İsyan eden halk neşesi

Başlığımı Dünya Mutluluk Raporu’nda 4 sıra yükselmemize ithaf ediyorum. Günlerin coşkusu ve umuduyla yazıyı “Lungo la strada” şarkısı eşliğinde okumanızı rica eder ve iyi okumalar dilerim...
Yılbaşında yapılan manifestlerin gerçekleşeceği güne dair çok iddialı cümleler ettim ve minik bir zaman kayması yaşandığını üzülerek gördüm. Ama birkaç günlük gecikmenin daha da coşkulu etkilerini hep birlikte yaşıyoruz. 18 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilip, gözaltına alınması adeta bir şok etkisi yarattı ve öğrencilerin öncülüğünde herkesi sokaklara döktü. Ülkenin dört bir yanı gözlerimizi ışıl ışıl eden bir direnişe sahne olmaya başladı.
Aldıkları 3 kuruş kredi ya da burslarla bitirmeye çalıştıkları okullarından aldıkları diplomaların ‘tek kişinin’ sözleriyle iptal edilebilmesine tahammül edemeyen binlerce öğrencinin direniş inadı, siyaseti de şekillendirmeye başladı. Normal diye düşünüyorum, çünkü “Hak verilmez, alınır!” sloganıyla büyüyen nesil, gümbür gümbür geldi. Haksızlık, hukuksuzluklara karşı eylem örgütleyemeyen, eylemlerde poz kesmekten öteye gidemeyen sevgili siyasi partiler ve temsilcileri, adeta öğrencilerden siyaset dersi aldı. Yıllardır sokaklardan bir adım geri atmayan ‘eylem profesyoneli’ kadın ve LGBTİ+’ların inadının, öğrencilerin bir adım geri adım atmadığı mücadeleye ışık olduğunu iddia ediyorum.
Direnen kimsenin ayağına taş değmesin, gözlerine biber gazı gelmesin temennisi ile evrene bu tatlı cevabı için teşekkür ediyorum. Çok ciddi bir üslupla verdiğim tarihlerin az çok tutmasıyla gaza geldiğimi itiraf etmeliyim. Artık evrenin benden çekeceği var. Çünkü güzide ülkemizin bir takım noktalarında beddua yiyerek boynu devrilenlerin olduğunu duydum. Yüzde 2 oranında güvenilir duyumlarımın ışığında daha da iddialı laflar etmeye niyetim yok, zirvede bırakıyorum ve sorumluluğu evrene atıyorum.
Neyse, yeterince güldük, eğlendik. Bu kadar ciddiyetsizlik yeter. Ülkede neler neler oluyor, ben oturmuş “Manifest yapın” diyorum. Hobi olarak yine yapalım ama az da ciddiyet… “Bu ciddiyet nereden geliyor?” sorusunu yanıtlamak isterim. Öncelikle hala icra etmeye çalıştığım ama bir maaşa yenik düşerek yarı kamu kurumunda devam ettirdiğim mesleğim, günden güne daha da yapılamaz hale geldi. Gazeteciliğe saldırı dün başlamış da ilk defa ben anlatıyormuşum gibi konuşmayacağım tabi ki. Hepimiz, bir avuç kalmış muhalif dost meclisinden birilerini ya hapse ya da yurtdışına kaptırdık. Safları sıkı tutamamış olmanın utancı üstüme kavrulmuş soğan kokusu gibi sindi. “Tek bir kişi bile kalsak mücadele edeceğiz” diye çıktık bu yola, utancımızın gölgesine sinemeyiz. Çok büyük laflar ediyormuşum gibi görünebilir ama devrimci romantizmimizi ve inanmışlığımızı da kimse elimizden alamaz. Biraz yenilir, yeniden deneriz. Baskılara, tacizlere, açlık ücretlerine rağmen yıllarca mesleğimizi yapıp en sonunda yenilen tarafımızı öpüyorum…
Aşırı ciddi olduğumdan bahsetmiştim ama aynı zamanda çok da duygusalım. Bir yandan gazeteciliğin her gün başka boyutlarda yargılandığı, gazetecilerin ve muhalif her kesimin açık açık tehdit edildiği, hükümete karşı bir söylem ürettiği için yargılananlarınsa en iyi ihtimalle elektronik prangaya mahkum edildiği şu günlerde öfkem hiç dinmezken; bir yandan da kol kola girerek barikat tanımayan öğrencilerin coşkusu ve umudu üstüme, başıma bulaştı. Bu coşkuyu sevinç gözyaşlarımla karşılayarak, Dünya Mutluluk Raporu’nda ülkemizi 4 sıra yükselttim. Edeceğiniz teşekkürlere şimdiden rica ederim.
“Bu abla ne diyor?” diyeniniz varsa, bir önceki yazımı okumasını rica ederim. Yazdıklarımın birer birer vücut bulduğunu gördüğüm bugünlerde kendimi hacı, hoca, üfürükçü diye tanımlamayarak size olan saygımı bir kez daha gösteriyorum. Son olarak da evrenden aldığım gazla devrimi manifestliyorum.

Aslında tek ihtiyacın vitamin takviyesi…
(AÖ/HA)