda açıklama yapmamayı seçiyor. Travma yaşayan askerlerden kaçı intihar etti, kaçı çinnet geçirip etrafındaki insanları öldürdü? Bu konularda bir istatistik vermiyor. Amerika birleşik devletleri 1960'larda vietnamı işgal ettiğinde binlerce askeri Vietnam sendromu da denilen travmalar yaşadılar. Bunlardan binlercesi intihar etti ve ya cinnet geçirdi. Türkiye de daha ağır bir sendromun yaşadığını tahmin ediyorum. Yaşanan cinnet ve intihar örnekleri bu savımı doğruluyor.
Etnik ayrımcılık: Tekirdağın Lüleburbaz ilçesinde askerlik yapan F.B isimli Kürt asker tanıklıklarını şöyle anlatıyor; "bir uzman çavuş bana istersem seni burada öldürebilirim" diyerek beni ölümle tehdit etti. Askerlik yaptığım bölükte, bölük komutanımız H.U'ın küfür, tehdit ve hakaretlerinden dolayı Erzurumlu K.B. isimli arkadaşımız firar etti. Y.Z isimli Erzurumlu arkadaşımız ise bileklerini keserek intihar girişiminde bulundu. Erzurumlu kürt arkadaşlarım gibi ben de baskı ve tehditlere dayanamayıp nöbet esnasında silahımla intihar teşebbüsünde bulundum. (...)bölük komutanımız eğitim esnasında sorulara cevap veremeyen Kürt asıllı askerleri vatan haini olarak suçluyordu. Ben ve hemşehrim olan HD sorulara cevap veremediğimiz zaman herkesin arasında vatan haini olarak hakarete maruz kalıyorduk.(...) yaşadıklarım yüzünden psikolojim bozuldu. Gece rüyamda komutanlarımın beni öldürdüğünü görüyordum."
Buna benzer bir çok hikaye var. Bu tabi askeri kışlalarda yaşanan etnik ayrımcılığı ve etnik ayrımcılığın yol açtığı travmanın boyutunu göstermesi bakımından önem taşıyor. Bir çok intiharın, cinayetin bu nedenlerle yaşandığını sanıyorum.
Sonuç yerine
"Ölünecekse vatan için olacak" söylemi bu intihar vakaları ile bir kere daha anlamsızlaşıyor. "Her Türk asker doğar ve yaşar" mistik söylemi de bu intiharlar karşısında iflas ediyor. Öyle şehitlik payeleri ile ödüllendirilmeyi hayal edenlerin anlayamadıkları bir tercih. Çünkü bütün kutsal kitaplar ve militarist güçler itaatsiz ölümü günah ve yasak sayıyorlar. İşte tam da burada yaşanan intiharlar anlam kazanıyor ve irdelenmeyi hak ediyor. Askeri kışlada intihar eden askerler yaşanmışlıklara tahammüllerinin sonuna geldiklerinden yapıyorlar. Yaşam kadar kutsal bir varlıktan vaz geçmeyi başka neyle izah edeceğiz?