"Başka bir sultan da hem Avrupa'yı almak hem İslam dünyasını egemenliği ve yönetimi altına almak amacını güttü. Batının sürüp giden karşı saldırısı, İslam dünyasının tedirginliği ve ayaklanması ve hep böyle dünyayı ele geçirme düşünce ve emellerinin aynı sınırlar içine aldığı değişik unsurların bağdaşmazlığı sonuçta Osmanlı imparatorluğunu da diğerleri gibi tarihin bağrına gömdü."
Şimdi küçük bir sınav! Bu lafları kim söylemiş olabilir? Seçenekler:
a) Irak'taki ABD valisi Paul Bremmer
b) PKK lideri Abdullah Öcalan
c) ABD eski Başkanı Woodrow Wilson
d) Eski AB Türkiye Temsilicisi Karen Fogg
e) Hiçbiri.
(e) şıkkını işaretlediyseniz kazandınız. Peki ama, hiçbiri demediyse kim dedi?
Kaç gündür, Bremmer'in Irak'a gönderildiğinden beri söylemiş olduğu tek doğru söz olan "Iraklılar 400 yıl boyunca Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti altında yaşamış olmaları dolayısıyla Türkiye'yi de bir eski sömürgeci güç olarak algılıyorlar," saptamasından hareketle, Osmanlı Devleti'nin "faziletli yönetimi"ne kara çalınmasına karşı yeri göğü inletenlerimiz için bu sözlerin sahibi de büyük olasılıkla o ayarda biri olarak görünecektir.
Peki Bremmer değilse kim? Acaba, "İngiliz Casus" Lawrence olabilir mi? Belki de Paul Henze'dir..? Belki de 2. Cumhuriyetçilerden biridir...Olamaz mı?
Hayır olamıyor ne yazık ki!
"Has Atatürkçü" ve "has İslamcılara"
Sözlerin sahibi Cumhuriyetin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk. Cumhuriyetin 10. Yılı vesilesiyle verdiği "Nutuk"unun Tarih Vakfı'nca yayımlanan 1. Cildi'nin 429. Sayfasında aynen böyle diyor.
Bununla da kalmıyor. Şimdi "has Atatürkçüler"in "has İslamcılar"la koro halinde fazilet masallarını anlattıkları, "şefkat"ine toz kondurmadıkları Osmanlı Devleti ve onun padişahları Cumhuriyetin kurucusundan Bütün Nutuk boyunca azar üstüne azar işitiyorlar.
Örneğin: "Osmanlı hanedan ve saltanatının sürdürülmesine çalışmak elbette Türk milletine karşı en büyük fenalığı işlemekti. Artık vatanla ulusla hiçbir vicdan ve düşünce ilgisi kalmamış bir sürü delinin devlet ve ulusun bağımsızlık ve onurunun koruyucusu yerinde bulundurulması nasıl uygun görülebilirdi." (Nutuk s. 15)
Dışişleri bakanımızın Abdullah Gül'ün Bremmer'e cevaben, göğsünü gere gere Araplara huzur getirdiğini anlatmaktan bir hal olduğu Osmanlı Devleti'nin sultanlarının Atatürk'ün gözündeki değerinin Bremmer'inkinden daha fazla olduğunu kim söyleyebilir, bu sözlerden sonra.
Atatürk, Osmanlı Devleti'nin Müslüman ülkeleri bir ruhani liderlik altında birleştirerek onlara egemen olmak için icat ettiği "halifelik" kurumunun sürdürülmesini isteyenlere cevaben söylediği şu zehir zemberek sözlere ne demeli peki?
Ya bağımsız olmak isterlerse!
"Tutalım ki, Türkiye bütün Müslüman dünyayı bir noktada birleştirerek yönetmeye yönelsin ve başarılı da olsun. Pek iyi ama uyrukluğumuza ve yönetimimiz altına almak istediğimiz milletler derlerse ki 'bize büyük hizmetler ve yardımlar yaptınız teşekkür ederiz. Ama biz bağımsız kalmak istiyoruz. Bağımsızlığımıza ve egemenliğimize kimsenin karışmasını uygun görmeyiz Biz kendi kendimizi yönetebiliriz. O halde Türkiye halkının bütün üstlenilmiş çabaları ve özverileri yalnız bir teşekkür ve dua almak için mi olunacaktır?
"Millete şunu da hatırlattım ki, kendimizi dünyaya egemen saymak aymazlığı artık sürmemelidir. Gerçek konumumuzu dünyanın durumunu tanımamaktaki aymazlıkla, aymazlara uymakla milletimizi sürüklediğimiz yıkıntılar yetişir. Bile bile aynı acıklı durumu sürdüremeyiz."
Ne tuhaf! Bu sözlerin söylenmesinden 70 yıl sonra, bu "Nutuk"un bir tek satırından şüphe edilmesine yürekleri elvermeyenlerle, rüyalarında kendilerini "Nutuk"un bütün nüshalarını "kağıt geri dönüşüm tesisleri"ne yollarken göre gelenler, tıpkı orada dendiği gibi "aynı acıklı durum"u bize Irak'a asker göndermekliğimizin tarihi gerekçesi olarak yutturmak için elbirliği ediyorlar. Üstelik ne acıklı akıl yürütmelerle.
"Sanki İngiltere ve Amerika sömürgeci değil miydi? Kendine bak cahil!" diye Bremmer'e verip veriştiren Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, aynı Bremmer'in "Irak Konseyi" ile görüşün önerisine kibirle "biz onlarla görüşmeyiz" diye yanıt veriyor: "Biz Amerikalılarla görüşürüz."
"Vatan ve millet çıkarı"nda birleşiyorlar
İşgalcilerle yani. Ama bu görüşmelerin sonunda Amerikalılar gelin der ve "Türkiye Irak'a girerse işgal için girmiş olmayacak"mış. Ya ne için girmiş olacak? İşgalcilerin vereceği görevleri yerine getirmek için!
Ne mükemmel bir "Atatürkçü" formül değil mi? Ordumuz ve hükümetimiz, AKP'lilerin eşlerinin türbanı konusunda ne kadar karşı karşıya kalsalar da "vatan ve millet çıkarı" olduğunda işte böyle birleşebiliyorlar.
O zaman Iraklıların, Atatürk'ün "bir sürü deli" demekten kaçınmadığı Osmanlı Padişahları'nın 400 yıl boyunca süren istibdadını "devri saadet" diye kendilerine iade etmeye hazırlanan Türkiye'nin egemenlerine karşı her şeyi bırakıp birleşmesine neden şaşılıyor.
Atatürk 1919-20'de verdiği tarihsel kararı şu cümlelerle özetliyordu: "Osmanlı hükümetine, Osmanlı Padişahına ve Müslümanların Halifesine isyan etmek ve bütün ulusu ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu." (Nutuk C.1,s. 15)
Türkler, Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanan son ulustular. Osmanlı ordusunun ilerici subayları, "milli mücadele" diye bir kavramla ilk kez Padişah adına Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan, Trablusgarp, Hicaz, Suriye ve Irak'taki ayaklanmaları bastırmaya uğraşırken tanışmışlardı.
Türkiye Paul Bremmer'e laf yetiştirmek için boşuna kendini yormamalı. Ankara, Osmanlı padişahına karşı ayaklanarak, kendi bağımsızlığını kazandıktan 80 yıl sonra, ilk bağımsızlık mücadelesi derslerini edindiği Arap halklarının karşısına o sultanların mirasçısı rolünde çıkma gafletinin cezasını ödüyor. Atatürkçüler izin verirse, bu sefer Atatürk'e göndermede bulunma hakkı bizim olsun: "Bile bile aynı acıklı durumu sürdüremeyiz." (EK)