*Resim: İzzet Paşa/ Sahildeki Kadın.
Yazı dizimin bir önceki İnas Sanayi-i Nefise Mektebi ve İlk Kadın Sanatçılar adlı metninde, kadınların ilk sanat eğitimlerinden, özgürlük alanlarının genişlemesinden ve kendi kimliklerini inşa etme sürecinden bahsetmiştim.
Bu yazıda ise kadınların kamusal alanda da yer edinme mücadelelerini ve ilk modern Türk ressamlarındaki kadın imgesinin toplumsal yansımalarını inceleyeceğim.
Kadınlar yeteneklerini sanat eğitimiyle pekiştirmek adına yıllarca çaba harcadılar. Nihayetinde devlet, kadınların talebi sonucunda, Mihri Müşfik'in de öncülüğünde 1914 yılında İnas Sanayi Nefise Mektebi'ni açtı.
Fakat kadınların sosyal ve kamusal alanda kendilerine yer bulabilmesi, sadece aldıkları eğitimle sağlanabilecek bir durum değildi. Bu yüzden 1900'lerde başlayan kadın hareketleri siyasal, sosyal, eğitim, aile gibi birçok farklı konuya yöneldi.
İlk dergiler, dernekler...
Kadınlar kamusal alanda var olabilmek için dergi çıkarıyor, dernek kuruyor ve konferanslar düzenliyordu. Artık haklarını kendileri arıyor, ortak bilinç oluşturma yolunda ilerliyor, yeni kadın imajı oluşturmaya çalışıyorlardı.
Kurdukları platformlar aracılığıyla taleplerini (bazen sert bir üslûpla) yönetici sınıfa açıkça iletiyorlardı.
Bu talepler, kadın-erkek eşitsizliği, yükseköğretim hakkı, ötekileştirilme, hukuki şartların iyileştirilmesi, siyasal düzlemde bulunabilme gibi meseleleri içeriyordu.
Esas olarak ise kadınlar o dönemde kendilerinin bir meta olarak görüldüklerinin farkındaydılar. Bazen sadece talep etmekle kalmıyor, kimi dergilerde isyan edercesine açık mektuplara yer veriyorlardı.
Örneğin tamamının kadın yazarlardan oluştuğu 'Kadınlar Dünyası' adlı derginin ilk sayısında şöyle bir metin yer alır:
- "... Biz Osmanlı kadınları kendimize mahsus inceliğimiz, kendimize mahsus âdat ve âdabımız vardır. Onu erkek muharrirler bir kadının anlayabileceği ruhla anlayamazlar, lütfen bizi kendimize bıraksınlar, hayallerine baziçe buyurmasınlar! Biz kadınlar hukukumuzu kendimiz bizzat kendi içtihatımızla müdafaa edebiliriz... Biz zavallı kadınlar, erkekler nazarında daima bir meyve, bir meta halindeyiz. Amelimiz, hakk-ı hayatımız tahdit edilmiştir..."
- "Kadın bizde sırf, bir alet-i zevk-i ricaldir." "Türk erkeklerinin felsefesince, kadınlar dünyaya erkeklerin rahatını temin için gelmiştir... Kadınlığın hayat hakkı yoktur... Erkeklerin esiridirler..."
"İyi anne, iyi eş" misyonu
Kadınların sınırlandırılmış koşullar altında yaşamaktan ne denli şikayetçi oldukları metinde de açıkça görülüyor. Yeteneklerini, hayal güçlerini "iyi anne, iyi eş" misyonlarından arındırmak istiyor ve erkek egemenliği altında bir meta olarak yaşamak istemiyorlardı.
Tam da bu yüzden, dergi çıkarmanın ötesine geçerek Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti'ni kurdular. Bu cemiyet Osmanlı'da temelleri feminist ilkelere dayanan ilk kadın kuruluşudur.
Cemiyetin amacı kadın-erkek eşitsizliğini azaltmak, kadınlara tanınan eğitim imkânlarını iyileştirmek ve onları meslek sahibi bireyler haline getirmekti. Nitekim bu yöndeki çalışmalarının bir kısmı başarıyla sonuçlandı.
Tabii bu durumun arka planında, kadınların önceliklerini ekonomik bağımsızlığa vermeleri bulunmaktaydı.
Bu dernek sayesinde kadınlar için birçok işkolu açıldı. Fakat gelecek yıllarda kadınlar siyasal düzlemde de yer edinebilmek ve erkeklerle aynı haklara sahip olmak istiyorlardı.
Bu yüzden 1923 yılında Nezihe Muhiddin öncülüğünde 'Kadınlar Halk Fırkası' adıyla bir parti girişimi gerçekleştirdiler.
"Girişimi" diyerek beyan etmemin sebebi ise kadınlar tarafından bir fırka kurulmasına, kadınların siyasal temsiline izin verilmemesi ve akabinde fırkanın varlığına bir dernek olarak devam etmesidir.
Fakat şu önemli bir husus ki, kadınların partisi Cumhuriyet Halk Fırkası'ndan bile önce kurulmuş olup, ilk siyasal parti girişimi olarak tarihte yer alır.
Evin dışında görünür olabilmek...
Bu gelişmeler şunu gösteriyor ki; her coğrafyada olduğu gibi, Türkiye'de de bugünkü koşulların oluşması bile, kadınların uzun yıllar sürdürdüğü mücadelelerin bir ürünüdür.
Kadınlar yıllar boyu evin dışında görünür olabilmek ve erkek egemenliğinden sıyrılarak kendi ekonomik bağımsızlıklarını kazanmak için çaba harcadılar.
Çeşitli işkollarında ve sanat ortamlarında bulunabilseler bile kamusal düzlemde temsillerini sağlayamadılar.
Oysaki 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı sırasında çoğu erkeğin savaşa gitmesinin ardından, ülkenin üretim gerektiren alanlarının çoğunda kadınlar yer almaktaydı.
Bu durum kadın işgücünün en az erkek işgücü kadar yararlı olabildiğini göstermekteydi, buna rağmen kültürel ve sosyal hayatta hak ettikleri karşılığı bulamamışlardı.
Dünya Savaşı'nın etkileri
Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasıyla ülkede birçok üretim alanının çıkmaza girmesi gibi kültürel hayatta da değişimler yaşanmıştır. 1910 yılında Paris'e sanat eğitimi almak üzere gönderilen sanatçılar, savaş nedeniyle ülkeye dönmek zorunda kaldılar.
Dönen sanatçılardan kimisi savaşa bilfiil katıldı, kimisi de sanat eserlerini üretmeye devam etti. Fakat sanat artık birkaç kutba ayrılmıştı:
- Avrupa'da gelişen yeni sanat anlayışları (empresyonizm, ekpresyonizm, kübizm, fütürizm vs.), Millî Mücadele dönemi ilkelerine dayanan anlayışlar, geleneksel ilkelere bağlı sanat üretimi...
Savaş yıllarında topluma empoze millî hisler zamanla dönemin sanatına da yansıdı. Devlet, milli mücadeleye dayalı sanat üretimi gerçekleştirmek için, dönemin sanatçıları adına Şişli Atölyesi'ni kurdu.
Yurtdışından dönen, 1914 Kuşağı olarak adlandırılan sanatçı grubu bu atölyede eserler üretiyordu. Aynı zamanda bu atölye Türk resminde sosyal olayların işlenmeye başlaması açısından da bir dönüm noktasıdır.
Türk modern resminin ilk halkası olan 1914 Kuşağı grubunda Nazmi Ziya Güran, Feyhaman Duran, Avni Lifij, Ruhi Arel, Namık İsmail, Hikmet Onat, İbrahim Çallı, Ali Sami Boyar, İzzet Ziya gibi önemli isimler bulunuyordu. (Yandaki tablo Feyhaman Duran'a ait)
Her ne kadar dönemin gerçeklik anlayışını eserlerine yansıtmış olsalar da, kadın figürünün olduğu resimlerde dikkat çeken ve zaman zaman kadınların gerçekliğinin eksik kaldığı hususlar vardır.
Örnek olarak İbrahim Çallı'nın Adada Sohbet adlı eserini sunabiliriz. Resimde iki kadın figürünün hoş bir havada, masa başında sohbet ettiklerini görmekteyiz.
*Resim: İbrahim Çallı/ Adada Sohbet.
Kadınlar şık ve renkli kıyafetler, topuklu ayakkabılar giyerek bir kez daha modernleşmenin simgesi haline getirilmiştir.
Devlet adına yıllar boyu bu misyonları üzerinde taşıyan kadınlar, gösterdikleri yüklü emeğin ardından sanat eserlerinde de bu algıyı kıramadılar.
Kadınlar büyük çabaların sonunda çeşitli meslek kollarında yer almaya başlamasına rağmen, sanat eserlerinde mesire ve park yerlerinde gezen kadın figürünün dışına çıkamadılar.
Zaten kamusal alanı da özel alanı da 'eve' sığdırılan kadın, şimdi de dışarıda hoş vakit geçiren bir imajın içine sıkışmışlardı.
Kadınların asıl isteği, yaşam şartlarını erkek bakışından arındırmak ve bağımsız bir şekilde birey olmanın ötesine geçerek yurttaş sayılabilmekti.
Çabalar sonucunda elde ettikleri imkânlar olmasına rağmen, erkeklerin kadın bedenine sürekli yeni kimlikler yüklemesi kadınları psikolojik bir çıkmaza sürüklüyordu.
Bu durum edebi eserlere yansıdığı gibi, bazen tuvallere de net bir şekilde görülüyordu. İzzet Ziya'nın Sahilde Kadın adlı eseri bunun açık bir örneğidir.
Eserde sahilde kayaya yaslanan bir kadın figürü görürüz.
Bu kez kıyafeti, ayakkabısı, duruşuyla seyirlik bir modelin ötesine geçen bir kadın resmedilmiştir.
Çünkü İzzet Ziya, kadını, tek başınalığıyla dalgın vaziyette uzaklara dalan bir kadın olarak imgelemiştir.
Kapatılmanın ardında yatan psikolojik zorluklarının eserlere yansıması bir başlangıçtır.
Savaş döneminde plastik sanatların, ulusal imgeleri ve Anadolu insanının gerçekliğini taşıdığı bilinir.
Buna rağmen yurtdışında eğitim gören sanatçılar, orada edindikleri sanat deneyimlerini kendi atölyelerinde yoğurarak özgün bir tarz elde etmeye başlamışlardı.
O yıllarda nü çalışmaları da sergilemek kısmen yasaktı.
Genel olarak nü çalışmalar yapan ressamlar da eserlerini atölyelerinde tutmak zorunda kalıyordu ve bu eserler çok geç tarihlerde sergilenmeye başlanmıştı.
Cumhuriyet'in kuruluşuna doğru giden süreçte, nü tabloların yer aldığı Galatasaray Sergileri'nde eserler büyük tepkiler toplamıştı.
Döneminin süreli dergilerinde de manzara, natürmort temalı eserlerin en beğenilenler olduğu açıkça yazılıyordu. Bu tabuların çözülmüş olduğunu düşünmek kısmen yanlış bir algı.
Geleneksel kimliğin değişmeye başlaması, tamamen kırıldığı anlamına gelmiyor.
Günümüzde de gerek toplum gerekse devlet mekanizmalarının bir kolunun sanat üretimlerinin üstünde olduğu açık bir durumdur.
Ne var ki devlet, toplum, aile gibi ana otorite yollarının hakimiyet istenci sadece yasalarla sınırlı değildir.
Sergilenen tutum, tarihin getirdiği alışılmış değer yargılarına olan bağlılığından da kaynaklanıyordu.
Yüzyıllar boyu süren bir imparatorluk geleneğinin üstüne, kadınların açık yüreklilikle haklarını aradığı, ortak bilinçle harekete geçip, birçok imkân elde ederek sosyal hayata dahil olduğu bilinmektedir.
Buna rağmen sanat eserlerinde çalışan, üreten bir kadın imajının yansıtılmaması, bu metnimde bahsettiğim fikirlerin bir ispatıdır.
(GI/PT)